23 Mayıs 2018

Roboski davasında skandalın ödülü baro başkanlığı mı?

Tahir Elçi'nin avukatlığı, 'siyasi karar' ihtimaline bahane vermemişti

Roboski katliamından bir süre sonra bölgeye gittiğimi hatırlıyorum...
Sadece hatırlamak bile o ağır, o kurşuni acıdan nefesimin tekrar tekrar kesilmesine yeterli oluyor.
Gidenler, katliamın mağduru ailelerle bir arada vakit geçirenler, mezarlık ziyaretlerine katılanlar, babaları öldürüldükten sonra doğan çocukları tanıyanlar, o sofralara oturup o acıyı soluyanlar ne demek istediğimi anlayabilir sadece.
Bir gece, her gece olduğu gibi 'kaçağa çıkan' 34 insan, 'terörist' oldukları gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait F-16'larca vurulmuştu.
28'i aynı aileden, çoğu çocuk kabul edilebilecek yaşlarda...
Acı büyüktü, sözler yetersiz kalıyordu.
28 Aralık 2011'de gerçekleşen olayın hukuki süreci başladı.
Ve 2014 yılına kadar başlatılan soruşturmalarda 'takipsizlik' kararı verildi.
Sıkıntının devamı sadece adliyeden çıkan kararlarla yaşanmıyordu şüphesiz. Roboskili aileler her gün yeni bir mağduriyet yaşıyordu. Kendilerine yaşatılan bu olayın, kayıplarının, başlarına gelen felaketin peşinde olup mücadeleye davam ettikçe, hukuk kavgasını sürdürdükçe, vazgeçmedikçe sık sık gözaltına alınıyorlardı.
Sık sık devletle burun buruna geliyorlardı...
2014 yılında  1100 avukatla Anayasa Mahkemesi'ne başvuruldu.
Anayasa Mahkemesi (AYM) tespit edilen eksiklerin tamamlanmasını istedi. Dosyanın sorumluluğu daha küçük bir avukat grubuna verilmiş ve grubu da Nuşirevan Elçi'nin temsil etmesine karar verilmişti.
Süreci takip etmek isteyen ailelere 'sorun yok, merak etmeyin biz ilgileniyoruz' cevabı veriliyordu. Ve eksik belgeler 15 günlük ek süre içerisinde tamamlamadığı için AYM usul eksikliğinden başvuru konusunda "ret" kararı verdi.
Nuşirevan Elçi 'faranjit' raporu almış, gecikmeye gerekçe olarak AYM'ye sunmuştu.
Bu büyük hukuki skandal Roboskili aileleri bir kere daha mağdur etti, ama bu defa devlet değil avukatlar tarafından...
Avukatların savunması netti 'yargı hukuki değil siyasi bir karar almıştı...'

Batırılmış bir dosyanın AİHM yolculuğu

Planlanan akışta Anayasa Mahkemesi'nden çıkan karar sonrası Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gitmek vardı.
Birçoğumuzun aynı aşamada dosyaları olduğu için konuya epey hakimiz, iç hukuk yolları tükenmeden AİHM'e başvuru söz konusu olmuyor.
Aslında Roboski meselesinde Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar 'iç hukuk yollarının tükenmediği' noktada, yani eli kolu bağlı kılan da bir karar.
Yapılan 'usul hatası' olduğundan dosyanın esasına girilemiyor, dolayısıyla bu durumda iç hukuk yolu' aslında tüketilmemiş sayılıyor. Yani dosya içeride de, dışarıda da kilitlenmiş oluyor.
AİHM'e gidildiğinde sonuçsuz dönebilmenin kuvvetle muhtemel olduğu da bir gerçek.
Ama mutlaka o yolu da denemek gerektiği için tanınan hukukçular Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak'ın hazırladığı dosyayla AİHM'e gidildi. AİHM "AYM kararında keyfi ve mantıksız hiçbir şey görülmemektedir" görüşüyle, başvuruyu 'kabul edilemez' buldu ve dosyayı bir kere daha kapatan bu karar tüm ağırlığıyla Roboski'nin üzerine, anaların da yüreğine  düştü. -Burada bir not düşmeliyim elbette Akdeniz ve Altıparmak'ın bu kararda sorumlulukları yoktur. İyi niyetle, batırılmış bir dosyayı kurtarma çabasıdır onlarınki, yanlış anlaşılmalara mahal vermek istemem-
Memlekette gazetecilik yapmak hukuki meselelere az çok aşinalığı beraberinde getiriyor şüphesiz. Biz biliriz ki bir dosyada usul eksiği varsa esasa girilmez. Yani AİHM'den bir başka karar çıkması epey şaşırtıcı olacaktı. 

Mahkemeden 'iyi niyet' beklemek nedir?

Peki ya Anayasa Mahkemesi?
Türkiye'de yargı bu derece karanlıklar ardında ve tartışmalı bir pozisyondayken bizler neden Anayasa Mahkemesi'nden farklı bir kurummuş gibi 'iyi niyet' bekliyoruz? Benim esas  sorum bu.
Yani şimdilerde hukukçular konuyu bunun üzerinden tartışıyor.
"Geciken belgeleri mahkeme gecikmeli olarak kabul edebilirdi, etmeyerek siyasi bir tutum aldı" diyorlar.
Elbette arkadaşlar!
Elbette!
Ama esas saflık bunun aksini beklemek değil mi zaten
Roboskili aileler adına muhatabıyla hukuk kavgasına giriliyor ve iyi niyet bekleniyor öyle mi?
Tartışmasız ki; günümüzde avukatlar savunmak, mahkemeler ise bütün bir 'hüküm verme' sürecinde çürütmek için vardır.
Dosyaya sahip çıkılmayacak, sorumluluklar yerine getirilmeyecek, ama AYM'den 'iyi niyet' beklenecek, komik!
Hele Roboski gibi bir konu, hele devleti olanca açıklığı ve seçikliğiyle katliamla itham eden bir dosya, üstelik tüm dünya kamuoyunun takibinde olduğu toplumsal bir şiddet dosyasının'iyi niyet'e veya 'faranjit'e teslim edilmesi kabul edilemez!

Bu büyük hatanın ödülü baro başkanlığı oldu!

Daha acısı, koskoca bir mağduriyet davasını çöpe atma sonucunu doğuran Nuşirvan Elçi'nin AYM kararından sadece birkaç ay sonra tekrar baro başkanı seçilmesi ve bu son AİHM kararından sonra bile istifa etmemesidir bana göre. Burada avukatların ve mesleki dayanışma fetişizminin de tartışmaya açılması gerektiği aşikâr!
Elbette sadece bir avukatın üzerine de yıkılamaz tüm sorumluluk.
Memleketimizde toplumsal meselelere, katliamlara, kayıplara ve acılara bir statü yükseltici olarak bakılmasına aşinayız biz.
Mesele gündemdeyken kafasını kareye sokanları, ama iş gerçek manada sonuç için çalışmaya gelince bir avuç insanın zor toplandığını iyi biliriz.
Roboski sadece Kürt sorunu değil, hukuk ve adalet için mücadele veren tüm hukukçuların sorumluluğu olması gerektiği gibi, yine sadece Kürt vatandaşın veya gazetecinin de konusu değildir.
Roboski aileleri bu ülke tarafından defalarca mağdur edilmiş, yaralarına tuz basılmış, -bırakın özür dilemeyi- bir de hakarete uğramıştır. Onlara yaşatılanlarla hak yerini buluncaya kadar mücadele etmemiş olmak, takibi bırakmak bizlerin ayıbıdır.
Şüphesiz ki Roboski katliamının ardından ailelere yaşatılan yeni mağduriyetler ve haksızlıklarda hepimizin göstermelik duyarlılığının da katkısı vardır.

Şırnak Baro Başkanı Nuşirevan Elçi

Tahir Elçi'yi minnetle anarak soralım:
İç hukuk yolları gerçekten tükendi mi?

Sorumluluk sadece avukatların değil derken yapmak istediğim iğneyi önce kendimize batırmak, sonra sorumluları 'dövmek'ti açıkçası.
Özeleştirimizi verdiğimize göre final hesaplaşmasına girelim!
Devlet bir mağduriyet yaratıyorsa, insan hakları suçu işleniyorsa, bir katliamdan söz ediliyorsa, şüphesiz hak mücadelesi veren hukukçuların başarılarına da tanık olduğumuz örnekler oldu geçmişte.
Roboski süreci bazı avukatlar sayesinde nasıl bir utanca dönüştürüldüyse, Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde 1994 yılında yine benzer bir bombalama sonucu 38 kişi hayatını kaybetmiş, rahmetli Tahir Elçi'nin başarılı avukatlık pratiği ve emeği sonucu AİHM Türkiye'yi 2 Milyon 305 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm etmişti.
Sırf bu örnek bile bize 'hukuki değil siyasi karar' bahanesinin iyi avukatlıkla alt edilebildiğinin ispatıdır aslında!
Tahir Elçi'yi  bu konuda da saygı, sevgi ve minnetle andığımız gibi benzerlikler taşıyan Roboski katliamının yargı sürecinde sorumlu hukukçuları da açıktan eleştirmeliyiz ve tartışmalıyız.
Ve yine Tahir Elçi'den feyz alarak 'yollar tükendi, geçmiş olsun, bir bardak soğuk su içelim'rehavetine kapılmadan 'hukuki mücadelenin yolları gerçekten tükendi mi' diye sorgulamalıyız.

Gelinen noktada tüm hukukçuları yeni bir yol bulmak için çalışmaya ve tartışmaya, başta kendim olmak üzere gazetecileri, aktivistleri ve hak mücadelecilerini de bu çalışmaların takipçisi olmaya davet ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!

Türkiye'de 'vicdani ret' bir hak ihlali konusudur!

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!

Bir 8 Mart günü soralım; Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde neler oluyor?

Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nden 2021 yılından beri şartlı tahliye olabilmiş tek bir kadın mahkûm yok. Çok iddialı bir uygulama gibi gelmedi mi size de? Sincan belki de, Türkiye'de ki tek "siyasi suçlulara şartlı salıverme hakkı" tanımayan cezaevi olma konumunda. Çok acayip!