22 Mart 2020

M-Bir Şehir Katilini Arıyor: Kendini bulmak

Görünen o ki, katilinden kaçan dünya, katillerden kaçmaya devam edecektir.  Bilgiyi, para olarak gören bir zihniyetin getirisi…

Eve kapanma mecburiyeti, psikolojik zaman bilincini harekete geçirir. Olağan günlerde yaşamak, zaman içinde eylemektir. Oysa şimdi eylem, yavaşlayan zamana biçim kazandırmak içindir. Fırsat bu fırsat! Zaman kendiliğinden akmayacak, insan onu sürecektir. İnsanı taşıyan zamanı, şimdi insan taşıyacaktır. Gişelerin hali kötü bir film sahnesini andırıyorsa, gelin evde izlenebilecek bir filmden söz edelim. Tam vaktidir; katilinden kaçan dünyanın, katilini arayan şehri anlaması olasıdır. 1931 yapımı Fritz Lang filmi sanki çok sayıda çağrışımla günümüze göndermede bulunuyor.

Çocuksu başlıyor film, oyunla… Oynayan varlığın nasıl zamanla yargılayan varlığa dönüştüğünü izleyeceğiz. Seke seke eve gitmekte olan güzeller güzel Elsie'yi karşıdan gelen heybetli bir gölge durdurur. Bir balon, biraz şeker, sonra gazete haberleri… Katil, çocukları çocukça şeylerle ayartır, kuytu bir köşede öldürür ve izini kaybettirir. Önceki ölümler ninnilere uğursuzluk etiketi yapıştırmışken, Elsie'nin ölümü korkuyu artırır, sabırları zorlar. Ailelerin feryatları, yetkililerin önlemleri sürer gider…

Önlem, zorunlu bir engeldir. Bir tür paradoks; hayata bağlanmak için hayattan el-etek çekmek. Yaşamak için yaşam belirtisi taşıyan her ilişki ve şeyden kaçmaya zorlayan korona zamanlarında olduğu gibi. Genel olarak onay görmeyen şey, şimdi talebe dönüşür. Bundan böyle, bin bir badireyle rafa kaldırılmış şeyler derhal yasallaşmalı, özgürlük düşmanı ilan edilmiş olan, ortak politika bellenmeli. İsteklerin -arzunun değil- önüne engellerin konulmasına gönüllü olmak… Haliyle önlem, olağandışı olanın olağanlaşmasıdır. Bunu, biyolojik olanın özgürlüğe tercih edilmesinden çok, özgürlüğün dönüşümü olarak yorumlamak gerekir. Özgürlüğü, irade veya istençle sınırlayan, bir tercih meselesine indirgen yaklaşımın ne kadar yanıltıcı olduğunu gösteren bir dönüşüm.

Güvenlik güçlerinin katili yakalamak için yaptığı her müdahale, şehir hayatının altını üstüne getirir. Adım başı kimlik kontrolü, soruşturmalar, gözaltılar, polis merkezleri, bar ve kafe denetimleri, otel baskınları… Demek, kimse katilin hayatında bir boşluk yaratmamıştır, tam aksine katil herkesi hizaya çekmiştir. Ekonomi, eğitim, sanat faaliyetleri, sosyal ilişkiler, velhasıl gündelik yaşamı düzenleyen her şey sekteye uğrayınca, tedirginlik baş gösterir. Olup-bitenlerin de önlemlerin de memnuniyetsizlik yaratması… İşte yasanın çıkmazı: korkuyu önleyip tedirginlik yaratmak… Tedirginliğin üstesinden gelmenin yasal bir yolu yoktur, aksi durumda çelişki baş gösterir. Bugün olduğu gibi… Koronavirüs'ün yarattığı duygu ile önlem alan mercilerin yarattığı duygu birbirini dürtüp durmaktadır. Paniklememe önerisinin zaten panik yaratması... "Sakin olun, savaştayız!", "Hazırlıklı olun, birçok kişi sevdiğini kaybedecek!", "Kaygılanmayın, yaşlılar ölecek!", "Mesele çok ciddi, ama imkanlarımız kısıtlı!"

Hırsız ve polis

Filmde, yasanın açığını kapatmanın yasal bir yolunun bulunmadığını kavrayan yegâne kesim suçlulardır. Bu harika sinematografik hamlenin amacı, ilişkileri ters çevirmek değildir, çelişkiyi aşmaktır. Yasa, söküğünü dikemez, çünkü zaten söküğüyle yasadır. Herkes olağan şüpheliyse, suçlu ile suçsuz arasındaki sınır erir. Bu kadar fazla önlem alınırsa, herkes dışarıya çıkmakta zorlanırken, suçluya dışarı çıkma imkânı doğar. Bütün köşeleri tutan polis, bir türlü katili yakalayamaz, ama hırsızların, yan kesicilerin, kumarbazların, fuhuşla meşgul olanların, seyyar satıcıların, dilencilerin eylem alanı da daralır. Durum, yasayı (polis), yasanın ihlalini (suçlular) ve her zaman yasadışı olmayan fakat yasal da olmayanı (dilenciler ve seyyar satıcılar) aynı kareye taşır.  

Film, son derece şaşırtıcı iddiaların tartışıldığı iki toplantı sahnesini eşzamanlı devreye sokar. Kamera, suçlu grupların liderleri ile yasal yetkililerin toplantıları arasında mekik dokurken, düşünme yetisi şölen yapar. Yetkililerin niyeti ile suçluların niyetini ortaklaştıran toplantı sahneleri bundan böyle ilişkileri ters çevirecektir. Çelişki ancak böyle aşılır. Polisin, katili yakalamak için aldığı önlemler suçluları zorlayınca, suçlular katili yakalamaya karar verirler. Çete liderlerinin mantığı şudur: Katili yakalamak bir ödevdir; çünkü biz yaşamak için çalarız, oysa katil yaşamı yok etmeyi amaçlar. Hemen ardından yasal görevlilerin toplantısında, toplumdan yardım alma seçeneğinin bir çırpıda elenmesine tanık oluruz. Mantık şudur: toplumla iş birliği yapılamaz, çünkü toplum, ihbarda bulunan ama bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetiyle hareket eden, dolayısıyla gerekli bilgiyi vermeyen insanlardan kurulu bir yapıdır. Öyleyse yasa, etik içermeyebilir ya da etik, yasayla ilişkili olmayabilir. Demek ki toplum, yasal olarak meşru, etik olarak gayrimeşrudur. Ahlakçılar, polise öfkelenebilir, ama polisin, görev gereği toplumun ar damarlarında dolaştığını hatırlamak gerekir. Korona, polisi haklı çıkarır görünmüyor mü? Kıyamet kopmaktadır, ben kaçmalıyım! Dayanışma, doğası gereği, insanlık değerleri tehdit altında olduğunda devreye girer. Gel gör ki, zor zamanların hesapçısı, etraf gülük-gülistanlıkken dayanışma önerir. Sürü ahlakına gün doğar! Olağan zamanların dayanışma talebi, kesinlikle kayrılma isteğidir. Polisin mantığı yanlış değildir, fakat bir boşluk yaratır. Ve suç hızlıca gelip bu boşluğa yerleşir. Bu, yasadışı olanın her zaman etik dışı olmadığını imler. Polis nazarında toplum güvenilmezdir, suçlular nazarında ise yasanın açığını yasadışı olanın kapatması mümkündür.

Yasanın yardımına onu delenler koşunca, yasanın amacı yasanın ihlaliyle gerçekleşir. Bir yandan, yasadan kaçarak yaşamak, öte yandan, kaçtıkları yasadan kaçarak kaçağı yakalamak... Sadece suç işlemek anlamında değil, yasanın istediğini de yasadan gizli yapmak anlamında. Katmerli suç desek olmaz, suçsuzluk desek olmaz, yasaya yardım desek olmaz. Her şeyi allak bulak eden bir suçlu arama süreci. Yasanın devreye soktuğu tedirginlik bulutları bu şekilde dağıtılacaktır. Böylece yasa ile suç gelip aynı amaçta birleşir. Yasadışı olanlar, yani suçlular ne yasal ne de yasadışı olanlarla, yani dilenci ve seyyar satıcılarla iş birliği yapar. Bundan böyle polis görünmez olacak, suçlular idare edecek, dilenci ve seyyar satıcılar eylemde bulunacaktır. Yasa ile suç arasındaki iş birliğini, ne yasal ne de yasadışı olan kurar. Buradaki rol ilginçtir, çünkü yasa ile yasadışı arasında bir yerde konumlansalar da dilenciler ve seyyar satıcılar yasadışı alana yakın dururlar.

Yargıç ve suçlu

Bu karmaşık ilişkiler ağında her şeyi çıkar yönetir görünüyor. Suçlular, katili, işlerini aksatmaya neden olduğu için yakalamayı planlar, dilenciler ve seyyar satıcılar, etraflarını saran olağanüstü güvenlik önlemlerinden kurtulmak için suçlularla iş birliği yaparlar. Fakat, çok geçmeden hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlarız. Suçlular ile polis arasındaki zorlu rekabeti, katili ele geçiren suçlular kazanır. Bundan sonra yaygın perspektif altüst olur. Kalabalık bir suçlular grubu, terkedilmiş koca bir binada mahkeme kurup katili yargılamaya başlar. Yasanın temelini oyanlar, yargıçlık makamına otururlar. Bu ilginç mahkeme karşısına yaka-paça çıkarılan suçlu, suçunu hızlıca itiraf eder. Bu doğaldır, çünkü duygularla inşa edilmiş mahkeme ortamının katılığı onu hazırlıksız yakalar. Bir kurgu alanı olarak resmi mahkemenin yerini "gerçek bir mahkeme" alır. Bu şaşırtıcı gelebilir, ama böyle. Zira resmi mahkeme aslında bir mizansendir; plan ve program dahilinde yürüyen kurumsal danışıklı hal… Hem yargılayanın hem de yargılananın, çok önceden tasarlanmış bir çerçeveye oturan bir gündemi ve hazırlığı söz konusudur. Her hamle manipülasyonlara, çarpıtmalara, yön değiştirmelere açıktır.

Ancak sosyal mekân inşasının dışına itilmiş bir yerde, ayrıksı bir ortamda, yasanın ihlalini amaç edinmiş bir kalabalık karşısında, bütün kurgular bertaraf olur. Hazırlıksız mahkûmun elinde yaptıklarının kötücül hatıraları ve duyguları, yargılayan insanların elinde kanaatleri ve duyguları vardır. Plansız ve programsız kalan mahkûm ile yasal bağlayıcılığı olmayan mahkeme heyeti arasında her şeyin duygu ve deneyimlerden doğduğu sahih bir tartışma geçer. Normun ve rolün yerini deneyim ve duygu alır. Yargılanan sanık, yargılayanlar yargıç değildir; acılar içinde kıvranan bir kişi, devasa bir ilişkiler ağına yakalanmış halleriyle bir grup insanın karşısına çıkmıştır. Katil, toplumun alter-egosudur.

Her şeyin tersyüz edildiği bu ortamda, birkaç kişiden oluşan yargı heyeti soru sorar, oturumu takip eden kalabalıktan müdahale gelir, atanan avukat ise savunma yapar. Her şey yasaya aykırıdır, ama gerçektir. Belki de şöyle ifade etmek gerekir: ortam, gerçekliğini yasaya aykırılıktan alır. Bu gerçekliğin esir aldığı katil, suçunu itiraf ederken, yargı heyeti ve izleyici kitlesi ölüm ister. Tamamen suçlulardan oluşan bu insanların tepkileri ve iddiaları ilginçtir. Katile öfkeli, kurbanlara ve ailelerine karşı hassastırlar. Öldürülen çocukların hallerine ağlar, ailelerin hislerine acırlar. Hayatın içinde etik değerlere tüm güçleriyle riayet eden bir halleri vardır. Değer duygularından bir hukuk çıkarır gibidirler. Pozitif hukuk nazarında suçlu olan bu insanlar, bir katil karşısında içten birer adalet savunucusu konumuna yerleşir. Böylece insanların duygu dünyaları ile toplumsal ilişkiler ağının yarattığı insan tipi arasındaki büyük gerilime tanık oluruz.

Akılsal olanın tamamen devre dışı kaldığı bu durumu atanmış suçlu-avukat dengelemek ister. Onun duygusu yoktur, rasyonel gerekçesi vardır. Suçlu, suç işlemeyi tercih etmemiştir, suç onun yakasına yapışmıştır. Bunu güçlü bir şekilde savunur, çünkü can sıkıcı bir komediye yakalanmış edasıyla katil, asıl suçlunun kendisini yargılayanlar olduğunu söyler. Dayanağı şudur: siz tercihen suç işliyorsunuz, oysa ben, neden öldürdüğümü bilmiyorum. İçinde kontrol edemediği bir ben, onu takip etmekte. Engellenemediği bir ben kan istemektedir. Öldürmediği zaman acı çeker, öldürdükten sonra acı çeker. Yalnızca cinayet esnasında sakinleşir ruhu. Tercih etmediğine göre, bilinçle hareket etmiyordur, acı çektiğine göre, bilinci açıktır. Yapmak istemediğini yapıyorsa, bilinçdışından gelen bir saik iş başında olmalı. Bu, kişisel bir eksiklik değil, simgesel/toplumsal bir semptomdur. Ne yapacakları konusunda hararetli tartışırlarken, polis baskın yapar. Garip bir durum söz konusudur. Katil, öldürmeyi tercih etmiyorsa, suçlular onu, yani bilinçdışını yargılama konumuna geçmişlerse, simgesel/toplumsal dünya masum değildir. Fakat çok geçmeden katili yargılayanlar ellerini kaldırıp teslim olurlar. Her şeye meydan okuyanlar suçluluklarını sessizce kabul ederler. Katil suçlu, toplum suçlu, yasadışı kesim suçlu...

Polis katili "hukuk namına" teslim alır, yargıç "halk namına" yargılar. Ve mahkemeyi takip eden Elsie'nin annesi, çocuklarını korumadıkları için aileleri suçlu ilan eder. Öyleyse, yasa sanıldığı kadar güçlü değilmiş, hukuk sanıldığı kadar adaleti gözetmiyormuş, halk sanıldığı gibi değerlere göz-kulak olmuyormuş, evin içi sanıldığı kadar güvenli değilmiş. Toplum, hukuk, halk birbirinin karşısına konulmuşsa, bu, aralarındaki sürekliliği göstermek içindir.

Katilinden kaçan dünya

Katilini arayan şehirden, katilinden kaçan dünyaya… Aramak ile kaçmak arasında bir paralellik vardır. İkisi de bilgisizliğe atıf yapar. Bilinmeyen aranır, güç yetirilmeyenden -bilgi eksikliğinden- kaçılır. Ancak katilini arayan şehir, aradığından fazlasını bulur. Demek ortada sadece bir dizi çocuk cinayeti sorunu yokmuş, her tarafa kök salmış bir suç varmış. Yasa, yasadan kaçan, yasayı uygulayan, yasaya sığınan… Herkes ve her şey eksiktir, hepsinde açıklar vardır.

Fakat film ve virüs, bizi, bazı filozofların kıymetini yeniden hatırlamaya davet ediyor. Sanının ve inancın, bilginin önüne geçmesini felaket olarak gören Platon'un, bilgiyi inançtan ayıklayan Kant'ın, her yaratıcı edim ve etkinliğin değer -erdem- olduğunu gören Aristoteles'in, değerlerin üstünü örten ahlaki hilelere karşı insanlığı uyaran Nietzche'nin, doğa yasasının sesine kulak verme bilgeliğine işaret eden Spinoza'nın, ve nihayet, özgürlüğü, bir eylem tarzı, bir isteme meselesi değil, kişinin kendini gerçekleştirme durumu olduğunu keşfeden Marx'ın. Doğa, devasa güçlere sahiptir, üstelik durmadan dönüşür, ani değişimler geçirir. Özgürlük, bu devasa gücün kestirilemez diyarlarında tercih gücünden fazla bir şeydir; özgürlük, var olma imkânı, kendini gerçekleştirme sürecidir. Ayrım, olası seçenekler arasından birini tercih etme hakkına sahip olmak ile bir seçenek yaratma gücüne erişmek arasındaki farktır. Argümanı sloganlarla değiştirme suçu, değerlerin yerine ahlaki kodları koyma suçu, doğa yasasının yerine sanının talebini ikame etme suçu, bütüncül bir ortama atıf yapan özgürlüğü bir ayıklama işine dönüştürme suçu… Görünen o ki, katilinden kaçan dünya, katillerden kaçmaya devam edecektir. Bilgiyi, para olarak gören bir zihniyetin getirisi…

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat: Babalar, kızlar ve karanlık tüneller

Cehennemde yaşayan babaların kızları asla cenneti yaşayamazlar. Mehmet, kızına acı çektirdiği için acı çekmiyor, acı çektiği için kızına acı çektiriyor. Onun da en az Hicran ve bizim kadar kurtuluşa ermeye ihtiyacı vardır

Kuru Otlar Üstüne: Postmodernizme göz kırpmak  

İnsanın psişik yapısının "Gerçek" ile simgesel düzeyleri arasındaki gerilimden, daha esnek bir ifadeyle, kültüre direnen yanı ile kültürel yanı arasındaki gerilimden doğan boşlukla karşılaşsaydık, filmin, insanın karanlık tarafını sorun edindiğinden söz edebilirdik. Gördüğümüz şey, varoluş sancısından, kendini gerçekleştirme mücadelesinin yoğunluğundan, amaç eksikliğinin yarattığı nihilist tutumdan çok ortamın bayağılığına yenik düşmüş kişiliklerin sinik halleridir. Belirsizlik derinlik demek değildir

Aşk (Her): Sinemanın gör dediği…

Sevenin, kalbinin bir köşesinde başkasına da küçük bir yer ayırması, sevilene kendi yerinin işgali olarak görünür. Bundandır ki, bütün toplumsal ahlaklar bol kepçe servis ettikleri sevginin kefaretini ötekine nefretle ödetirler. Her ahlak şu ya da bu şekilde sevgi buyurur, fakat hepsi de onay verdikleri insan tipine benzemeyi şart koşar