17 Nisan 2022

İsimsiz göçmen mezarlıkları: Sınırlar

Meksika çöllerinde, 15-20 çeşit zehirli yılanın yaşadığı belirtilmiştir ve yılan sokmaları bu çölleri geçmek isteyen göçmenler için yaygın bir ölüm nedenidir

Bir göl kuruduğunda hayvanlar başka bir su kaynağı için uzaklara göç eder. Caretta carettalar yumurtadan çıktıktan sonra onları denizden ayıran kumu geçmek ve denize ulaşmak zorundadır. Ve canlıların hayatı, değişken doğal koşullar ve mevsim döngülerinin güdümünde, yaşamı mümkün kılan koşulları aramanın, kaybetmenin ve yeniden aramanın hikâyesidir.

Desen: 'Mare Negra', António Jorge Gonçalves, 2015

Yeryüzündeki bir canlı türü olarak insan için de durum benzerdir. Uzak tarih, kuraklık gibi iyi olmayan koşullardan kaçınıp elverişli koşullara sığınmak için insanların da yeryüzünde durmadan yer değiştirdiğini söyler. Doğal nedenlerle olmasa da günümüzde de bu kötüden kaçıp iyiye yönelme eğilimi sürüyor. Fakat dünyanın sınırları kalın kalın çizilmiş modern ulus-devletler sahnesinde bu artık basit bir yer değiştirmeden çok daha fazlasıdır. Çünkü çoğu zaman yer değiştirme artık bir sınır aşımıdır ve göçmenler, koşulları kötü olan bir ülkeden daha iyi olan bir ülkeye göç edebilmek için ülkeler arası sınırları aşmalıdır. Ve nasıl birbirinden uzak iki tatlı su kaynağı arasındaki susuz çöller hayvan iskeletleriyle, sahiller denize ulaşamayan içleri boşalmış carettalarla kaplıysa günümüzde sınırlar da artık göçmen mezarlarıyla kaplıdır.

Yeni keşfedilmiş bir ölüm nedeni: Sınırda - sınırı geçerken - ölmek

Hastalıktan ölür insanlar, bir trafik kazasında veya 'eceliyle'. Ya da işte bir sınırı geçmeye çalışırken... Elbette 'sınır ölümleri'nin biyolojik nedenleri türlü türlüdür ve göçmenlerin göç yollarına bağlıdır. Göç yolları genellikle uzun ve tehlikelidir. Orta Amerika ile ABD arasında Meksika çölleri, Sahra-Altı ile Kuzey Afrika arasında Sahra Çölü, Endonezya ile Avustralya arasında denizler ve Orta Doğu'yla Avrupa arasında Akdeniz ve Ege vardır. 

İyi ve güvenli koşullar için göçmenler Edirne'deki Meriç nehri gibi nehirleri, Sahra gibi çölleri ve Akdeniz gibi denizleri aşmaya çalışırlar. Ve susuzluktan, açlıktan, donarak, boğularak veya vahşi hayvanların saldırısına uğrayarak ölürler. Normalde istisnai olan ölüm nedenleri iki dünyayı birbirinden ayıran sınırlarda normalleşir. Meksika çöllerinde, 15-20 çeşit zehirli yılanın yaşadığı belirtilmiştir ve yılan sokmaları bu çölleri geçmek isteyen göçmenler için yaygın bir ölüm nedenidir. Ve boğulmak denince akla artık ilk olarak göçmenler gelir; botları Akdeniz'de çalkalanır, sahte can yelekleri işe yaramaz ve bedenleri sonunda gitmek istedikleri uzaktaki o hayal ülkesinin kıyılarına vurur. "Sonunda başardın!"

Desen: Tan Oral

2014'ten bu yana hayatını kaybeden göçmenlerin sayısını en az 47.757

Bir ölüm nedeni olarak 'sınır ölümleri' veya göç yollarında ölüm, yeni bir gerçekliktir. Fazla değil, bundan sadece 30 yıl öncesine göre bile çok daha yaygındır. Özellikle de geçtiğimiz son 10 yıl göçmenler için en ölümcül 10 yıl olmuştur. Suriye savaşıyla hız kazanan Avrupa'ya yönelik göç hareketleri ve Akdeniz kıyılarındaki cansız göçmen bedenlerinin haber ajanslarına düşen ve Aylan bebek gibi akıllarda kalan görüntüleri de bunu destekler niteliktedir. 

Uluslararası Göç Örgütü (UGÖ) 2014'ten bu yana göç yolunda hayatını kaybeden göçmenlerin sayısını en az 47.757 olarak veriyor. 2014 ve 2022 yılları arasındaki yedi yılda kaydedilen ölümlerin büyük çoğunluğu ise toplamda 23.721 kişinin öldüğü veya kaybolduğu Akdeniz'de gerçekleşmiş. Bu tahminler esasında kesinleşmiş alt sınırı yansıtıyor. Zira durum çok daha vahim. 

Dünyadaki göçmen ölümlerinin çoğu dünyanın istatistik toplamaya elverişli olmayan uzak bölgelerinde gerçekleşiyor. Bu da, bu ölümlerin çoğunlukla kayıt dışı kaldıklarını gösteriyor. Yanı sıra tekneleri batan göçmenler de denizlerde kimi zaman arkalarında hiçbir iz bırakmadan kayboluyor ve kendileri gibi ölümleri de kayıt dışı kalıyor. Başka bir örnek Afrika'dan… Çoğu Sahra-Altı Afrikalı mülteci Avrupa'ya ama onun da öncesinde Akdeniz'e ulaşabilmek için Sahra Çölü'nü geçmek zorunda. Bu çölde kaybolan ve ölen göçmen sayısını ise kimse tam olarak bilmiyor. Bazı uzmanlar, kıyılarda bulunan her bir ceset için kaybolan ve izi sürülemeyen en az iki cesedin daha olduğunu tahmin ediyor. Ki bu da kıyılar için bildirilen ölüm sayısının kayıtlı olanın aslında üç katı olduğu anlamına geliyor.

Akdeniz'de bir mülteci botu, Mayıs 2016 (Fotoğraf: AA/Getty Images)

Hayati tehlikelerine karşın düzensiz göç hareketleri artarak devam ediyor. Ve devletler, sınırlarındaki hayati tehlikeleri azaltmak yerine sınır önlemlerini arttırarak geçişleri var gücüyle engelliyor. Göçmenler sınırlara yığıldıkça daha uzun ve yüksek duvarlar, dikenli teller, hendekler ve güvenlik güçleriyle sınırlarını daha da 'kalınlaştırıyor'. Düzensiz göç, sınırlarının "kontrolünü geri almaya" çalışan bir ulus-devletin egemenliğine ve istikrarına yönelik bir tehdit olarak sunulurken, göçmenler, ev sahibi ülkeyi 'istila eden' ve onun toplumsal harmonik bütünlüğünü bozup, etnik yapısını 'kirleten' anonim gruplar olarak tasvir ediliyor. 

Göçmenlere sözgelimi ontolojik bir iyilik atfetmenin sorunları bir yana, tersini yaparak onları insan tanımından uzaklaştıran bu söylemler de içeridekilerin - vatandaşların - kendilerini tehdit altında hissetmelerine yol açıyor. Bu da sonuçta acil güvenlik önlemleri yönünde toplumsal bir talep yaratıyor. Ve çocuklar sınırlarda boğuldukça devletler sınır duvarları örmek, dikenli teller çekmek, hendekler kazmak ve sınırlardaki güvenlik güçlerini artırmak için birbiriyle yarışıyor. 

II. Dünya Savaşı'nın sonunda bütün dünyada beşten az fiziksel sınır duvarı varken günümüzde bunun en azından 63'e çıkmış olması yarışın nasıl gittiğini gösteriyor. Bir bölgede sınır duvarları yükselirken hiçbir ülke, aksi halde sınırları duvarların arasındaki açık kapı haline geleceğinden, yarışa katılmamayı göze alamıyor.

Kapıda beklemek bazılarının kaderi gibidir…

Oysa sınır duvarları göçleri bütünüyle engellemez. Fakat göçmenleri güvenli olmayan göç yollarına teşvik ederek göçü daha da düzensiz ve daha da ölümcül bir hale getirir. Göçmenler sınır duvarlarını dolanarak, duvarların olmadığı sınırlara yönelir. Ülkelerin sınır duvarlarına ihtiyaç duymadığı yerler ise yüksek dağlar, denizler ve derin kanyonlar gibi doğal sınırlardır. Tıpkı iki tatlı su kaynağını birbirinden ayıran kızgın çöl gibi 'iki dünya' arasındaki doğal sınırlar da oldukça tehlikelidir. Ve barındırdığı tehlikelerle aslında fiziksel bir sınır olmaktan çok yaşam ile ölüm arasındaki bir sınırdır. Fakat kapılar kapalı ve dahası, gitmek zorundaysanız fazla bir seçenek yoktur. Ve sınırlar, tıpkı sayısız mültecinin öldüğü Cebelitarık ve Sicilya Boğazı, Güney İtalya, Batı Avustralya ve Ege kıyıları gibi 'kıyı ölüm bölgeleri'nde olduğu gibi uzak ülkelerin ölü vatandaşlarıyla doludur.

Bir devletin sınır işaretleri artık sadece "Welcome" tabelaları, duvarlar, dikenli teller veya sınır muhafızları değildir. Fakat ayrıca sınırlar boyunca uzanan isimsiz göçmen mezarlıklarıdır. Sınır mezarlıkları içeriyi dışarıdan ayıran ve kimlerin girip kimlerin giremeyeceğini gösteren yeni bir işaret levhasıdır. Ulus-devlet sınırlarının yaşam hakkının sınırlarına dönüştüğü bu mezarlıklar aynı zamanda kuvvetli bir sembolik anıt niteliğindedir. Ve denizi atmosferden ayıran sınırı aştığında bir balığa ne olursa modern devletlerce tanımlanan varoluş koşullarınızın dışına çıktığınızda size ne olacağını gösterir.

Kapıda beklemek bazılarının kaderi gibidir. Bu dünyada ve öldükten sonra…



YARIN: Geri itme: Türkiye dahil, devletlerin göç kontrolü için geliştirdikleri yeni moda uygulama

Yazarın Diğer Yazıları

Dün her şey daha güzeldi...

Dünün daima daha güzel olduğu düşüncesi, sürgün edebiyatından önce, nostaljinin konusudur. Bir kelime olarak nostalji, “eve dönüş” ve “acı” anlamlarına gelen Yunanca sözcüklerden türer.

Agota Kristof'un üçlemesi: Sürgün, nostalji ve yas

"Ülkemi terk etmeseydim hayatım nasıl mı olurdu? Sanırım daha zor, daha yoksul ama daha az yalnız, daha az parçalanmış ve belki daha mutlu.”

İsmi dışında tamamen yazısız ve sadece resimlerden oluşan bir roman okudunuz mu?

'The Arrival' tamamen yazısızdır. Belirli bir sistematik dahilinde bir araya getirilen görseller, illüstrasyonlar ve simgeler, hikâyenin çeviriye gerek kalmadan ve yeryüzündeki hemen herkesçe anlaşılmasını mümkün kılar