15 Mart 2017

Kendimi masallara adar mıydım...

İda'da boy vermek için son hazırlıklarını yapan laleler, ülkeyi kasıp kavuran "lale krizi"nden habersiz

İnsan,  doğar doğmaz  üzerine giydirilen çeşitli kodlarla örülü deli gömleğini yırtıp atmak, kendi olmak, kendini yabancı hissettiği bu yaşamdan sıyrılıp bambaşka bir dünyaya sığınmak  istiyor...

İstiyor da, kolay mı? 

Tüm aidiyetlerden sıyrılmak, yalnızlıkla, mutsuzlukla dolu, koca bir hayatın altından kalkmak...

Sizde de olur mu?

Bir yerlerden getirilip öksüz çocuk gibi bırakıldığım bu yerde her şey neden bana bu kadar yabancı, neden bu kadar uzak düşüncesi gelip bir yerlerinize oturur mu?

Etrafınızdaki "gerçeklerden" sıyrılıp masallara daldığınızda, başka bir büyülü hayatın içinde gezindiğinizde, "Hah işte burası benim dünyam" dediğiniz, sonra yabancı olduğunuz o dünyaya döndüğünüzde, "ayıldığınızda", yapmacık hayatla  buluştuğunuzda, karnınız ağrır mı, başınız döner mi, mideniz bulanır mı?

İda'nın eteklerinde karnabahar zamanı...

Traktörlerin biri gidip biri geliyor. Bir mimarın elinden çıkmış gibi düzenli yerleştirilmiş neredeyse dağ gibi olmuş karnabaharlar fotoğraf çekme isteği yaratıyor.

Fotoğraf çekerken, traktörü durduran güleç yüzlü delikanlı, cebinden çıkardığı son model "akıllı" telefonuyla o da bizi çekiyor.

İda'da boy vermek için son hazırlıklarını yapan laleler, ülkeyi kasıp kavuran "lale krizi"nden habersiz. Ara sıra girebildiğim internette hangi sayfayı açsam laleyle ilgili üstü açık kapalı "güzellemeler". Anlıyorum ki, Hollanda ile de papaz olmuşuz. 

Birileri  ellerindeki  portakalları bıçaklıyor, Bir belediye reisi Hollanda ineğini kesmeyi kafaya koymuş. Birileri Hollanda bayrağı yerine yanlışlıkla Fransız bayrağı yakmış. Hollandalı sandıkları İsveçli gazeteciye saldırmışlar, epeyce hırpalamışlar.

Küçücük bir çocuk elinde satmaya çalıştığı kağıt mendillerle metrobüste uyuya kalmış. Fotoğrafı internette geziniyor.

Mabel Matiz Konya’da Mevlâna türbesini ziyaret ettiği sırada iki hayranı gelip fotoğraf çektirmiş. Sonra Instagram’a konan fotoğrafın altına “Topsun mopsun ama birkaç şarkın güzel" diye yazıp bol da gülücük koymuşlar.

Nasıl da gaddar bir dünya...

Matiz, cevap yazmış:

"İsterim ki sevginin karşısında diliniz de kalbiniz gibi tertemiz kalsın. İsterim ki bilerek konuşun. İsterim ki Mevlana’nın kapısına neden gittiğinizi bilerek gidin. İsterim ki güzel olduğunu düşündüğünüz şarkılar varsa orada ne konuşulduğunu biraz olsun hissedin. İsterim ki kadın ya da erkek ya da herhangi bir kimlik ile herkes tek başına şapşahane bir birey olabilsin. İsterim ki bu cümleler bir işe yarasın. İsterim ki şarkılar şiirler kalbinize değsin. Çoğumuzun gözü bağlı şekilde sabah akşam ben! ben! ben! diye şuursuzca bağırıp durduğu bu yeni çağ ortamında çok mu şey istiyorum?"

Efendim, İsveç'te, çalışanlara öğle tatilinde evlerine koşturup seks yapsınlar diye ücretli izin verilmesi teklifi yapılmış. Önergeyi veren Övertorneå Belediyesi’nin sosyal demokrat meclis üyesi Per-Erik Muskos, seksin mükemmel bir jimnastik şekli olduğunu buyurmuş...

Bazı yorumlar gözüme ilişti. "Özgür ülke", "Harika", "Ülke dediğin böyle olmalı", "Bizde de olsun."

Şu özgürlük kelimesi kadar her renge boyanan, içi boşaltılan, çıkarlara alet edilen, başka bir kelime daha var mıdır?

İsveçli'nin önerisi kulağa ne hoş geliyor değil mi?

Kazdağları, hemen o atmosferden alıp kaçırıyor sizi. İnsanoğlunun elinde "ayine" dönüştüreceği tek tılsım kalmış. İki bedenin romantizm bulutları üzerinde göklere fırlayacağı o anlar...

O da sıradanlaştığında, ruhu boşaldığında, jimnastiğe dönüştüğünde, öğle arası bir "fırt" alındığında geriye ne kalacak şu kof dünyada?

İda'nın "el değmemiş" oksijeni sizi kendi dünyasında, başka bir hayatta yaşatıyor. Okuduğunuz, gördüğünüz saçmalıklar, hayasızlıklar, duyarsızlıklar, delirmişlikler sanki başka bir dünyada oluyormuş hissine kapılıyorsunuz. İda, kendinizi yabancı hissettiğiniz o hayatlardan başka yerlere, masallara, öykülere kaçırıyor sizi.

İda'nın doruklarından, Altınkum'a süzülen dereler, denizle buluşuyor. Tatlıyla, tuzlunun sarmaş dolaş olduğu yerde, köprüler, sandallar Venedik hissi yaşatıyor. Çay molasının tam yeridir.

Ayvalık'a dönme zamanları sıkıntılı oluyor. Bambaşka bir dünyadan bambaşka bir dünyaya geçiş gibi...

Hele o çöp dağının artık yola doğru dolu dizgin geldiği taraftan hiç geçmiyorum. Çam ormanlarının ortasında ucu bucağı görünmeyen çöp yığını. Yağmur suları üzerinden geçip bize sokaklarımıza, evlerimize gelmiyor mu?

Neyse bu gelişim fazla sıkıntılı olmadı Ayvalık'a. Kızcağızım, torunumu, Demir bebeği dedesine getirmiş. Sürpriz yapmış. Onunla buluşacağım. Gülücükler yapacak. Başka bir dünyadan duyguların en güzeliyle depolayacak dedesini...

Arabada Sezen rüzgarı esiyor. 

"Öğrenmedi gönül yaşlanmayı" diyor Sezen...

"Yoksa orman misali yanar mıydım, kendimi masallara adar mıydım?" diye soruyor...

Buralardan, başka dünyalardan aslında anlatacak daha çok şey vardı, ama biliyorsunuz yazıyla biraz orta şekerliyiz. Arayı düzeltmek için tebessüm ettirecek şeyler seçtim.

Ama siz anladınız, biliyorsunuz...

Ne diyor Oğuz Atay abimiz:

"Çok şey vardı anlatılacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?"

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar