11 Ekim 2025

Dünyanın bütün iyi insanları, birleşiniz!

“Ateşkes”in “barış” olmadığını onlarca yıldır durmadan topraklarından edilmiş, binlerce kayıp vermiş, hayat hakları ellerinden alınmış bir halk çok iyi biliyor. Yine de “ölmeden ayakta kalabilmek” bile bir sevinç estirebiliyor. “Dünyanın bütün iyi insanları, birleşiniz” gibi bir umut benimkisi de!

Filistin - Gazze

Gazze için “ateşkes” iyidir elbette. Binlerce can ve hayat hakkı kaybeden Filistinliler bir nefes alacak. Belki tıbbi yardım ve gıda desteği daha çok ulaşacak, belki biraz imar olacak, belki çocuklar açlıktan çıkacak. Belki onca ölünün gerçek bir mezarı olacak.

“Vicdan”ın odağı bunlar olsa da “ateşkes”in odağı rehineler. Öncelikle ölü ya da diri onlar. Elbette onların da yaşama hakkı var, vardı. Dengesiz bir “savaş”ın, işgalin, onlarca yıldır bir halkın aşağılanmasının bir kurbanı da onlar.

“Ateşkes”in hemen öncesi, dünyanın her köşesinde bir “Vicdan enternasyonalizmi”nin yükselişine tanıklık etti. Belki ateşkesle orada kalır, belki başka bir şeye doğru evrilir.

Başta İspanya ve sonra Avrupa, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve birçok Latin Amerika ülkesi, “kimi İslam ülkesi”nde onbinlerce kişi, meydanlarda, sokaklarda, köprülerde, statlarda Gazze için yürüdü, haykırdı. Bazen devlet şiddetine maruz kaldı, bazen karşı şiddet oldu, bazen şarkılarla, sloganlarla ses verdi.

Bu Gazze’nin “artık dayanamayan vicdanlar”da açtığı bir “enternasyonalizm” türü. Bu sadece Gazze’nin, Filistin’in değil, dünyanın ihtiyaç duyduğu, muhtaç olduğu bir dayanışma ve “yeter artık” ümidi.

Elbette asıl sebep Gazze’den gelen her görüntü, orada “soykırım”a varan aşağılık bir katliam silsilesi, bir “enternasyonolist çekirdek” olan Sumud filosu ve benzerlerine uygulanan şiddetti.

Ancak başka şeyler de vardı: Özellikle genç kuşakların varlığı, özellikle “antifaşist” bir duyarlılık, özellikle savaş karşıtlığı, özellikle devletlere ve onların sözde uluslararası hukuk düzenine ve ulusal oportünizmlerine, yalancılıklarına, vicdansızlıklarına tepki… Ve sık sık “antikapitalist, antiemperyalist” tavır.

Zaten geleceksizliğin ve umutsuzluğun dünyayı sardığı, kuşattığı bir ortamda, bir de faşizm türlerinin, otoriterliğin yükselişi, tahakkümü karşısında, savaş tehlikelerinin yine kapıyı çaldığı bir çağda, bir isyan… Bir “uyanış” umudu, belki de.

Bir şeyin daha hakkını teslim etmek lazım: Bu “enternasyonalist vicdan dalgası” esasında “sol” bir şey. “Her sol” tabii ki dünyanın bütün adaletsizliklerini, haksızlıklarını, zulümlerini, baskılarını, yoksulluklarını kapsama alanına almayabiliyor. Almadı da. Ama “nerede ve kime karşı zulüm, adaletsizlik, baskı varsa” kalbi ve aklı bunu kapsayanlar genellikle “sol”dur. Ama Yeşil, ama çevreci, ama sosyalist, komünist, anarşist, ama bazen sosyal demokrat. Ve türlü çeşitleri!

Gazze için vicdanı samimiyetle kanayan ve ses çıkaran muhafazakâr, milliyetçi vb. akımlar, ideolojiler, örgütlenmeler ise aynı samimiyeti “dünyanın bütün haksızlıkları” karşısında göstermez… tam tersine bunlara sebep olan kendi iktidarlarıyla yahut nefret-şiddet dolu “milli” ideolojilerde ayrı bir konfor bulurlar.

İster kendi ülkenize bakın ister Almanya’da veya başka yerde “öteki” olarak aşağılanan kendi vatandaşlarınızın burada hangi tavrı aldığına ister dünyanın herhangi bir köşesine. Bu hemen hemen sabit bir veridir. “Vicdan” seçmeci, “isyan” ayıklamacıdır.

Bu yazıyı elbette dünyanın her köşesinde Gazze için sokaklara dökülen, dini, etnisiteyi, milliyeti bir kenara bırakıp vicdanlarını ortaya koyan insanlardan duyduğum umutla yazıyorum. Buna İsrail’de bu kırıma karşı ayaklananlar, dünyanın her yerinde vicdanını öne almış Yahudiler, Gdieon Levy gibi çok açık ve sert tavır alan İsrailli aydınlar, konsere geçmeden önce vicdanın sesini bize duyuran İsrailli Şef Volkov gibiler de dahil. Hem de ön sıradan. Çünkü onların tavrı, hepimizinkinden daha zor ama daha net.

Umutla, çünkü bu dünyanın ve ülkelerinin daha adil bir yer olmasını isteyen, faşizmin ne olduğunu bilen ve tehlikeyi gören, otoriter düzenlere karşı, kapitalizmin dünyayı nasıl çürüttüğünü bizzat yaşayan insanlar arasındaki ortaklık, kendi ülkelerindeki birçok kişiyle ortaklıklarından fazla. Belki… keşke… öyle ya da böyle umut burada ve her yerde, onlarda.

“Ateşkes”in “barış” olmadığını onlarca yıldır kaç katliam görmüş, durmadan topraklarından edilmiş, binlerce kayıp vermiş, köşeye sıkıştırılmış, hayat hakları ellerinden alınmış bir halk çok iyi biliyor. Yine de “ölmeden ayakta kalabilmek” bile bir sevinç estirebiliyor işte. “Barış” adalete dair bir şey. Haklara, özgürlüklere, hakkaniyete dair. Devletler ve iktidarlar, başta Trump, istisnalar hariç, bunu böyle anlamıyor, o başka. Yine de bir umut işte!

Ezilmiş, yok edilmek istenmiş, çoğu yok edilmiş bir halkın duyduğu umut, ortaya koyduğu direnç bize de ders olmalı.

“Dünyanın bütün iyi insanları, birleşiniz” gibi bir umut benimkisi de!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
 
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür), Devrim Mutfağı (Bengi Başaran’la birlikte - Kafka) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.  

Yazarın Diğer Yazıları

Haklısınız, “işçi sınıfı” ölüyor!

İnsanları kolayca evlerinden toplayıp içeri atan, durmadan “suç” isnat eden, eziyetten çekinmeyen bir düzenin “masum yüzü” de bu işte: Kadını, çocuğu, işçiyi koruma; kendini koru… Düzeni koru… İktidarını koru… servetini koru… Binlerce ölümden utanma, utanmazlığı koru!

Sınıf mücadelesi öldü mi, işçi sınıfı kaldı mu!

“Sınıflar” varsa, bir “sınıf tahakkümü” varsa, “imtiyazsız, sınıfsız bir kitle” yoksa… “sınıf mücadelesi” de vardır. Ya her günkü hayatında tek başına o mücadelenin yenik tarafı olarak yaşıyorsundur… ya kendi sınıfından, kendi benzerin olanlara “etnik, dini, milli düşmanlık” etmeyip omuz omuza durmak istiyorsundur!

Kendi talihine sahip çıkan halklar kendi tarihini de yazar!

Pedro Sanchez “Endülüs’te raks” ederken, kimileri Washington karşısında pes ediyordu bu dünyada. Ve maalesef hiç de az değillerdi. Zohran Kwame Mamdani de dikiliverdi Trump’ın ve kuyruklarının karşısına. Washington’a karşılık New York Trump’ın mide krampı şimdi

"
"