09 Mayıs 2021

Türkiye Cumhuriyeti bir mafya devleti midir?

Türkiye bir mafya devleti midir ki, mensupları hakkında suç işlediği veya suça karıştığı iddiası varken yargılamadan, sessizce, tıpkı mafya düzenindeki gibi konular kapanmaktadır?

Reza Zarrab'dan girin...
Zindaşti'den çıkın…
Kripto para vurguncusundan tutun...
Sedat Peker'den bırakın…

Her türlü politik göz dağının küçük tetikçilerinin dahi bu ülkenin resmi makamlarınca en az bir kere 'ağırlanmış' olduğu ortaya çıkıyor.
Bir bakıyorsun devlet martifetiyle insan kaçakçılığı yapılmış.
Bir bakıyorsun yolsuzluk, adaletsizlik iddiaları arşı aşmış.
Kendi şirketinden kendi bakanlığına fahiş fiyattan ihalesiz mal satan mı istersiniz...
Tarihi yapılar üzerinden usulsüzlükler, doğal alanların talanı, kamu varlıklarının satışa çıkması gibi vicdanları yakan 'yeni düzenlemeler' mi...

Bir bakıyorsun; devlet eliyle vatandaşın cebi arasında sonsuz şüpheli, cevapsız sorular dağı oluşmuş…
Kimsenin de cevap vermeye niyeti yok.
Bir bakıyorsun; miting yaptırdıkları, etrafa tehdit yağdırttıkları, ödül verdikleri 'Sedat Bey' dedikleri, beraber yürüdükleri ve bunu da gizleme gereği görmedikleri adama 'suç örgütü lideri' demişler.
Bir bakıyorsun; 'suç örgütü lideri' dedikleri de şimdi 'Alaattin Bey' olmuş!

Yedi sene önce bir gazeteciyi evinin önünde, sokak ortasında dövüldüğünde 'Sedat Reis'in adamlarıymış' söylentileri dolaştırılırdı koridorlarda…
Şimdi bir gazeteciyi yayın yaptığı kanalın önünde, sokak ortasında dövdüklerinde 'Alaattin Reis' fısıltıları yükseltiyorlar.

Güç hiç el değiştirmiyor belki ama taşeron aniden değişebiliyor.
Ortada büyük bir çıkar var, belli.
O çıkarın kavgası da büyük, o da belli.
O kavgadan dolayı yaşanan ayrılıklar da sarsıntılı oluyor, besbelli.
Kimi diyor, konu silah konusu…
Kimi diyor, kavganın diğer tarafı Damat…
Bunlar hep üfürük tabii ama sonuç net:
Konunun içinden, kenarından, köşesinden geçen her unsur kapkaranlık.
Ve maalesef devlet hep baş aktörler arasında!
Sonuç; büyük bir mafya hesaplaşmasının tam ortasındayız!
Devlet-mafya-devlet üçleminin tam ortası!
Devlet adamları ünlü, mafya adamları ünlü, olaylar aşırı kriminal.
Hatta kim bilir belki de konuşmaya başlayan diğer mafya liderini çok yakında 'indirirler' bile..
Mafya değil mi, her işin bir 'raconu' var…
Konuşanı pek uzun yaşatmazlar.
Her ne yaparlarsa yapsınlar, kimi nasıl susturularsa sustursunlar.
Sonuç çoktan belli aslında.
Bu devir usulsüzlükler, şaibeler devri.
Şaibeler ve sineye çekmemiz istenen felaketler.

Şimdi de bir şekilde ayrı düştükleri ünlü mafya lideri Sedat Peker çıkmış bazı açıklamalar yapmış, biliyorsunuz.
Konuşan mafya evet ve 'Biliyorum çünkü ben de içindeydim' dediği yerden gelebilecek daha onlarca karanlık bilgi…
Bu seferki karanlığın bıraktığı sorular yenilir yutulur gibi değil -hangisi öyle değildi, derseniz, haksızsınız diyemem-.

Kolombiya'da el konan tonlarca kokainle devlet adamı sıfatıyla tanıdığımız Mehmet Ağar'ın, Sedat Peker'in gönderme yaptığı yollarda ne alakası vardır?
Devlet adamı sıfatıyla tanıdığımız Mehmet Ağar, neden yıllardır tüm eş dost ve çevresinin işlediği iddia edilen küçüğünden büyüğüne, insan hayatından havaya ateş açmaya varan irili ufaklı suçları örtbas ettiği suçlamasıyla karşı karşıya kalır?

Yıllardır üzerinde tonla şaibe taşıyan, ülkenin en karanlık döneminin baş aktörlerinden Mehmet Ağar neden yine ve yeniden gündeme getirilir?
Mehmet Ağar'ın AK Parti milletvekili oğlu Tolga Ağar'ın tecavüzüne uğradığı suçlamasıyla karakola sığındıktan bir gün sonra ölü bulunan Yeldana Kaharman adlı gazeteci konusunu sık sık dile getirdik.
Fakat hiç cevap alamadık.
İlk cevap, iddia 'mafyanın diline düşünce' verildi, neden?
Genç bir kadına tecavüz ettiği ve öldürttüğü iddiasıyla suçlanan bir milletvekili kendini aklamadan siyasi konumuna nasıl devam edebilir?

Yine benzer şaibe de AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal'ın üzerinde… Evinde çalışan Nadire Kadirova'yı kendi silahıyla vurup öldürdüğü iddiaları, üzerine pek konuşulmadan kapatıldı.

Kamu vicdanında aklanmayan onlarca konu sayabiliriz şüphesiz.
Ama özellikle bu Sedat Peker örneğinde de ortaya saçıldığı üzere, en önemli soruyu sormadan geçemeyiz; Türkiye Cumhuriyeti bir mafya devleti midir ki en üst düzey yetkilileri, tanınmış simaları sürekli mafyayla, mafya vari çözümlerle gündeme gelmektedir?

Türkiye bir mafya devleti midir ki, mensupları hakkında suç işlediği veya suça karıştığı iddiası varken yargılamadan, sessizce, tıpkı mafya düzenindeki gibi konular kapanmaktadır?

Neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti mensubu bazı insanlar, dönem dönem karanlık insanlarla yan yana görüntü verip, bunları 'korumaları altına alıp', haklarında 'hayırsever iş adamı' portresi yaratıp, siyasete girmelerinin önünü açacak kadar bunları benimser... Ve daha sonra aynı karanlık insanlar hakkında 'yakalama kararı' çıkartıp 'Suç örgütü lideridir bu adam' açıklamaları yapılır?
Bu tablo ülkede salt ve keskin bir mafya düzeninin yürüdüğünü değil de neyi göstermektedir?

İnsan ister istemez Tansu Çiller'i hatırlıyor evet.
Kumarhaneler üzerinden yürüyen karanlık savaşı.
Mafyanın devlete sızışını.
Derin devlet adına, JİTEM adı altında uygulananları.
Ve bir 'devlet adına' işlendiği iddia edilen suçları.
O suçları işlediği düşünülenler bugün yine yüksek konumlarıyla gündemde.

O günlerde de hatırlarsınız mafya hesaplaşmaları özel televizyonların canlı yayınlarında yaşanırdı…
Öyle bir yıkıntı yaşattı ki o dönem ülkeye, enkazı hâlâ kaldırılamadı.
Ve unutmayın ki bu 19 yıllık iktidar da o enkazın tekrarlanmayacağı, sözüm ona aydınlık sözü verildiği için kurulmuştu.

Yani demem o ki, bu düzen böyle gitmez, gidemez.
Belki de en önemli soruyu finalde sormak doğrudur; bazı ülkeler neden ilerleyemez de tarih tekerrüründen ibaret kalır?
Güç ele geçince önceki deneyimler nasıl unutulur?

Bir ülkeyi mafyayla işbirliği yaparak yönetmeye çalışmanın sonu, en iyi ihtimalle delilik mertebesi -Özer Çiller- ya da yaşam boyu sırtlanılmak zorunda kalınacak bir başarısızlık ve ihanet öyküsünden -Tansu Çiller- başka ne olabilir ki?

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!