24 Mayıs 2025

Bir uzmanlık yeri olarak üniversite

Üniversitelerde kayıtsız şartsız ve koşulsuz bir şekilde gerçeği ileri sürmek gerekir. Bu gerçeğin bilimsel bir şeklide ifade edilmesi yaratının kendisinden geçmektedir. Bu tip hocalara “auctor” denilmektedir; bu hocalar müelliftirler

Üniversite öyle bir yer olmalıdır ki, orada hiçbir şey sorgulanmaktan kaçamamalıdır; hatta bugünün güncel ve belirlenmiş figürü olan demokrasi bile.”

Jacques Derrida, Kayıtsız Şartsız Üniversite

“Kültürü reddeden birisi hemen o anda barbarlığa katkı sağlar.”

Theodore W. Adorno, Negatif Diyalektik

Orta Çağ’dan kalma bir kurumdan bahsediyoruz: Üniversite. Eski bir kurum. Nerdeyse emekli olmakta olan bir kurum söz konusu günümüzde sanki! Her ülkede benzer sorunlar birbirlerini tekrarlamakta. Açılacak olan kapılar daha geniş bir şekilde hava alma imkanlarını vermesi gerekmekteyken daha çok kirli havaya maruz kalan rüzgarlar tarafından karartılmakta. Karanlık Orta Çağ için kullanılan bir kavram olarak Aydınlanmacılar tarafından haksız bir şekilde öne sürülmüştü ve doğru değildi. Ama, üniversite ile Orta Çağ arasındaki ilişkiye zamandaşlık içinden baktığımızda, tam tersini görmeye başlayacağız. Tersi de şu: Orta Çağ üniversiteleri için bilhassa en başında karanlık değil ama aydınlık mevzu bahisti. Disputatio derslerinde skolastik üniversitelerde hocalar ve öğrenciler güncel sorunları ele almakta ve tartışmaktaydılar. Bu demektir ki özgür bir şekilde öğrencilerin kendi aralarında ve hocalarıyla tartışma imkanları vardı. Ve zaten üniversite demek ders okunan ve öğrenilen ve öğretilen bir kurum olmaktan çok, tartışmaların ve münazaraların yapıldığı bir kurumdur.

Orta Çağ üniversiteleri üzerine kitapların ve araştırmaların yazarı Jacques Verger bu bilgileri aktarmakta. “Orta Çağ’da Üniversiteler” kitabı (2013 yılında) aksamaya başlayan bir üniversite sisteminin ortamında ele alınan bir kitap. Tıpkı Pierre Macherey’in “Üniversiteye ait Söz” (2011) adlı kitabında felsefe tarihindeki önce filozofların ve sonra psikanalistlerin ve sosyologların üniversite üzerine olan düşüncelerini aktarmış olduğu gibi.

Bu eski bir kurumdur ve, o anlamda da eski bir dünyanın tekil olanları evrensel olana yükseltmek üzere başlattığı pedagojik bir eğitim yeridir. Bugün ise bir bilgi dünyasından bilgisizlik ve cahillik ve hatta eçhellik dünyasına gidişatı belirleyen “neo-liberal kapitalizm”, bugünkü post-modern toplumlarımızı şekillendirmek istediği gibi bizi daha da zorlayan bir duruma doğru yola koymayı denemektedir. 

Nasıl bakıyordu bu yeni dünya daha 1980’li yıllarda üniversite bilgisine? En az enerji harcayarak en çok kar sağlamak. Bugünün neo-liberal anarşik kapitalizminin bakışı da benzer bir gücü kullanmakta. En az yatırım ve harcamayla nasıl daha fazla para parayı çeker ve büyütür rakamları. Hatta belki de yeni ender topraklar üzerinden neo-kolonyal bir “yeni kapitalizm” kendi krizini, işgal topraklarındaki madenler sayesinde aşmaya çalışacak. Siyaset; kapitalistler için bunu gerçekleştirmeye kalkacak, hatta hakları ve hukuku hiçe sayarcasına bu girişimi bir iş dünyasının iş insanları mantığıyla sürdürecek veya sürdürmek isteyecek kadar vurdumduymazlık taşıyor.

O halde tüm dünyada üniversitelerin öğretim üyelerinin hali bu süreçte yeniden düşünülmekte ve ABD’de D. Trump’ın yaptığı gibi Bölüm Başkanları bile görevlerinden alınabilmektedir (Cemal Kafadar vakası).  Üniversite bugünkü durumuyla özgür düşüncenin öğrenciler arasında ve öğrencilerin hocalarıyla tartıştığı veya hatta taraflar arasında bir disputatio unsuru olarak münazara ettiği bir yer olmaktan uzaklaşmakta. Üniversitelerin akademik öğretim üyelerinin, bu kurumların içinde araştırma yapma ve araştırmaya bağlı bilgi üzerinden sürdürecekleri derslerle, konuşmalarla ve bunlara bağlı söylemlerle değil, ama devletlerin ve hükümetlerin siyasi bakışlarının yeniden üretileceği kurumlar haline gelmesine yol açmak doğru mudur?  Trump ABD’de woke kültürü karşıtı kararlarla en prestijli üniversitelere savaş açmış vaziyette. İçlerinde yüksek dereceden bilim insanlarının var olduğu memurlar işten çıkarıldılar.

Amerikan üniversitelerini kazımaya ve zayıflatmaya niyetli gözükmekte. Bunlar daha çok yabancı hocaların ve öğrencilerin olduğu üniversiteler olarak dikkat çekmekte. Dünyaya açılan bilim ve bilgi birikimine karşı çıkılıyor. Bilim karşıtı olan grupları memnun edecek kararlar alınmakta. İçine her şeyin katıldığı “wokizm” kavramına karşı savaş sürdürülmekte. Filistin sorununa gelecek her türlü destek suç haline dönüşmekte. Columbia Üniversitesi boyun eğmek zorunda kaldığını ifade etmiş vaziyette. Bu şekilde Orta Doğu bölümünde revizyon yapmak durumunda kalarak emirlere itaat etti. En prestijli Üniversitelerden biri olan Harvard da bu anlamda sonunda Başkanın lafını aldı. 6800 yabancı öğrenciyi vizelerini iptal etmek veya başka bir üniversite bulmak zorunda bırakıyor. Harvard mahkemeye mi başvuracak? Paraların kesilmesi üniversite sistemini sekteye uğratıyor elbette. Önemli konulara eğilmek yerine “golf oynamayı” tercih eden Başkan düşünerek mi almakta bu kararları? Barak Obama sessizliği bozmaya karar verdi ve “akademik özgürlüğün” nefesini kesecek kararlara karşı çıktı. ABD’nin en önemli haklarından biri olan “ifade özgürlüğü” baskı altına alınmaya başlandığında korku atmosferi ülkeye yayılmakta.

Bu tip yaklaşımlar, Orta Çağ üniversitelerinde bazı zamanlarda yasaklar ve sansürlerle gerçekleşebilmişti. Ancak Humboldt modeli, modern üniversitenin herkese açık bilgi dünyasını, gerçeği ve bilimin gerçeğini üniversitelerin bilgisi olarak sunmayı hedef almıştı. Bilgi üzerine kurulu kurumunun başındakileri ya da öğrencilerini bir kenara bırakabilecek kuvvete sahip iktidarlar var (ABD’de Boston Tufts Üniversite’sindeki Rümeysa Öztürk’ün gözaltı vakası).

Bölüm Başkanları bir irade ile işinden çıkarılabiliyor, bir hoca İsrail-Filistin üzerine yansızlık görüşü belirttiğinde işinden olabiliyor (sanatçı ve hoca Olivier Blanckart’ın Paris Güzel Sanatlar’da disiplin kuruluna çağırılma vakası) bir öğrenci yabancı ülkeye okumak üzere hakkettiği bir vizeyi kaybedebiliyor. Neden? Görüşlerini açıkladıkları için değil mi? ABD’de soğuk savaş sırasında McCarthy’leşme dünyası yeniden mi gündemdedir?

Bir meslek sahibi olarak üniversite üyesi olan hocalar, öğrenciler, kurum çalışanları diyelim, mesleklerini ve görevlerini burada icra etmektedirler. Bu meslek ise bir tek şeye bağlı olarak mümkün olabilmektedir: Meslek doğruyu ve gerçeği söylemek üzere meşrudur. Yoksa üniversite kurumu gayrı meşruluk statüsüne dönüşme rizikosunu taşımaktadır.

Üniversitelerde kayıtsız şartsız ve koşulsuz bir şekilde gerçeği ileri sürmek gerekir. Bu gerçeğin bilimsel bir şeklide ifade edilmesi yaratının kendisinden geçmektedir. Bu tip hocalara “auctor” denilmektedir; bu hocalar müelliftirler. Üniversite dünyaya ait yaratı yeridir (soykırım, insan hakları, eşitlik, fizik, kimya, elektronik ve felsefe terimleri vb. bu ilkeler doğrultusunda bulunmuş kavramlardır). Bu yüzden de “gerçek” denilen, bir tartışma içinde ortaya çıkarılmakta ve ele alınmaktadır. “Gerçek” sınırsız bir şekilde gerçektir.

Şüphe duyulamayan “gerçek” nedir? Bilimsel olarak şöyle söylenebilir: Görünenin ama algılanmayanın gösterilmesidir. Ya da keşfedilmesidir. Yerinden ve yeniden bulunması da olabilir. Bu “gerçek”, Orta Çağ’dan kalan bir terim olan disputatio (münazara) dersleri gibi, kurumun içinde tartışılarak ortaya konulabilir. Devletler ve hükümetler bu sayede büyümektelerdir. Üniversite kurumu yok edildiği zaman ise bilimsel araştırmalar “sıfıra inmeye” başlarsa, başka ülkelere davetlerle bu bilgilerin sahibi bu yeni ülkeler olmaya başlar. Ve bilim bunların topraklarında yeşerir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.  

Böyle olursa, bilim ortadan kalkar ve sabit fikirler ortalığı kaplayarak bilim dışı mistik ve tevatürlerle dolu bir bilgi toplumlarda hâkim olur ki en istenmeyen şey de bu olacaktır (asılsız söylentiler, dedikodular, komplo teorileri, yakıştırmalar vb.).

Bilim insanlarının dünyadaki herkesi korumakta olduğu dünyadan çıkılıp ölümün kol gezebildiği salgınlar dünyasına geri dönüş tetiklenirse hepimiz yanarız. Bunu yaşadık Covid-19 sırasında, birkaç sene evvel. Kimse buraya dönmek istemeyecektir herhalde?       

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

             

Yazarın Diğer Yazıları

Kara

Kara olan bazen nefrete karşıdır; belki hayat mücadelesi veren şiir de karadır; ama aşk sayesinde şiir de örgütlenerek kara olanı önce gri bir renge döndürdükten sonra, renkleri açar ve parlaklaştırır

Piyasanın belirleyiciliği

“AVM kültürü”, “kültür endüstrisinin” yerini almaya başladığında sanat daha da aşağıya doğru çekilmekte. Düşündüren ve anlamaya uğraşmak üzere zihni çalıştıran eserler yerine “çabuk tüketilebilen” ve “anlaşılması zor olmayan” eserler dünyasına girmiş bulunuyoruz

Siyasetin sonu mu?

“İdeolojilerin sonu” veya “tarihin sonu” gibi “kapitalizmin sonu” da fos çıkacaksa, o zaman neye ihtiyaç duymaktayız? Rasyonalitenin geri gelmesine mi? En çok umuda ihtiyaç var belki de

"
"