06 Ekim 2020

Öteki İstanbul: Mülteciler, göçmenler, esnaf, ekonomi

Gürsel Tekin ile "Öteki İstanbul" sokaklarında seçim, mülteciler, ekonomi ve HDP'ye yönelik baskı hakkında sohbet

Kadıköylü olduğumu yazmıştım daha önce. Burada doğmuş olmanın ötesinde, kültürel olarak da "Kadıköylülüğü" içselleştirdiğim bir hayat yaşıyorum. Benim "Kadıköylülükten" anladığım, son kertede, bütün farklılıkların bir arada, uyum içinde ve özgürce yaşayabilmeleri. Kimseye hiçbir kısıtlama getirilmemesi, camiyle kilisenin, kahveyle meyhanenin bir karşıtlık değil zenginlik addedildiği, kimin nasıl isterse öyle giyindiği bir harman. Ama Kadıköy, İstanbul'u anlamaya yeten bir semt değil.

CHP İstanbul milletvekili ve eski İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, İstanbul'da Afrika mahallesi olduğunu söylediğinde şaşırmıştım. Sadece Afrika mahallesi de değil, Afgan mahallesinden, Türkmen mahallesinden de söz ediyordu. Tamam beş - on Nijeryalı olabilir ama mahalle de neyin nesi, diye düşünmedim değil. Ne de olsa, siyasetçiliğin temelinde abartının yeri fazlasıyla var.

Geçen pazar gününü, Gürsel Tekin'le birlikte "öteki İstanbul"u adımlayarak geçirdim. Ama İstanbul'un öteki mahallelerini gezmeye başlamadan önce biraz güncel siyasetten konuşalım. CHP'de uzun süre İstanbul İl Başkanlığı yapmış olduğu için tabii evvela Ekrem İmamoğlu'nun seçim zaferini sordum.

"CHP seçimi nerede kazandı?" diye soruma soruyla karşılık vererek anlatmaya başladı Gürsel Tekin. "Arnavutköy'de, Esenyurt'ta, Akfırat'ta, Sultanbeyli'de, Bağcılar'da… Yoksa bizim oy oranımız Kadıköy'de, Beşiktaş'ta artmadı. Daha önce iki elin parmakları kadar oy aldığımız semtlerden bu seçimde yüzde 35 - 40 oy aldık. Eğer aday seçiminde biraz daha dikkat edilseydi ve ittifak aynı yere iki aday göstermeseydi, bugün Beyoğlu ve Eyüp kesinlikle CHP'ye geçerdi, Fatih'teki seçimi de çok büyük ihtimalle biz kazandırdık."

CHP'nin Beyoğlu'ndaki adayı Alper Taş'tı. Tekin'i dinlerken, Alper Taş'ın seçimden sonraki "Beyoğlu kazanılamaz bir yer," demeci aklıma geldi.

"Olur mu öyle şey? Ne demek ‘kazanılamaz'? Beyoğlu'nun bazı mahallelerinde seçime katılım oranı ne yazık ki Türkiye ortalamasının çok altında kaldı. Neden? Bunu sorgulamak zorundayız. Ulaşamadık o insanlara çünkü. Dokunamadık. Siyaset, insanların duygusuna dokunarak yapılır. Samimi olacaksınız, sahici olacaksınız. Sokakta olacak, insanları dinleyeceksiniz. Onların dertlerine çözüm arayacaksınız. Öyle kuleden bakarak siyasetçilik yapılmaz. 86 bin kilometre yol yaptım otobüsle ben Türkiye'de. Dünyayı iki kez turladım yani. İstanbul'un her mahallesini bilirim, insanını da tanırım. Ekrem İmamoğlu'na seçimi kazandıran daha önce sıfır çektiğimiz yerlerdi. Bunu unutmamak lazım."

Gürsel Tekin, İstanbul'a İl Başkanı olduğunda bir önceki seçimin tablolarını istemiş ve en az oy aldıkları yerlerin listesini çıkarmış. İstanbul'un 25 sene sonra yeniden CHP'ye geçişinde o günkü mücadelenin büyük payı olduğunu söylüyor.

"Herkesin iddia ettiğinin aksine bir şey söyleyeyim: İdeolojik oy kullanan seçmen en fazla yüzde 30'dur. Çok politize bir ülke burası. Taziye evine gidelim siyaset konuşuluyor, hatta yoğun bakımın önünde, pazarda, sokakta, her yerde… Böyle bir toplum yok. Ve, seçmen kendisine uzak duran partilere er geç ama mutlaka bir ders verir. Eğer muhalefet ve iktidar böyle devam ederse, seçmenden 2001'deki gibi müthiş bir ders alabilirler. Kararsız seçmen, sel suyu gibidir. Şu an, kararsızların oranı çok yüksek. Bu su ille bir yere akacak. Muhalefet ne söylüyor? Seçmene ne öneriyor? Bu kadar büyük krizin yaşandığı ülkede kararsız seçmen muhalefete şüpheyle bakıyorsa, sorun muhalefet partilerindedir, seçmende değil."

Konu Türkiye'nin nüfusuna geldi.

"Türkiye'nin nüfusu ne kadar? 90 milyon. Hesap basit: 83 milyon biz varız. 4 milyon Suriyeli var. Afgan'ı, Türkmen'i, Özbek'i, Afrikalısı derken sayı 90 milyona dayanıyor. Burası Birleşmiş Milletler gibi bir yer. Türkiye'nin 81 vilayetinden insan yaşadığı gibi, dünyanın her yerinden insan görmek mümkün. Sadece burası da değil tabii. En az 7 milyon insandan bahsediyoruz. İstanbul haricinde, Anadolu da dolu. İşte Esenyurt'tan konuştuk az önce. Esenyurt'un 1 milyonluk nüfusunun yüzde 12'si yabancı. Bu insanların hepsini kucaklayacak bir sosyal devlet programını hayata geçirmeye ihtiyacımız var. Şu salgın günlerinde 83 milyon değil, 90 milyon diye söze başlamalıyız. Bu insanlarla birlikte yaşıyoruz çünkü."

Çetrefil bir mesele, mültecilere, göçmenlere yaklaşım. CHP bile kendi içinde taban tabana zıt konumlar alabiliyor. Mesela, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan "mülteci nefreti" ile bezenmiş bir politika izlerken, zaman zaman parti içinde Özcan'a karşı sesler de yükseliyor. Gürsel Tekin'e mülteci meselesine dair ne düşündüğünü de sordum.

"Gelmiş buraya, sebebi ne olursa olsun, savaştan kaçmış, terörden kaçmış, işsizlikten kaçmış… Artık buralı. Burada yaşıyor. Dönmeyecek de geri. Benim ne hakkım varsa onun da olmalı. İstisnasız. Eğitim, sağlık, temizlik… Bir insanlık sorunundan bahsediyoruz. Bir okuldan çağırmışlardı beni. 400 küsur öğrenci var, 172'sinin anadili Arapça. Öğretmenle öğrenci anlaşamıyor. Oraya Arapça bilen bir öğretmen göndermek zorundayız. Ama sorunlar bu kadar değil ki. Türklerle Araplar arasında da bir husumet oluşmuş. Niye? Temizlik yüzünden. Gittim o Suriyelilerin evlerine. Su yok! Su kesik! E ne oluyor, çocuklar bir zaman sonra bitleniyor. Biri bitlenince, sınıftaki diğer çocuklar da bitleniyor. Bit getiriyor diye kızıyorlar o insanlara ama mesele bu kadar kolay değil, sığınmışlar bize, sebebi ne olursa olsun, kol kanat germek zorundayız. Geçim meselesi bu. Suyu olsa, daha temiz bir yaşam olanağı sunabilsek o çocuk bitlenmeyecek. Böylece, aradaki husumet de ortadan kalkacak. Daha doğrusu, hiç oluşmayacak."

Arabalarını Azerbaycan bayraklarıyla kapamış bir konvoy geçiyor kornalarla. Çoluk çocuk herkes camdan dışarı çıkmış. Bazıları bozkurt işareti yapıyor. Görebildiğim kadarıyla, aralarında hiç kadın yok. Dış politikada tutturduğumuz diskur, içeriye çok sert yansıyor. Öte yandan, konvoy dediğim de altı üstü yirmi araba, bir de damperi elleri bayraklı insan dolu bir kamyon. Her şeye rağmen, en netameli günlerin konvoyunun tamamı bu kadar.

"Almanya modeli öneriyorum: Entegrasyon diyorum. Bakın, bu gelen insanların çocukları oluyor. 1 milyon çocuğumuz var. Bu çocuklar hepimizin. Çok açık söyleyeyim, ya bu çocukları bu hayata entegre ederiz ya da o çocuklar, dilim varmıyor ama, başka odakların eline düşer. Bugün Emniyet'e gidin, hırsızlık sayılarına bakın. Korkunç bir yerdeyiz. Ama burada esas suçlu o insanları hayata entegre edemeyen bizlerde. Aç kalmış insan ne yapacak? Ötesi yok bunun. Bir insandan aç kalırsa, horlanırsa, aşağılanırsa, kaybedecek bir şeyi kalmazsa kork. Almanya'ya giden ilk iki kuşak entegre olamadı. Ama sonra ne oldu, özgürlüğün seviyesini yükselterek sonraki nesilleri entegre ettiler. Her milletten insan var burada. Entegrasyonu sağlayabilirsek, Türkiye için eşsiz bir zenginlik kaynağı. Edemezsek kısmını konuşmak bile istemiyorum. O çocukları düşünmek zorundayız. Onlar artık buralı. Burada yaşıyor, buraya vergi ödüyor, hastaneyi, postaneyi kullanıyor. Devlet onlara yaklaşacak ki o insanlar buraya daha da bağlansınlar. Ama bunun için ekonomiyi düzeltmek lazım, iş lazım, aş lazım, tencerenin kaynaması lazım. Resmi istatistiklere göre, 137 bin çocuk kayıp. Çeşitli sebeplerden. Bu sayıya yabancılar dahil değil. Bu gidiş çok tehlikeli. Hiçbir ayrım yapmadan çocuklara sahip çıkmalıyız. Kimsesizler Mezarlığı var bu şehirde, niye kimsesiz bu insanlar diye düşünmemiz, bunu dert edinmemiz lazım. İsrafa son verebilsek, bu insanların da yaşam kalitesini yükseltecek kaynağı var bu ülkenin. Her şeyden geçtim, iki sene makam arabalarını kaldırsak bile etkisi olur. O parayı çocukların daha iyi bir eğitim almasına harcayalım. Türk, Kürt, Afgan, Suriyeli, Afrikalı, Koreli, mülteci ayırt etmeden."

Geldik Afrika mahallesine. Aslında bir sokağın başına geldik, mahalle bunun sonuna doğru. Curcuna. Afrika ezgileri, Rusça sözler, türküler derken tuhaf bir müzik karışımının içinde buluyorum kendimi. Pazar kurulmuş, insanlar bütçelerinin elverdiğince alışverişte. Bayrak işlenmiş tişörtlerle telefon kaplarının, apayrı zevklere hitap eden kıyafetlerin arasında giriyoruz sokağa. Her tabela birkaç dilde, en az üç alfabeyle yazılmış - Latin, Kiril, Arap. Her renkten ve her tipten insana rastlamak mümkün. Rastgele insanlarla konuşuyoruz: Burada kargoculuk yapan ailesini ziyarete gelen Nijeryalı, çocuklarıyla Suriyeli, lokanta açan Özbek, Araplar, serseri mayın gibi köşebaşında bekleşen onbeş - onaltı yaşlarındaki işsiz Türkmen çocuklar, Bağcılardan buraya alışverişe gelmiş Afgan aile, Habeş işportacı, Burkina Fasolu saatçi… Ayaküstü laflıyorum insanlarla, üç - beş cümle. Hepsi buralı olmuşlar. Dahası, kendilerini buraya "tamamen ait" hissetmek için biraz değer görmeyi bekliyorlar. Aralarında gitmeyi düşünen yok. Batı'ya geçerken kalan var, bir şekilde buradaki hayata tutunmaya çalışan var, kapağı güç bela buraya atan var.

Sefalet kolgeziyor çarşıda. Ahı gitmiş vahı kalmış demeyelim ama gidişat ürpertici. Kime dokunsam dert anlatıyor. Çehreler asık, gömleklerin yakaları eprimiş. "Yaz gazeteci!" diye biri geliyor yanıma. "Seçimde oy verdik. Ama gelen giden yok. E ben kime anlatacağım derdimi?"

Pazarda ne salgın ne mesafe. "Ben zaten ölmüşüm, bana Korona vurmaz," boşvermişliğini seziyorum. Maaşını dolarla almayan insanların hepsinin ağzında dolar, kurlar, artan maliyetler, satışların durma noktasına gelmesi…

"2001 seçimlerinden önce 7 milyon dosya vardı icrada," diyor Gürsel Tekin. "2018'de bu sayı üç katını geçti. Bugün, bu Korona salgınından sonra çok daha vahim. Bunu nüfus artışıyla falan açıklayamazsınız. Hiçbir şeyle açıklayamazsınız. Erken seçim yapılmasının şart olduğunu düşünüyorum. Ama 2021'de erken seçim beklemiyorum."

Çarşıyı gezerken aklımın bir yerinde o Türkmen delikanlılar var. Bekleyişleri öyle tehlikeli ki… Her an bir rüzgâra kapılıp savrulma tehlikesiyle baş başa. Ne olacak o çocuklara? İş bulabilecek mi? Eğitim alabilecek mi? Aksi takdirde, Yakup Kadri'nin Yaban'ından bugüne pek de bir şey değişmemiş oluyor. Ne verdin ki ne isteyeceksin?

"İnsan pazarı kuruluyor burada. Şehrin göbeğinde. 21. yüzyılın İstanbul'unda "insan pazarından" söz ediyoruz. Günübirlik işlerde çalışıp kazandığı yevmiyeyle yaşayan insanlar bunlar. Aklına gelen her türlü beden işini yapıyorlar. Bugün günlerden pazar, boş olur, ama garajın önünde bekleşip duruyorlar bütün gün. Biri gelip amelelik işi versin de o gün için eve dönerken üç - beş kuruş para kazanabilsin diye. Sormuyor bile ne işi yapacağını. Yarına gene allah kerim. Şimdi inşaat sektörü de durdu. İnsanlar daha da zor duruma düştü."

Çalışmaya hazır, parasız, aç, vatanından uzakta insanlar… Bunun bir sosyal patlamaya dönüşme ihtimalini söylüyorum.

"Her şeye rağmen, büyük miktarda kavga olmadığını şimdilik söyleyebiliriz ama bu olmayacak manasına da gelmiyor. Entegre edemezseniz bu insanları, ne olacak? Ne yiyip ne içecekler? Zaten bazı küçük çaplı kavgalar oldu. Ama o kavganın özü de, şu okul meselesinde konuştuğumuz gibi, ekonomik. Geçim derdi. Bu insanlar çok ucuz bir işgücü getirdiler. Bir kişinin yevmiyesine birkaç kişi çalışıyor. Öyle olunca, Türkler işini kaybetmeye başladı. Kavga ideolojik, mezhepsel, dinsel değil, ekonomik."

Bir esnaf, bağıra çağıra haykırıyor. Yalnız bırakıldığından şikâyet ediyor, ekonomi çöktüğü halde partililerden kimse uğramamış, derdini sormamış. Milliyetçi biri olduğunu öğreniyorum, bir gazete kupürü getiriyor içerden, 2000'de basına konuşmuş, başlık manidar: "Uyan ey Ankara!" Bu kez, etrafında toplanan kalabalığa bağırıyor uyanın diye. Alkışlar kıyamet. Herkesin dilinde ekonomi var, satılamayan mallar ve yükselen maliyetler. Elektrik zammı, su zammı, doğalgaz zammı, kurdan kaynaklı hammaddenin fiyatındaki artış, kiralar, krediler… Biraz sonra, bir başkası selam veriyor. "Ser sera, ser çava," diyor Gürsel Tekin. Onun da şikâyeti aynı.

Ayhan Bilgen'i soruyorum. Kars'a ve öteki belediyelere atanan kayyımları... Muhalefetin sessizliğini... Çok göze batmadan telefonla geçmiş olsun deyişlerini.

"Millet İttifakı, hakkı hukuku savunmayacaksa neyi savunacak? Ne olursanız olun, seçilmişe saygı göstermek zorundasınız. Ayhan Bilgen'i tanırım. Alevi ve Mazlum - Der kökenli olduğu için karşıt mahalleleri çok iyi tanıyor. Kars, benim büyüdüğüm şehir. Bu operasyondan sonra oradaki arkadaşlarımı aradım. İstisnasız hepsi, bunların içinde bir tek HDP'liye sormadım, Ayhan Bilgen'in Kars için büyük bir şans olduğunu söyledi. Bir seçimi kazanamadıysanız kusuru kendinizde arayacaksınız. Biri belediye başkanlığına seçiliyorsa, onu oradan ancak halk indirebilir. Keşke bütün partilerin genel başkanları Kars'a gitseydi. Bakın, HDP'yi sevmeyebilirsiniz. Sonuna kadar eleştirebilirsiniz de. Hep beraber eleştirelim. Ama seçilmişin hakkını savunmak zorundayız. Bir sonraki seçimin kaderini Kürtler tayin edecek. Bugün hukuksuzluğa karşı sessiz kalırsan, yarın nasıl kapısını çalıp oyunu isteyeceksin?"

Vatandaş olsun olmasın, "öteki İstanbul"da konuştuğum herkes alabildiğine dertli. Hepsi de ekonomi diye başlıyor söze. Şikayetlerin muhatabı genelde Cumhur İttifakı ve ekonomi yönetimiyken, İmamoğlu da eleştirilerden vareste değil. Seçimden sonra unutulduğunu düşünen veya yanında yeterince bulunmadığını söyleyen insanlarla konuştum.

"Öteki İstanbul", bizim Kadıköy'den gözükmüyor. O kadar ki, şehirde bir Nijerya veya Afgan mahallesi olduğunun otuz senedir farkına bile varmamışım.

Yazarın Diğer Yazıları

Geleceğin hikâyesi

Çıktığı günlerde oksimoron olmakla itham edilen, "kuru buz", "köşeli daire" gibi örneklerle eleştirilen bu "Sol Liberal" tavrın, geleceği anlamak için çok önemli olduğunu düşünüyorum

Gece prensesleri ve milliyetçilik

Ateşkes, arabuluculuk, diyalog, diplomasi, konuşma gibi terimlere yer yok artık, varsa yoksa kırmızı ışık analojisi, yeter ki arkadan çarpmasınlar…

Jale Parla

Erdal Öz Edebiyat Ödülleri'nin on üçüncüsü Jale Parla'ya verildi. Ona ne kadar ödül verilse az…