20 Ocak 2022

Hedef 'Demirtaşçılar' ve 'Apocular' ikilemi yaratmak mı?

Devletin 'terör örgütü lideri' olarak cezalandırdığı, 23 yıldır cezaevinde olan biri, neden her seçim sürecinde gündeme gelir, getirilir?

Geçen hafta Tayyip Erdoğan'ın "Edirne'deki en büyük hesabı İmralı'dakine verecek" açıklamasından sonra yaşanan, gündem olan tartışmalar malumunuz.

Bunu herhangi biri söylese 'örgüt üyeliği'nden yargılanacaktı şüphesiz! 

Ülkede tek düşünceyi ifade etme özgürlüğü hakkına sahip insan olarak Cumhurbaşkanı'nın bu açıklaması gündem olmasındı da ne olsundu…

Farklı siyasi kesimlerin eleştirdiği; Cumhurbaşkanı'nın, devletin "terör örgütü lideri" olarak cezalandırdığı birinden 'adalet' dağıtmasını beklediği kısımdı elbette.

Ama her Kürtler ve Kürt siyaseti konusunda olduğu gibi, Türkiye medyasının 'fazlasıyla Türk kalemleri'nin meseleyi yorumlamaları da, en az Cumhurbaşkanı'nınki kadar üzerine sosyologların incelemesini hak eden cinstendi.

İktidara yakın kalemler "Öcalan Demirtaş'a kızgın, onu siyasetten men edecek", "Seni başkan yaptırmayacağız, kampanyası Öcalan'dan izinsiz oldu, bunun hesabını verdirecek" diyordu, zaten Erdoğan'ın açıklamasının yönünü takip etmeleri de şaşırtacak bir tutum değildi.

Muhalif kalemler de genel olarak, üç aşağı beş yukarı benzer konular ve yorumlar arasında takılıp kaldılar.

Ama esas sorgulanmayı hak eden konuya neredeyse kimse değinmedi. Bu da öyle veya böyle, Abdullah Öcalan'ın sanki sadece 'siyasi kart' olarak kullanılmak üzere İmralı'da tutuluyormuş gibi kullanılmaya çalışılması.

Ülkede olası bir seçim dönemi söz konusu olduğunda niçin sürekli Öcalan kartının ortaya sürüldüğünü sorgulamadan ortaya atılan uyduruk gündem sözlerini kaale almamak gerektiği görüşündeyim.

23 yıldır cezaevinde olan bir örgüt lideri neden bu ülkede meydana gelen-gelecek her seçimde gündeme gelir, getirilir?

Her seçim çalışması döneminde, o döneme özel ve iktidarın bizzat oluşturduğu şu fotoğraf seriliyor gözlerimizin önüne:

"Bir kez daha, ete kemiğe bürünmeyen ama kokusu yayılan, olası bir barış/çözüm süreci ihtimali imajı…"

Devletin siyaseten bizzat Öcalan'ı muhatap kabul ettiğine dair birtakım 'yan rol' açıklamaları.

Her seferinde de tek bir amaç uğruna yapılıyor bu hamleler, Kürt oylarını alabilmek.

Bu sefer yapılan açıklama da, açıkçası Cumhurbaşkanı'nın "Öcalancılar ve Demirtaşçılar" olarak bir ikilem yaratma arzusunda olduğu, bunun da bir oy bölme hesabından başka bir şey değil.

Ardından gelen 'yan rol' beyanları, yazılan yazılar, estirilen rüzgarlar da hep bu ikilem algısını kuvvetlendirme çalışması.

Ama benim esas konum başka aslında; madem Kürt oyları iktidar-iktidarlar için bu kadar kader belirleyici önem taşımaktadır, o halde siyasetlerini neden kalıcı çözümler ve barış üzerine kurup bunları sağlamak adına enerji harcamak yerine tüm güçleriyle kısa süreli yalan-dolan siyasetleri yaparlar?

Kamuoyunun önünde koskoca bir toplumu fitneleyerek 'oy devşirme' çabası yerine görevlerinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirseler çok daha haysiyetli ve kalıcı olmaz mı, üstelik oy isterken de yüzleri kızarmaz belki?

Artık yüzü kızaracak biri mi kaldı dediğinizi duyar gibiyim.

Hep yazıyorum yine tekrar edeyim; evet bugünün sorunu AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan sorunu olabilir ama yarının sorunu da bir başkası olacak.

Şayet sistem değişmezse sadece aktörler değişecek.

O yüzden de tıpkı diğer konularda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da, iktidarların Kürtler üzerinde oynamaya çalıştığı oyunları da açık etmek lazım. 

Bu çirkin siyaset biçimi açıkça gözlerimizin önünde icra edilirken bizler de belki o 'suni çukur'lara düşmeyerek artık bu sistemin değişmesini, hiç değilse 'gelecek' adına yüksek sesle söylemeye devam etsek diyorum!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!