12 Şubat 2019

Komşunun dili

Yabancı birinden duyduğumuz Türkçe bir “Nasılsın?” cümlesinin bile o insanla nasıl bir bağ oluşturduğunu ve bizi nasıl mutlu ettiğini çok iyi biliriz

Öylesine kötülüklerle çepeçevre sarılmış, kötülüklere gark olmuşuz ki, bazen küçük bir haber insanın içine sıcacık akıp yüreğini ısıtmaya yetiyor. Geçenlerde T24’te okuduğum bir haber tam da bu etkiyi yaptı bende. “Hayır” dedim kendi kendime, “her şeye rağmen yeryüzünde iyi olan bir şeyler var ve onlar da yaşamaya devam ediyor.” Demek dünya sadece savaş tacirlerinden, satıcılardan, tecavüzcülerden, eline silah alıp ortalığa rastgele ateş açan katillerden, tecavüzcü avukatlarının pişkin sırıtışlarından ibaret değil. Okyanusta damla da olsa, iyilik bir yerlerde yaşamaya devam ediyor. İyi haberler duyulup yayıldıkça da, kötülük denizlerinde her şeye rağmen çoğalıyor ve kendine bir yer bulabiliyor.

Haber şöyleydi:  ABD’nin Boston şehrinde işitme engelli olarak doğan ve şu anda iki yaşında olan Samantha Savitz’in yaşadığı sokakta oturan yaşları 19 ile 60 arasında değişen 20 komşusu Amerikan işaret dilini öğrenmek için kursa yazılıp bu dili öğrenmişler. Minik Samantha kendisini yalnız hissetmesin diye yapmışlar bunu. Böylece Samantha’nın oturduğu sokakta en çok konuşulan ikinci dil Amerikan işaret dili olmuş. Ne güzel bir haber değil mi? İşaret dili ya da başka bir dil fark etmiyor, dil temel iletişim aracı, insan kendini dille ifade eder, dille düşünür, dille sanat yapar, diliyle var olur. Diliyle kendisini yalnız hissetmekten kurtulur.  Minik Samantha bu dünyaya bir eksik gelmiş olsa da aslında ne kadar şanslı bir çocuk.

Haberi okuyunca içim ısındı ısınmasına da aklıma başka konular da geldi. Bizlerin beraber yaşadığımız komşularımızın diliyle aramız nasıldı? Şimdi bu haberin bize verdiği iyi duygularla, hep beraber düşünelim. Türkiye’de neredeyse 20 milyona yakın Kürt yaşıyor. Onlar bu topraklara sonradan gelmediler, hep buradaydılar. Bizler bu topraklarda onlarla birlikte yaşıyoruz. Kürtçe, bu 20 milyon vatandaşın konuştuğu dil. Kürtlerin anadili. Bizler Kürtçe kaç kelime biliyoruz acaba? Duruma iki boyuttan bakabiliriz, birincisi Kürtçe dili üzerindeki devlet politikaları, ikincisi olarak bizlerin yani anadili Türkçe olan sıradan insanların bu konudaki tutumları. Devlet politikamız açısından bakarsak, biliyoruz ki, daha düne kadar bırakın dillerini resmi olarak varlıkları bile kabul edilmiyordu. Kürtçe ise Kürtler tarafından sokakta bile konuşulması yasak bir dildi. Bugün resmi bir yasak olmasa bile Kürtçe konuşmanın, türkü söylemenin, yayıncılık yapmanın çok da güllük gülistanlık bir ortamda yapılmadığı açık. Kürtlerin ana dillerinde eğitim almaları yasak. Meclis kürsüsünde söylenen birkaç Kürtçe sözcüğün yarattığı fırtınayı hemen hepimiz hatırlıyoruzdur. Daha geçtiğimiz hafta Adana valiliği, HDP’nin organize ettiği Kürtçe Tiyatro Festivalini güvenlik gerekçesiyle yasakladı. Kürt dili bir güvenlik sorunu olarak görülmeye devam ediyor resmi kafalarca.

Devletin politikaları bir yana biz ne kadar çaba gösterdik, onlarla, onların dillerinde iletişim kurabilmek için. Oysa yabancı birinden duyduğumuz Türkçe bir “nasılsın?” cümlesinin bile o insanla nasıl bir bağ oluşturduğunu ve bizi nasıl mutlu ettiğini çok iyi biliriz. Benim asıl üzerinde durmak istediğim mesele de bu zaten. Biz komşularımızın dilini neden 3-5 kelime de olsa öğrenmedik? Bu soru öncelikle kendime sorulmuş bir soru, Muş’un Bulanık ilçesinde doğup büyüdüm, lise yıllarıma kadar orada yaşadım. Hep içime dert olmuştur, nasıl bir duvar örülüydü ki aramızda ben “eşek oğlu eşek”ten başka Kürtçe bir şey öğrenmeden geçirdim yıllarımı. Nasılsa, aynı köyde doğup büyüyen Kürt ve Türkler arasında bile şimdi fark ettiğim bir dil duvarı örülüydü. Kürt köylerinde yıllarca öğretmenlik yapıp birkaç kelime bile Kürtçe öğrenmemiş tanıdıklarım vardı. İçten içe şöyle bir hissiyat sanırım buna neden oluyordu: Zaten bizim değil onların bizim dili öğrenmesi gerekiyor, asıl olan, geçerli olan bizim dilimiz. Oysa öğrenilecek birkaç kelimeyle kurulacak bir iletişim bizi başka noktalara taşıyacaktı; dil insanlar arasında sağlam bir empati kurulmasını sağlar, güçlü bağlar oluşturur çünkü.

Birkaç yıl öncesinde bisikletle Batı Trakya’dan geçmiştik. Bisikletli olmamız sayesinde geçtiğimiz yerlerde birçok insanla sohbet etme şansımız oluyordu. Bizim Türkiye’den olduğumuzu öğrendiklerinde hemen hepsi, arka arkaya Türkçe bildikleri cümleleri sıraladıklarında, biz şaşkınlık içinde nereden bildiklerini düşünürken, onlar “bizim Türk komşularımız var” demişlerdi. Bunu duyduğumda da aynı şekilde düşünüp utanmıştım. Biz neden biraz olsun komşularımızın dilini bilmiyorduk. Sahi biz neden üç beş kelime Kürtçe bilmiyoruz?


İlgili haber şöyle:

https://t24.com.tr/haber/iki-yasindaki-isitme-engelli-cocuk-icin-20-komsu-isaret-dili-kursuna-yazildi,807660

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti