23 Ağustos 2020

"Yapmama seçimi" ve ortak aday

Partisiz, güçsüz, kabinesi İttifak’ın seçtiği partililerden oluşacak olan Abdullah Gül’e, üstelik "yapmama seçimine" giderken, aylar - yıllar öncesinden oy vermeyeceğini açıklamanın kapristen başka hiçbir manası yok

Ekonomik kriz, erken seçim ihtimalini güçlendirdikçe muhalefetin adayının kim olacağı da gündeme gelmeye başladı.

"Erken" değil de "baskın" bir seçim ihtimalini göz önünde bulunduran Kemal Kılıçdaroğlu, poker masasında kartı köşesinden kıvırıp bakarcasına Cumhuriyet’teki söyleşisinde Abdullah Gül adını ortaya attı, şimdi geriye çekilip tepkileri değerlendiriyor.

Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a karşı çıkabilecek en güçlü isim ve yerel seçimlerden beri CHP’nin değil Millet İttifakı’nın başı olarak kendini konumlandıran Kılıçdaroğlu da bu gerçeğin farkında.

Kılıçdaroğlu, "Abdullah Gül’den neden korkuyorsunuz?" diye soruya soruyla cevap verince, Gül’den korkanların kimler olduğunu da daha berrak bir şekilde gördük.

Birincisi, ülkenin en apolitik kesimi olan Kemalistler.

"Ha Tayyip Erdoğan ha Abdullah Gül" şeklinde özetlenebilecek bir mottoları var ve bunu sürekli "Siyasal İslamcı" lafıyla birlikte yineliyorlar.

Garnitür olarak "Yetmez ama evet" tavrını da ağızlarından hiç düşürmüyorlar.

Ama bu toptancılığın çok tehlikeli bir yaklaşım olduğunu bir türlü görmek istemiyorlar.

Muharrem İnce, bu kesimin "ortak adayı" olmak hedefiyle "memleketi" dolaşmaya başlayacağını açıkladı.

CHP’ye geçen Abdüllatif Şener’in "hidayete tersten inmesini" memnuniyetle karşılıyorlarsa da "dostlara" karşı aynı yaklaşımı göstermekten imtina ediyorlar.

Sözcü’deki bazı yazarların paylaşımlarına bakarsak, Gül’ün ortak adaylığı "ittifakın bitirilmesi" ile eşanlamlı.

CHP’lilerin gözünde onbirinci cumhurbaşkanı ile onikinci arasında hiçbir fark yok çünkü.

Yıllardır papağan gibi aynı lafları tekrarlamayı siyaset üretmek sanan Kemalistler, işlerin buraya gelmesinin de bir numaralı müsebbibiydiler.

Ergun Özbudun ve arkadaşlarının hazırladığı Anayasa'nın başına gelenleri hatırlamak yeter sanırım, o gün o Anayasa'ya destek verilseydi, bugün Başkanlık diye bir konuyu muhtemelen hiç konuşmuyor olacaktık.

Benzer örnekleri 367 saçmalığında, "411 el kaosa kalktı" manşetlerinde veya başörtüsü yasaklamalarında da görmek mümkündü.

Bugünlere bir anda gelinmedi.

Siyaseti Atatürk tablolarıyla sınırladıkça CHP iyice sahillere sıkışmış oldu ve bu seçmende hayli öfkeli bir tepki yarattı, "yenilgi yenilgi büyüyen" yeni bir yenilgiye tahammül edemez hale geldiler.

Ama kazanma ihtimalleri yoktu, olmadığını biliyorlardı da, o yüzden hayali bir "asr-ı saadet" günleri romantizmine boğulmaya karar verdiler -kollara, bileklere dövme olarak Atatürk’ün imzasını yaptırmak en açık göstergelerden biri.

Başta Anadolu olmak her seçimde ülkenin büyük bölümü "sarıya" boyanıyordu ve yenilgi hissi artık kanıksanmıştı.

Sözcü’nün roket gibi fırlayan tirajı iyi gazetecilik yapmasıyla değil, bu "öfkenin sözcüsü" olabilmesiyle ilgiliydi.

Tabelalardan çıkan TC’yi hemen kendine aldı, "bir çift mavi gözü" de ismin yanına iliştirip okura bizzat "onun gözleriyle" bakmaya başladı.

Ama Sözcü ve türevlerinin gücü, diyalektik gereği, seçmenler karşılıklı kamplardan yaylım ateşine başlayıp 51-49 diye ikiye bölününce artıyor.

Oysa, Kılıçdaroğlu bütün bilinen yapıyı bozmaya karar veren bir hikâyeyi yazmaya koyuldu.

Bu tabii ki Kemalistlerin alıştığından çok farklı bir dil kullanmayı gerektiriyor.

Kılıçdaroğlu, Karar TV’de Ahmet Davutoğlu’na selam gönderiyor; Davutoğlu, Mithat Sancar’a taziyeye gidiyor; Akşener, Babacan’la Davutoğlu’nu ziyaret edip hayırlı olsun diyor; Temel Karamollaoğlu, HDP ile bayramlaşıyor…

Bu yaklaşıma ne Sözcü alışık ne de Kemalistlerin çoğunluğu.

"E sana baktım Recep" polemiği, özünde "Kemaliste Kemalizm propagandası" olduğundan hem risksiz hem de daha kolay.

Bunun da varacağı yer en iyi ihtimalle üç oyun biri, bugünün Türkiyesinde sadece Atatürk diyerek daha geniş bir kitleye ulaşmak mümkün değil.

"Ha Erdoğan ha Gül" kolaycılığının sözcüsü konumundaki Muharrem İnce, basın açıklamasında, Ahmet Davutoğlu’nun "hayatım boyunca CHP zihniyetine karşı çıktım" deyişine göndermede bulunmuştu.

İnce için "…ha Davutoğlu" diye liste uzatılabilir ama bu da kendi içinde büyük bir tezat teşkil ediyor çünkü Davutoğlu’nun girdiği o polemik Akit TV’deydi, "bunların hepsi bir" mantığına göre asla böyle bir şey olmamalıydı.

Nasıl "Kılıçdaroğlu’nun CHP’si" ile "İnce’nin CHP’si" aynı şey değilse, "Baykal’ın CHP’si" başka bir şeyse, neden Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan "aynı" sayılsın?

Abdullah Gül, misal "Cumhuriyet yürüyüşünde" Ankara Valisi'ne emir vererek barikatları kaldırtmış ve Erdoğan’ın tepkisini çekmişti.

"Devlette çiftbaşlılık olmaz," diyen Erdoğan’la "Türk tipi Başkanlık" konusunda da uyuşamadıkları ortaya çıkmıştı.

Gül’ün en büyük avantajı her kesimden oy alabilecek bir potansiyeli taşıması ve partisiz, dolayısıyla da görece güçsüz, olması.

Muhalefetteki herkes "güçlendirilmiş parlamenter sistem" istiyor.

Bu da, Başbakanlık kurumunun yeniden oluşturulması ve seçilen Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini bu kişiye devretmesi demek.

Yani, bu bir "yapmama seçimi", seçilecek kişi yapmamak üzere iktidara gelecek.

Gül, siyasi kariyerinde her makamı deneyimlemiş, en tecrübeli, en doygun, her şeyden vazgeçebilecek görünen tek siyasetçi.

Üstelik uzunca bir zamandır partisiz ve herhangi bir partiye girmeyeceği de belli.

Partisiz bir cumhurbaşkanının muhatabı onu ortak aday olarak gösteren partiler olacaktır, kabinesini o insanlar oluşturacaktır, bu da mecburi bir denetimi ilk günden sağlamak anlamına geliyor.

"Dostlarımızla beraber" iktidara yürüyeceksek, bu her kesimin tamamen memnun olacağı bir adayı bulmaktan geçmiyor, öyle bir aday yok, herkesin "rızasını" alacak birini göstermek gerekiyor.

"Yapmak isteyen", büyük hedefler ve projeler açıklayan bir kişi seçilirse yetkilerini neden devretsin de parlamenter sisteme geçilsin?

Solcuların karşı çıkışının temelinde de Gül’e "ikinci Ekmeleddin İhsanoğlu" demek yatıyor.

Bu da başta türlü bir kolaycılık.

Kim olsun peki?

Lenin mi olsun, İlhan Cihaner mi, Selahattin Demirtaş mı, Barış Atay mı?

Gönlünden geçen kişinin kazanma ihtimali yoksa makul bir kişide uzlaşmak korkaklık ya da idealleri terk etmek değil, rasyonel bir tercihtir.

Ekrem İmamoğlu’nun önünde uzun bir siyasi kariyer olduğunu düşünürsek, bu seçimin adayı o olamaz.

Babacan, parti kurdu, DEVA Genel Başkanı olarak hedefleri çok büyük, o da Başbakanlığa aday olabilir ancak.

Ankara’da çok başarılı olan Mansur Yavaş’ın da Cumhurbaşkanlığı için ortak aday olma şansını çok zayıf görüyorum.

Geriye, şu an için, tek bir aday kalıyor: Meral Akşener.

Akşener’in olası adaylığı Kemalistlerin yüreğine su serpiyor serpmesine de 2018 seçimlerindeki oy oranı, bunun seçim performansıyla düzelmesinin mümkün olmadığını gösteriyor.

Diyarbakır’da 1, Ağrı’da 1.1, Tunceli’de 1.8, Muş’ta 1.5, Van’da 0.9, Şırnak’ta 1.4, Hakkari’de 1, Mardin’de 0.8…

Demirtaş’ın çağrısıyla "bağrına taş basarak" belediye seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’na, Mansur Yavaş’a ve başka adaylara oy veren HDP’li seçmenin boykot demek yerine sandığa gidip Akşener’e oy vermesi için taştan fazlasına ihtiyacı olduğu açık.

Kılıçdaroğlu, "ortak aday" formülünü 2018’de de istemiş ve Abdullah Gül’ün adını Temel Karamollaoğlu’na önermişti.

Ama Akşener’in "ben aday olacağıma dair seçmenime söz verdim," kararlılığı üzerine seçime çok adayla gidildi.

Yenilgi zincirine yeni bir halka daha eklendi.

İkinci turda mecburen ortak adayı desteklemek gerekecekse, neden bunu ilk turdan yapmasın muhalefet?

Ayrıca, "ha Erdoğan ha Gül" diye yola çıkılır ve seçmen böyle motive edilirse, adayı ilk turda yenilen kesimin sandığa gitmeme ihtimali hayli güçlü.

Varsayalım ki, Erdoğan ve Gül 45’er oy aldılar, İnce de 10 alarak ikinci tura kalamadı.

Aylarca "ha o ha bu," diye işlediği seçmeni "bu"na oy vermeye nasıl ikna edecek İnce?

O zaman, en başından beri neden böyle demiyorsun, diye sormazlar mı?

Ahmet Davutoğlu’nun Akit’te hayatı boyunca karşı çıktığını söylediği "CHP zihniyeti" bu ve onu Kılıçdaroğlu bile savunmuyor artık.

"Başörtüsünü ne kadar büyük mesele yaptık," diyerek özeleştiri yapan da, "ezan Türkçe okunsun," diyen Genel Başkan Yardımcısı'nı partiden uzaklaştıran da oydu, Ayasofya meselesinde de çok sakin bir tavır takınarak kriz çıkmasını önledi.

Eğer Akşener, doğudaki oyunu 70-80 puan artırabilecekse, İttifak’ın adayı olabilir.

Bunun pek kolay olmadığı aşikar.

Kemalistlerin CHP’ye yıllar sonra büyükşehirleri kazandıran HDP’li seçmene de bir borcu var herhalde.

Herkes sandığa gidecek ve Meral Akşener tulum çıkaracaksa tamam yoksa, 2010 Referandumu'ndaki gibi, Kürtler boykot tavrına itilmiş olur ki, bu durumda seçimin galibini şimdiden söyleyebiliriz.

Partisiz, güçsüz, kabinesi İttifak’ın seçtiği partililerden oluşacak olan Abdullah Gül’e, üstelik "yapmama seçimine" giderken, aylar - yıllar öncesinden oy vermeyeceğini açıklamanın kapristen başka hiçbir manası yok.

Yazarın Diğer Yazıları

Geleceğin hikâyesi

Çıktığı günlerde oksimoron olmakla itham edilen, "kuru buz", "köşeli daire" gibi örneklerle eleştirilen bu "Sol Liberal" tavrın, geleceği anlamak için çok önemli olduğunu düşünüyorum

Gece prensesleri ve milliyetçilik

Ateşkes, arabuluculuk, diyalog, diplomasi, konuşma gibi terimlere yer yok artık, varsa yoksa kırmızı ışık analojisi, yeter ki arkadan çarpmasınlar…

Öteki İstanbul: Mülteciler, göçmenler, esnaf, ekonomi

Gürsel Tekin ile "Öteki İstanbul" sokaklarında seçim, mülteciler, ekonomi ve HDP'ye yönelik baskı hakkında sohbet