06 Haziran 2023

Zafer Toprak'ın kültürel bakışı

Büyük bir tarihçi olarak nefis bir akıl, ciddiyet dolu bir mizah içindeydi. Onun eserlerini okumaya devam eden bir gençlik onu hep anacak

Zafer Toprak'ın ölüm haberini sosyal medyada, şaşırarak ve üzülerek öğrendim. Ve onun o saf ve güzel, akıllı gülüşü geldi hemen gözümün önüne. Sıraselviler caddesinin başındaki stüdyosunda rastlıyordum ona. Ölüm haberi üzerine çok, ama çok gerilere gittim. Paris 1980'li yılların ilk yarısına... Öğrenci olduğum yıllarda bir kolokyumda tanışmıştım Zafer Toprak ile. Aynı günlerde o sıralar sık sık gittiğim FNAC Montparnasse'da tekrar karşılaştık. Kitap merakı olduğunu anladım, tıpkı benim gibi. Dayımdan söz ettik; arkadaşıydı. Sonra hep birçok yerde karşılaştık.

1990 Ekim ayında MSGSÜ'ye geldiğimde ders vermek üzere, onunla yine karşılaşıyordum kitapçılarda yine, bu sefer İstanbul'da: Simurg, Pandora o sıralarda yükselen değer olarak bakılan Beyoğlu'nun canlanma sıralarında. Kafeler ve Rock kafeler açılmaktaydı. Bambaşka bir gençlik buradaydı artık. Uzun saçlı delikanlılar ve özgür kızlar, bleu-jean'li müzik yapan veya dinleyen bir gençlik. Aykırı ve asi gençler olarak bakılıyordu onlara o sıralarda; halbuki bugün sevilen ve birçok müzisyen çıkartmış olan bir dönemden söz etmekteyim.

Yine bir rastlaşmamızda, Zafer Toprak her zamanki güzel gülüşüyle ben ve öğrencilerimin araştırması olan "İstanbul'da Rock Hayatı" (Son baskısı Doğu Batı yayınları) kitabını aldığını ve benim 1992'de çıkarmaya başladığım Toplumbilim dergisini beğendiğini ve takip ettiğini söylediğinde çok sevinmiştim. Değerli bir kitap sever ve büyük bir tarihçiden güzel sözler duymak beni çok mutlu kılmıştı.

Daha sonra Cumhuriyet'in 75. yılı dolayısıyla Tarih Vakfı bir sergi düzenlemekteydi. Beni Zafer Toprak aradı ve onun kurduğu grupla birlikte Plastik Sanatlar kısmının küratörlüğünü yapıp yapmayacağımı sordu. Benim yapmakta olduğum sergileri de TRT2'deki Nedret Çatay'ın yaptığı "Gündemde Sanat Var" sanat programındaki sunuculuğumu ve davetlilerle sanat ve edebiyat üzerine söyleşilerimi de izlemekteydi. Tabii ki seve seve kabul ettim. Ve Tarih Vakfı ile bir grup akademisyenin toplantılarıyla çalışmalarımız başladı. O sırada birçok genç hocalarıyla tanıştım: Boğaziçi Üniversitesiden Hakan Yılmaz, Arzu Öztürkmen, Nükhet Sirman, Yeditepe Üniversitesinden Akile Gürsoy, Yıldız Teknik Üniversitesinden Uğur Tanyeli, İstanbul Bilgi Üniversitesinden Feride Çiçekoğlu. Beni hiçbiri tanımıyordu. Hatta ilk toplantıda herkes kendisini tanıttığında, benim MSÜ'den olduğumu duyarak şaşıran Hakan Yılmaz bana "Ben sizi bir Pop şarkıcısı sandım" demişti. Gülüşmüştük. Sonrasında o da Toplumbilim dergisi için o da övgülü sözler söylemişti. Hepsiyle çok dost olduk bu süreçte. Zafer Toprak bizleri birleştirmişti. Ama süreç zarfında o bizi bırakıp Yapı Kredi'deki yine Cumhuriyet'in 75. Yıl sergisini yaptı. Biz de Darphane'de kendi sergimizi açtık.

1998 yılı, İstanbul'un yükselmeye başladığı 90'lı yıllardı. İlk başlarda kapkaranlık bir yer olan İstiklal caddesinin aydınlatılmaya başlatıldığı yıllar ve barlar, lokantalar, meyhaneler vb. açıldığı bir dönemdeydik Cumhuriyet'in 25 yıl evvelki 75. yıl kutlamalarında. Zafer Toprak'ın sergisi MSÜ (Akademi) ile anlaşan Yapı Kredi'nin sergisiydi ve daha çok Akademi'den gelen eserler sergilenmişti. Bizim sergimiz ise (Üç Kuşak Cumhuriyet) daha belgesel bir sergiydi. Ancak ben Plastik Sanatlar kısmına üç eser yerleştirmiştim. Erdağ Aksel'in asker miğferi bir yay ile fırlayan vaziyetteydi. Selim Birsel'in asker yatağı ve asker dolabı enstalasyonu ile bölümümün bütün yukarı duvarını kaplayan tarikatlar-dervişler üzerine olan Yavuz Tanyeli'nin bir yağlı boya resmini. Böylece iki tartışma alanı kesişmekteydi. Biri; resim, heykel ve enstalasyon arasında o sıralarda yapılmakta olan tartışmalara ait olarak aralarında hiçbir hiyerarşinin olmadığını, evrimsel bir sanat tarihi okuması yapanlara karşı ortaya koymaktaydım. İkincisi; yine o dönemin en çok konu edilen asker ve dini siyaset arasındaki gerilimdi. 1997 sonrasındaydık. Bu ikili sanatsal yapıyı göstermekteydim. Bunların yanında Osmanlı'dan Cumhuriyet yıllarına kamusal destekten özel desteğe (sponsorluk) gitmekte olan sanat alanıydı. Bu alanda gittikçe özel bankaların rolü ön plana çıkmaktaydı. Zafer Toprak bu sergileme biçimini de çok tutarlı bulduğunu söylemişti.

Daha sonraları, Zafer Toprak'ın stüdyosunun alt katında Rodeo sanat galerisi açılmıştı. Sergilere her gittiğimde Zafer Toprak ile iki laf ediyorduk. Bana bir keresinde artık Osmanlı-erken Türkiye tarihinde sosyoloji-antropoloji üzerine yazmakta olduğunu söylemişti. Sonra kitap 2012 yılında yayınlandı ve çok değerli bir çalışmayı bize kazandırdı (nasıl bir teori üzerine gerçekleşen bir sosyal pratik kurulduğunun tarihini gösterdi).

En son tam salgından önce Güçlü Ateşoğlu, Zeki Coşkun ve benim birlikte, MSGSÜ'nün Bomonti Kampüsü'nde düzenlediğimiz "1968 Mirası ve bugün" üzerine olan kolokyuma davet etmiştik oraya geldi ve çok değerli bir ipucu verdi bizlere. Zafer Toprak İstanbul'da Saint Joseph'te okumuştu. Batı müziği icra etmekte ve gitar çalmaktaydı. Saçları uzun bir hippiydi. Ve lise sonrasında Ankara'ya Siyasal Bilgiler Fakültesine gittiğinde birçok Anadolu delikanlısıyla karşılaştığında artık gitarın sevilmediğini, emperyalist Batı'ya ait olarak kabul edildiğini hatırlattı bizlere, dinleyicilere. Ve ekledi: "Ben de gitar çalmayı bırakıp saz çalmaya başladım. O kadar kolaymış ki hemen çalmaya başladım." Bu, kanımca, önemli bir vurguydu. Sol kültür tarihinde Türkiye'nin İstanbul merkezli bir Batılı şehir kültüründen nasıl Anadolu yerel kültürüne doğru evirilmekte olduğunun altını çizmekteydi Zafer Toprak. Tam da Anadolu Rock ve Türkiye 68'inin Avrupa 68'iyle olan farkı ortaya çıkmaktaydı. Paris 68'i, kızlar ve erkeklerin yatakhanelerinin ayrı olmasına bir isyan olarak Nanterre Üniversite'sinde kıvılcımı atmıştı. Türkiye ise "bacı kız erkek" ilişkilerine doğru yüzünü çevirmeye yüz tutmuştu. Cinsellik geriye atılmaktaydı artık. Özgürleşme kültürel kodlara takılmaktaydı, taşralaşmaktaydı. Zafer Toprak kendi hayatından örnekleyerek bize bu dönüşümün bugüne gelen etkisini anlatmıştı.

Büyük bir tarihçi olarak nefis bir akıl, ciddiyet dolu bir mizah içindeydi. Onun eserlerini okumaya devam eden bir gençlik onu hep anacak.

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir uzmanlık yeri olarak üniversite

Üniversitelerde kayıtsız şartsız ve koşulsuz bir şekilde gerçeği ileri sürmek gerekir. Bu gerçeğin bilimsel bir şeklide ifade edilmesi yaratının kendisinden geçmektedir. Bu tip hocalara “auctor” denilmektedir; bu hocalar müelliftirler

Dengesizlik

İnsan ve doğa, dengeleri birlikte işlediğinde ancak sağlıklı bir şekilde yaşayarak birbirilerimizle ilişki içinde olabilme şansına sahip olduğumuzu öneren Anaksimandros’u bugün tekrar hatırladığımızda dengenin önemini de hatırlayacağız belki de?

30 Nisan 1945

“Bir Daha Asla” sözünü unutursak bugün, nasıl bir tarih içinde kalıp yaşamaya devam edeceğiz?

"
"