20 Mart 2018

Kusura bakma Nevşin, ama Kabataş yalancılarından ne farkınız kaldı?

Bu olay 'Kabataş yalanı' gibi iz bırakacak, bedeli yine gerçek mağdurlar ve onlar için mücadele edenler ödeyecek!..

Nevşin Mengü'yü tanırım.
Arkadaşım değil ama tanışımdır.
Ortak mağduriyetler dolayısıyla oluşmuş bir sohbetimiz de vardır.

Gerçi son dönem devletin bazı icraatından 'biz' diye söz etmesi gibi meyillerini fark ettiğimden beri mağduriyetlerimizin pek de ortak olmadığına karar verdiğim, ama hep iyi bir yayıncı olduğunu düşündüğüm bir meslektaş...

Avukat bir erkek kardeşi olduğunu biliyorum ama hele onu hiç tanımam, adliye koridorlarında karşılaşmışlığım dahi yoktur.

Herkes gibi babalarının eski milletvekili Şahin Mengü olduğunu da bilirim tabii.

Geçen hafta bir tweet olayıyla gündeme geldi Mengü kardeşler.

Söz konusu tweet şöyleydi:

"Polis kimliği, gözaltı kararı gösterilmeden sivil ekiplerce gözaltına alındım. Nereye diyorum kimse söylemiyor. Kim aldı bilmiyorum, neden aldı onu da bilmiyorum."

Bu tweet 17 Mart Cumartesi günü saat 15.26'da Burak Mengü'nün telefonundan atılıyor.

Ve yaklaşık bir saat sonra, yani 16:21'de Nevşin Mengü'nün "Bir grup polis olduğunu söyleyen kişi, gün ortasında bir avukatı alıp götürüyor. Tepki gelince tartaklayıp yol ortasına bırakıyor. Emniyetin içerisinde kanun tanımaz bir grup, bir yapı mı var?" sorusuyla kardeşinin 'kaçırılma' tweetini paylaşması bu konuyu gündeme taşıyor.

Ve bu sabah Nevşin Mengü'nün Birgün gazetesinde olaya dair yazısıyla konu tahmin bile edemeyeceğimiz bir hale dönüşüyor.

Tane tane anlatacağım.
Satır satır ilerleyeceğim.
Çünkü bu konuyu çok önemsiyorum.
Buyrun devam edelim...

Nevşin Mengü, kardeşinin FETÖ'den yargılanan müvekkilleri olduğunu ve başına gelenlerin 'savunmalarında FETÖ-hükümet ilişkisini sorgulamak', '15 Temmuz gecesine ait bazı adli tıp raporlarını ısrarla istemek' gibi nedenleri olduğunu tahmin ettiğini söylüyor. Ve kardeşini 'milliyetçi çizgide siyasete yatkın ve seküler biri' olarak tanımlıyor.

Bundan birkaç ay önce 'polis olduğunu sandıkları bir grup tarafından Vatan Emniyet'e götürüldüğü ve bir avukat görüşme odasında darp edildiği, hatta bu işkence sonucu kardeşinin günlerce kan işediğini' anlatıyor yazıda.

Kan donduran bir olay! Hepimiz bir an bile şüphe etmeden mücadele ederiz bu insanlık suçu için!

Mutlaka bir sağlık raporu, darp edildiğine dair bir belge almıştır, mağdurun kendisi avukat sonuçta.

Ama yazıda böyle bir bilgi yok. 

Sadece yazıda bu işkenceden sonra Burak Mengü'nün 'Olur böyle şeyler, geçer. Büyütmeyelim' dediğini iletiyor Nevşin.

Ve böylelikle sustuklarını ve olayın kamuoyuna yansımamasının nedeninin de bu susma kararı olduğu anlaşılıyor.

İnsan yazıyı okurken ister istemez 'Nasıl ya?' diye kalakalıyor. Nasıl 'büyütmeyelim', nasıl 'olur böyle şeyler?'

Avukatların işkence görmesi olağan mıdır Mengüler için... Ailede bir siyasetçi ve hukukçu baba, bir gazeteci abla var ve mağdurun kendisi de avukat. Açıkçası böyle bir bakış açısıyla ilk defa karşılaşıyorum.

Neyse devam edelim, zaten Nevşin'in yazısı da akıyor ve konu olay gününe geliyor.

Nevşin detaylıca anlatıyor olay anını.

Kapı çalınıyor, 'bir tür rozet gibi bir şey'  gösteren üç kişi Burak Mengü'yü bir arabaya bindiriyor, telefonunu almıyor ve tüm yol mesajlaşmasına da ses etmiyorlar. 

Anadolu yakasındaki Dudullu'ya kadar iki kardeş mesajlaşıyor.

Kardeşi "Vatan'a gitmiyoruz, ikinci köprüden geçtik" deyince Nevşin 'tweet atmaları gerektiğini' söylüyor.

Kardeşi, ardından da Nevşin tweet atıyor.

Ve kısa bir süre içinde sırtına birkaç kere kemerle vurulduktan sonra araçtan atıldığını açıklıyor.

Emniyet'e giden Burak Mengü olayın sorumlularından şikâyetçi oluyor.

Nevşin yazısında olay yerinde kameraların kapalı olmasına sitem ediyor, sorumluların bulunmasını istiyor, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yu göreve çağırıyor. 

Yazının yayımlanmasından çok kısa bir süre sonra bazı yayın kuruluşları konunun 'polis ayağı’nı yayınlamaya başladı.

Bu yayınlara göre; polisin kamera görüntüleri eşliğinde yaptığı incelemeler uyarınca Burak Mengü cumartesi günü evinden çıkmış, bir müvekkili ile buluşmuş, müvekkilinin aracıyla Ümraniye'ye gitmiş ve akşam saatlerine doğru aynı kişinin aracıyla Zincirlikuyu'ya bırakılmış.

Bir darp veya alıkoyma emaresine de rastlanmamış.

Zaten Burak Mengü de, Nevşin'in yazısında söz ettiği şikâyetini geri çekmiş.

Olay şikâyetin geri çekilmesiyle de noktalanmamış, Burak Mengü hakkında 'suç uydurmak'tan işlem başlatılmış.

Vatan Emniyet'teki işkence meselesi için henüz kimse bir beyanda bulunmadı, ama bence artık buna gerek de yok...

Şimdi gelelim benim bu konuyu önemseme nedenime.
Şöyle anlatayım derdimi sizlere:
Bizim memleketimizde 'gözaltında kaybedilme' diye bir acı gerçek var.
Bu konunun gerçek mağdurları da var.
Evlatları bir daha dönmeyen aileler sayıca azımsanamayacak kadar.

Yaşananları özellikle gazeteciler ve avukatlar çok iyi bilir, çünkü çoğunlukla ya konunun mağdurudur ya mağduriyeti ortaya çıkartmaya çalışan mücadeleci...

Şimdi yine bir gazeteci ve avukat, yine bir işkence ve gözaltı vakası gündemimizde, ama bu bizim bildiğimiz türden değil.

Aksine bizim bildiğimiz her şeye uzak...

Başka bir ülkede bu yazı için, habercilik adına Nevşin'in yaptığı için en hafif dille 'kötü gazetecilik' denirdi. Kendi yazdığı yazıda bile tutarsızlıklar, hikâyede gerçeğe uzak anlatımlar, coğrafyaya ters iddialar olması bile bu tanımı hak ettiğinin göstergesi olurdu da aslında. 

Kardeşine ise en iyi niyetlerle 'kötü ve şaşkın avukat, psikolojik sorunları olan kişi' deyip geçilebilirdi. Fakat konu Türkiye ise çok daha ağır bir şekilde eleştirilmeyi hak ettiklerini de üzerine basa basa dile getirmek gerekir.

Çünkü bu senaryoladıkları hikâye her an birçok gazetecinin, birçok avukatın, hatta birçok vatandaşın başına gelebilir.

Yaptıklarının nelere neden olabileceğinin, gerçek mağdurlar ve mağduriyetler için verilecek her savaşı zorlaştıracağının bile farkında değiller muhtemelen!

Memleketimizin gerçekliklerinden bîhaber olmanın yanı sıra başkalarının acılarına, yaşanmışlıklara ve hatta yaşanmakta olanlara duyarlı oldukları konusunda da kuşku doğuyor maalesef.

Her muhalifi aynı dertlere sahip insanlar terazisine koymam, ama son tahlilde maalesef aynı teraziye koyuluyor.

Bu hep böyle oldu.
Yani özetle...
Hepimizi bu yalanla anacaklar.;
Polis şiddetinden dem vurana Birgün yazarı Nevşin Mengü'yü örnek gösterecekler!
“Hepiniz aynısınız” diyecekler...
Demeye başladılar bile...

Ve bu da Kabataş yalanı ve yalancıları gibi silinemez bir olay olarak kazınacak belleklere.
Her bir işkence iddiasında karşımıza bu yalan da çıkarılacak.
'Deri elbiselerle bacımızın üzerine işediler' kendi kara mizahını doğurdu evet, fakat 'Kan işeyecek kadar dövdüler ama olur böyle şeyler dedik, sustuk'un, gerçekten kan işeyerek ölenler olduğu için kimseyi gülümsetecek bir tarafı olmayacak.

Bedeli her zaman olduğu gibi yine gerçek mağdurlar ve onlar için mücadele edenler ödeyecek!

Aile içinde bir şeyler yaşadığınız ve bu yaşananların oldukça şahsi meseleler olduğu ortada, bizleri de hiç ilgilendirmez doğrusu. 

Bizi tek ilgilendiren gerçeklerin uydurma haberlerle gölgelenmesi ihtimalidir.

Ya çıkın özür dileyin tüm gerçek mağdurlardan ya da ortaya darp/işkence raporlarını çıkartın.

İkisini de yapmadığınız takdirde de ömürlük itibarsızlığa hazırlanın…



Not: Yazıyı bir süre beklettik. Doğrusu Nevşin Mengü'den bir açıklama bekledik. O açıklama ikinci bir hayal kırıklığı ile beraber geldi. Nevşin bir tweet atarak, özetle, "Ben kardeşimin yalancısıyım, o anlattı ben yazdım. Ablayım kaygılıydım" mesajı vermiş. Böylesi ciddiyetsizlik uzun süredir görmemiştim. Biri gazeteci, biri avukat! Pes... Tüm gözaltı mağdurlarından tek tek özür de dileseniz bu saatten sonra nafile!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!