31 Ocak 2022

Dünya çapında ikinci en büyük göç krizi: ‘Yurt dışındaki yerinden edilmiş Venezuelalılar’

Ne göçmen ne de mülteci olarak kabul edilen ve Suriyelilerden sonra dünyadaki en büyük yerinden edilme olayı olan Venezuelalı göçmenler, BMMYK’nın yerinden edilmiş nüfuslarla ilgili resmi raporlarında ‘yurt dışındaki yerinden edilmiş Venezuelalılar’ (Venezuelans displaced abroad) şeklinde kendilerine has bir kategoriyle yer alıyor

Kolombiya’dan çıkıp Ekvador’a girebilmek için kayıt sırası bekleyen Venezuelalılar, Fotoğraf: Reuters

Hugo Chávezin 2013te ölümünün ardından iktidara gelen Nicolás Maduronun ilk döneminde Venezuela ekonomisi ciddi bir çöküşe girmişti. Yaşanan siyasi, ekonomik ve sosyal zorluklar, 30 milyon nüfuslu ülkede, 2014 yılından bu yana nüfusun yaklaşık beşte birini sınır dışına göç etmeye zorladı. Göç dalgası eski şiddetinde olmasa da halen devam ediyor ve Venezuelalılar, Suriyelilerden sonra dünya çapında ikinci en büyük yerinden edilen nüfusu oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ise bu trendin süreceğini ve yakın bir zamanda, Suriye ölçeğini de aşacağını tahmin ediyor. 

Suriyedeki savaş gibi diğer yerinden edilme krizleriyle kıyaslandığında, modern tarihin en büyük insani krizlerinden biri olan Venezueladaki bu kriz, uluslararası toplum ve Batı medyasında, büyüklüğü ölçüsünde ilgi görmüyor. Zira onlar daha çok güvenli bir uzaklıktan, bu kendine özgü göç hareketine bir tanım bulmak ve onu hangi göç kategorisine dahil edebileceklerini düşünmekle meşgul. Kuşkusuz diğer göç hareketleriyle benzerliğinden çok farklılığıyla bilinen Venezuelalı göçünün adını koymak ve ona hukuksal bir tanım vermek önemli. Çünkü devletler, göçün ekonomik ve sosyal yüklerini bu tanıma göre paylaşıyor. Veya yükümlülüklerinden işte bu tanım sayesinde kaçınıyor. 

Venezuela’da yedi yıldır ciddi sosyo-politik ve ekonomik bir kriz yaşanıyor 

Dünyanın en büyük ham petrol rezervlerine sahip olan Venezuela, 10 yıl öncesine kadar Latin Amerika'nın en hızlı gelişen ekonomilerinden biri ve bölgenin en zengin ülkesiydi. Gelişen petrol ekonomisi ile bir zamanlar göçmenler ve mülteciler için de en cazip ülkelerdendi. Fakat bir zamanların müreffeh OPEC ülkesi 2014'ten itibaren şaşırtıcı bir çöküş yaşadı. Mali kötü yönetim ve düşen petrol fiyatlarıyla başlayan ekonomik kriz ve bunlarla ilişkili olarak yedi yıldır devam eden hiperenflasyon (2021de %686 ve 2020de %2959), VenezuelaVenezuelalılar için yaşanmaz kıldı.


Ücretsiz yemek için sırada bekleyen Venezuelalılar, Meridith Kohut, The New York Times

 Venezuela nüfusunun yaklaşık dörtte üçü şu an aşırı yoksulluk içinde. Ekonomik kriz nedeniyle milyonlarca insan en temel gıda, su ve sağlık hizmetlerine bile yeterince erişemiyor. Birçok Venezuelalı için ailesini beslemek gittikçe büyüyen bir sorun. BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, Venezueladaki yetersiz beslenme oranı 2012'den bu yana dört katına çıkmış. Yaklaşık 280 bin kişi yetersiz beslenme nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıya ve özellikle 5 yaşın altındaki çocuklar için sorun acil durum eşiğine dayanmış. 

Mayıs 2018deki başkanlık seçimine işte bu ekonomik ve sosyal sorunlarla girildi. Seçimin sonucu da tıpkı bu sorunlar kadar sorunluydu ve tartışmalı bir seçim süreciyle başa gelen Nicolas Maduro ile anayasadaki bazı maddelere dayanarak kendisini başkan vekili ilan eden Ulusal Meclis lideri Juan Guaidó arasında halen devam etmekte olan bir liderlik krizi başladı. Ekonomik ve sosyal sorunlar siyasal bir krizle tamamlanarak, dünyanın en zengin petrol ülkelerinden biri olan Venezuelayı, ancak sıcak savaş dönemlerinde yaşanacak türden bir çöküşe sürükledi. 

Maduro hükümeti, ülke içinde bir insani krizin yaşandığını reddediyor ve sorunların kaynağı olarak ABD yaptırımlarını işaret ediyor. Venezueladaki krizin, ABD'nin petrol endüstrisine yönelik yaptırımlarıyla derinleştiği bir gerçek. ABD, Venezuela Merkez Bankası'na yaptırım uygulayarak kurumun Amerikan dolarına erişimini engelliyor ve bu da Maduro rejiminin uluslararası işlemleri yürütme kabiliyetini kısıtlıyor. Açıklayıcı tekil bir neden bulmak zor olsa da sonuçta Venezuela krizinde ABD yaptırımları, petrol fiyatlarındaki düşüş, liderlik krizi, mali kötü yönetim ve yolsuzluk gibi bir dizi faktörü izole etmek mümkün görünüyor. 

Öte yandan, gerekçesi ne olursa olsun krizin bir sonucu olarak son yedi yıldır Venezuelalılar ülkelerini terk ediyor. İşsizlik, geleceksizlik, şiddet ve insan hakları ihlalleri bir yana gıda ve tıbbi malzeme gibi en temel ihtiyaçları karşılamadaki sıkıntılar, milyonlarca Venezuelalıyı daha iyi bir yaşam için halen sınır dışı göçe zorluyor. Yerinden edilen (displaced people) Venezuelalıların büyük çoğunluğu şu an Latin Amerika ve Karayipte yaşıyor. Venezueladan bu bölgelere göç hareketi, Latin Amerika tarihinin en kötü insani krizlerinden biri. Halen süren Suriyeli göçü gibi, bir ülkeden bir diğerine kitlesel insan hareketi olarak benzerleri bulunsa da Venezuela sorunu, herhangi bir savaş veya çatışma kaynaklı olmaması anlamında diğer mülteci krizlerinden farklı bir örnek. Gerçi Venezuelalıların her gün karşı karşıya kaldıkları koşullar, aktif bir savaş bölgesindeki koşullardan çok da farklı değil. 

Suriye, Afganistan ve Güney Sudan gibi iç savaşın harap ettiği ülkelerde görülenlerle karşılaştırılabilir düzeyde bir mülteci krizi söz konusu. Venezuelalılar savaştan veya çatışmadan kaçmıyor olabilir, fakat yaşadıkları zorluklar son yıllarda dikkatleri en çok üzerine çeken Suriyeli mültecilerinkine benzer. Buna karşın, uluslararası toplum, küresel değil de bölgesel bir kriz olarak nitelemeyi tercih ettiği Venezuela sorununa büyük oranda kayıtsız kaldı. Dahası, Suriye sorunu gibi benzer düzeydeki diğer yerinden edilme krizleriyle kıyaslandığında, Venezuela mülteci krizinin çözümü için, örneğin Suriyeli mültecileri sınırlarının içinde tutabilmesi için Avrupa Birliğinin Türkiyeye görece cömertçe sunduğunun aksine, yeterince finansal destek sağlamadı. Venezuelalı mülteciler için ev sahibi ülkelere yönelik entegrasyon ve kalkınma temelli bu gibi finansal desteğin yetersiz olması, söz konusu ev sahibi ülkelerin - örneğin Kolombiya - orta gelirli olmalarıyla ilişkilendiriliyor. Hâlbuki durum bundan çok, Venezueladaki göç hareketinin nasıl kategorilendirildiğiyle ilişkili görünüyor. 

‘Mülteci’ mi ‘göçmen’ mi? 

Suriyelilerden sonra dünyadaki en büyük yerinden edilme olayı olan Venezuelalıların kitlesel göçünün nasıl kategorize edileceği halen tartışmalı. Venezuelalıların ekonomik göçmen veya mülteci olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda BMMYK da net değil. Bunların mültecilerden ziyade ekonomik göçmenler olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgularken, aksi yöndeki bir uygulamayla, bölgedeki STK'lara, Cartagena Deklarasyonuna dayanarak Venezuelalıların mülteci olarak sığınma talepleri için dava açmalarına yardımcı oluyor. 

Tanımsal olarak örtüşmeyen bu iki yaklaşımı benimseyerek, BMMYK aslında Venezuelalılar konusundaki kafa karışıklığını yansıtıyor. Göçmenlere duruma göre ve eşzamanlı olarak hem ekonomik göçmen hem de mülteci muamelesi yaparak tanımlama krizini aşamıyor ve sonuçta Venezuelalılar için yeni bir kategori yaratarak sınıflandırma sorununa geçici bir çözüm buluyor. Ne göçmen ne de mülteci olarak kabul edilen Venezuelalı göçmenler, BMMYKnın yerinden edilmiş nüfuslarla ilgili resmi raporlarında ‘yurt dışındaki yerinden edilmiş Venezuelalılar(Venezuelans displaced abroad) şeklinde kendilerine has bir kategoriyle yer alıyor. Her göçmen tanımı/kategorisi beraberinde uluslararası kuruluşların tanıdığı birtakım haklar getirir. Oysa kendileri için yaratılan bu yeni kategorinin, ekonomik göçmen ve mültecilerden ayırt edilen Venezuelalı göçmenlere ne gibi haklar sağladığı halen bilinmiyor. Durumlarının yeni bir adlandırmayla tanımlanması, henüz sıkıntılarına bir çözüm getirmedi. Ama hiç değilse, göç türleri arasındaki bir cerrah titizliğiyle saptanan farklılıklar üzerine inşa edilen söylemin yetersizliğini ve bağlayıcı olması gereken tanımların devletler için uçuculuğunu gösterdi. Devletlerin soruna daima ekonomik yükümlülükler çerçevesinden bakması şaşırtıcı değil. Ve her yeni göç dalgasını adlandırmak için yöntem belli: yükümlülükler artıyorsa, yeniden adlandır! Günümüzde, sınır ötesi yerinden edilme sebeplerinin çoğaldığı -savaş ve bölgesel istikrarsızlık gibi geleneksel olanlarının yanı sıra iklim değişikliği ve gıda sorunu gibi yenileri- ve buna bağlı olarak, durmadan mevcut herhangi bir kategoriye uymayan ve Mülteci Sözleşmesinin dışında kalan yeni göç türlerinin doğduğu düşünüldüğünde, bu adlandırma mücadelesinin, göç literatürüne ilişkin salt teknik bir konu olmaktan çıkıp, bir insan hakları mücadelesine dönüştüğü anlaşılabilir. 

Geleneksel göç kuramında insanlar iç savaş, doğal afet ve ekonomik zorluklar nedeniyle, yani kabaca üç temel sebeple ülkelerinden ayrılır. Oysa mülteci statüsü, ülkeleri içinde yerlerinden edilmiş, doğal afetler ve ekonomik sıkıntılar sonucu yer değiştiren kişilere verilmez. Yani, şiddet ve zulüm nedeniyle ülkelerinden kaçanlara koruma sağlayan mevcut mülteci tanımı, ciddi sosyo-ekonomik haklardan mahrum bırakılan kişileri kapsamaz. Göçle ilgili düzenlemelerin hiyerarşik bir hak sistemine dayandığını gösteren bu dışlayıcılığın gerekçesi ise, ekonomik gerekçelerin yaşamsal bir tehdit oluşturmadığı düşüncesidir. Hukuki açıdan önemini koruyan göç kategorileri halbuki gerçek deneyimler söz konusu olduğunda, birbirlerinden tanımlarının belirttiği ölçüde ayrılmaz. Bir göç süreci belirli bir kategoriye sığdırılamadığı gibi birden fazla kategoriye uygunmuş gibi de görünebilir. Tıpkı akışkan göçmen hareketleri gibi, kategorilerin arasındaki sentetik sınırlar bulanıklaşır ve kategoriler birbirine dönüşür. Ve Venezuelalıların kitlesel göçünde bir kez daha deneyimlendiği gibi gönüllü ve zorunlu göç arasında keyfi bir ayrım yapmak, bir tanımı gerçekliğe dayatmak anlamına gelir. 

Öte yandan, şiddet ve hatta sıcak savaştan kaçıyor olmak bile mülteci statüsünü garanti etmez. Tanıdık bir örnek bizim buralardan. Suriye iç savaşından kaçarak Türkiyeye sığınan ve “ilk görüşte mülteci” (prima facie refugees) özelliği taşıyan yaklaşık 4 milyon Suriyeli, Türkiyede mülteci olarak tanınmaz. Sözleşmedeki tanımın kapsamı ve içeriği, genellikle ülkeler tarafından içinde bulunulan duruma göre yorumlandığından, kimin mülteci olarak tanınıp kimin tanınmayacağı son tahlilde devletlerin inisiyatifinde, yani çıkarları doğrultusunda belirledikleri keyfi bir meseleye dönüşür. Ve de facto kural, mültecilerin haklarındansa devletlerin çıkarlarıdır.

        Kolombiya’ya geçen Venezuelalılar, George Castellanos/Agence France-Presse — Getty Images

 1984 Cartagena Deklarasyonu

Venezuelalıların sığındığı bölge ülkelerinin çoğu ulusal mülteci ve iltica yasalarında 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesindeki mülteci tanımının yanı sıra bölgesel fakat bağlayıcılığı olmayan bir anlaşma olan 1984 Cartagena Deklarasyonundaki mülteci tanımını da benimsemiştir. 

Cartagenadaki 'mülteci' tanımı daha kapsamlıdır ve yalnızca bireysel olarak zulme uğramaktan duyulan haklı korkuyu değil fakat aynı zamanda büyük insan gruplarının kaçmasına neden olabilecek olumsuz koşulları da hesaba katar. Buna göre bir mülteci "hayatı, güvenliği veya özgürlüğü yaygın şiddet, dış saldırı, iç çatışma, büyük insan hakları ihlalleri veya kamu düzenini ciddi bir şekilde bozan başka durumlar yüzünden ülkesinden kaçmış kişidir." 

Yasal olarak, Venezuelalı göçmenlerin 1984 Cartagena Bildirgesi'ndeki mülteci tanımına uyduğu açık. Fakat ev sahibi Latin Amerika ülkeleri onları mülteci olarak tanıma konusunda isteksiz. Çünkü yine aynı hikâye, Venezuelalıları ‘mülteciolarak tanımak, uluslararası toplum ve ev sahibi ülkelerin onlara karşı yükümlülüklerinin artması demek. Venezuelalılar halen mülteci olarak tanınmıyor. Ve onlar için yeni bir göç kategorisi icat edilerek, tıpkı vananın açılıp kapatılarak suyun akışının kontrol edilmesi gibi BMMYK ve diğerlerinin Venezuelalılara karşı sorumluluk derecesi dikkatle ayarlanmış oluyor. 

Göç ve kategorik fetişizm 

Yeryüzünün bir noktasından bir diğerine insan hareketi olarak göç, her zaman vardı. Fakat ulus devletler sınırlarına düşkünleştikçe, sınır aşırı göçler de görünürlük kazandı. Artık devletlerin radarından kaçmayan tek bir kitlesel insan hareketinden bahsetmek mümkün değil. Devletler, ekonomik yükümlülükleri kontrol ve paylaşma mekanizması olarak her türden göç hareketini, buna uygun adlandırmalar yaparak denetliyor. Gerekirse, yeniden adlandırıyor. 

Yeni doğan bebeklerin kulağına, tanıdıkları birinin ismini fısıldarlar; bebek büyüyünce o ismin iyi huyunu ve güzel karakterini alsın diye… Venezuela'da yedi yıldır kitlesel göçler yaşanıyor ve buna uygun bir tanım aramakla meşgul uluslararası toplum, göçmenlerin kulağına ne fısıldayacağını düşünüyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dün her şey daha güzeldi...

Dünün daima daha güzel olduğu düşüncesi, sürgün edebiyatından önce, nostaljinin konusudur. Bir kelime olarak nostalji, “eve dönüş” ve “acı” anlamlarına gelen Yunanca sözcüklerden türer.

Agota Kristof'un üçlemesi: Sürgün, nostalji ve yas

"Ülkemi terk etmeseydim hayatım nasıl mı olurdu? Sanırım daha zor, daha yoksul ama daha az yalnız, daha az parçalanmış ve belki daha mutlu.”

İsmi dışında tamamen yazısız ve sadece resimlerden oluşan bir roman okudunuz mu?

'The Arrival' tamamen yazısızdır. Belirli bir sistematik dahilinde bir araya getirilen görseller, illüstrasyonlar ve simgeler, hikâyenin çeviriye gerek kalmadan ve yeryüzündeki hemen herkesçe anlaşılmasını mümkün kılar