18 Şubat 2020

Haksız yere yargılanan, hayatlarıyla oynanan herkese borcumdur: Hepimiz oradaydık!

Gezi davasından çıkacak karar yine bazı hayatları yakacak diye korkuyorum. Ve durun diyorum, yapmayın! 

Hangi 'oluşum' Allah aşkına!

Basbayağı halk direndi.

Halk itiraz etti.

Ve halk kazandı.

Ben Gezi parkı süreci yüzünden kovulmuş ve bir daha medyada 'ana akım'la işi olmamış bir gazeteciyim.

O gün kovulma gerekçem hiç gizlenmemiş, "Gezi ayaklanmasına mesafeli bakamadığı için" denmişti…

Evet oradaydım.

Ve evet mesafeli bakmıyordum.

Zaten oldum olası gazetecinin görüşsüz, tarafsız olması konusunda da farklı bir bakış açısına sahip olmuşumdur.

Hatta şöyle söyleyeyim; gazeteciliğin temel ilkelerini yaz deseniz; "5n1k'yı filan bırakınız bir kenara, onlar sonradan da öğrenilir ama gazeteci dediğin yalaka olmayacak, güce tapmayacak, para için kalemini satmayacak, yazılarını kullanıma açmayacak, kişisel çıkarlarına mesleği alet etmeyecek ve mutlaka haktan yana, ezilenden yana taraf olacak" derim.

Yani benim meslek tarifimde taraf olmak şart.

O yüzden de bir tarafsızlık en azından bu manada mümkün değildi, bunu da açıkça belirtmek isterim.

Üstelik bu sene Haziran ayında 20. meslek yılımı geride bırakacağım.

Yani görmüşüm-geçirmişim, müdanam da, esnekliğim de, değişebilme potansiyelim de pek yok artık…

Neysek o.

Devlet açısından bakıldığında birçok 'sakıncalı konu'da taraf oldum, evet.

Gezi Parkı da onlardan biriydi, evet.

Taraf oldum olmasına, ama bu toplumsal protestonun memlekette siyasi bir değişim, yeni bir lider çıkartma olasılığını da hiç öngörmedim.

Gezi'den bir siyaset yaratma çabasının da...

"Gezi'yi anlama çalışmalarının da...

'Gezi ruhuna göre siyasi söylem' çabalarının da sonuç vermeyecek eylemler olduğunu öngörebiliyorum.

Sonuçta muhalefetin de vasatlığı ve figürleri aynıydı bugünle!

Taraftım ama bu direnişten geleceğe dönük bir beklentim, umudum yoktu, desem daha doğru olacak.

Aslında protesto eylemlerinin oluşumunu sağlayan tek mesele de Gezi değildi o günlerde. Hatırlayın lütfen; Emek Sineması'nın yıkım kararı, Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkım kararı gibi insanların şehirlerinde sevdikleri ve vazgeçmek istemedikleri simgesel-tarihsel yapıların yok edilmesi söz konusuydu -ki edildiler- 3. köprünün inşaatı için ağaçlar kesiliyordu,

Kadınların kürtaj haklarının ellerinden alınması söz konusuydu, içki yasakları gündemdeydi, Roboski katliamı tazeydi ve daha bir sürü şey…

Bir parkın yıkılmasına direniş fikrinde tüm muhalifler buluştular aslında özetle.

Haklı gerekçeler ve konu başlıkları çoktu!

Sağ muhalif de vardı o kitlenin içinde.

Antikapitalist Müslümanlar ve sokaklarda iftar için kurulan 'yeryüzü sofraları'nı hatırlasanıza.

Ünlü iş insanlarının çocukları da vardı, sanatçılar da vardı, hatta 'ünlüler' bile vardı Gezi'de!

'Ulusalcılar' da vardı 'Kürtçüler' de!

Herkesin, hemen her kesimin muhalefeti bir park üzerinde, birkaç ağacın kaderinde kenetlenmişti işte.

Belki de muhaliflerin de birbirine bu denli yakın ve kabul edici son duruşlarıydı Gezi.

Sonrasında kimse birbirini sevmez, iyice tahammül edemez oldu zaten.

Üzerimizden Ergenekon'lar, Balyoz'lar, Odatvl'er, KCK dosyaları geçmişti. Çok karanlık, çok zor ve sıkıntılı dönemlerdeydik -öyle sanıyorduk, beterini daha yaşamamıştık çünkü-!

Ülke politikası kendinden farklı düşünenleri mağdur ediyordu.

Cemaatçiler de devredeydi.

Düşünen ve dokunan yanıyordu işte, biliyorsunuz.

2013'ün Haziran'ında işte o yüzden vatandaş yaktı direnişin ateşini.

"Kafamıza vura vura elimizden alamazsınız parkımızı" dendi ve başarılı da olundu.

Park bugün ayakta ve şehrin ender nefes alama durakları arasında yerini koruyor.

Bu olduysa o direnç sayesinde oldu.

Bu olduysa o halk sayesinde oldu!

Şimdilerde Gezi direnişine sahip çıkan pek yok farkındayım.

Korku da insana dair sonuçta!

Ama inanın o günlerde çok farklıydı işler; insanlar kim kaç gün, kim ilk günden itibaren oradaydı çetelesini göğsüne övünerek asıyordu!

Dışardan bakınca 'cezasının büyük olacağı' öngörülse de bu derece nefessiz kalacağımız bir atmosferi canlandıramamıştım zihnimde!

Evet hepimiz oradaydık ama öyle ama böyle…

Şimdilerde sadece kriminal, karanlık oluşumların oyunu filan gibi sunuluyor ya, yalan tabii onlar.

Resmi kaynakların 4 milyon, resmi olmayan kaynakların 7,5 milyon kişinin Gezi eylemlerine katıldığını açıkladığını hatırlatırım.

Hangi oluşum Allah aşkına!

Basbayağı halk ayağa kalktı.

Halk itiraz etti.

Ve halk kazandı.

Bunu böyle söylemek, bunu kabul etmek çok zor tabii.

Onun yerine hem intikam almak, hem ders vermek, hem günah keçisi bulmak, hem ibret-i âlem olsun diye ağırlaştırılmış müebbet talepleriyle insanları yakmak istiyorlar.

O yüzden de Osman Kavala'yı bırakmıyorlar.

Meseleyi ona yıkmak istiyorlar.

"Dış mihrakların adamı, yerli Soros, finansör" filan gibi bir algıyla vatandaşın topyekûn eyleme geçmesini birkaç kişinin organizasyonuna bağlamaya çalışıyorlar!

Sanki o protestolar için neden yoktu, sanki vatandaşı huzursuz eden şeyler yaşanmıyordu ve adamın biri çıktı bu işleri organize etti.

Hadi allah aşkınıza!

Pardon ama, Geziciler için Osman Kavala da kim Allah aşkına?

Milyonlarca insandan söz ediyoruz, Osman Kavala'nın böyle bir gücü olabilir mi?

Olsa şu anda milyonlar onun için ayakta olmaz mı?

Eylemcilerin büyük bir bölümü Osman Kavala kimdir onu bile bilmez. Kadıköy'den eyleme katılan bakkal abi tanımaz da, takmaz da Osman Kavala'ymış, Ahmet'miş, Mehmet'miş...

Futbol takımlarının taraftarları tanımaz da, takmaz da Mücella Yapıcı'yı, Can Atalay'ı.

Hele Yiğit Aksakoğlu, onu mesleğim dolayısıyla ben bile tanımıyordum bu dosya öncesi, Gezi eylemcileri nereden tanısın!

Geçtiğimiz günlerde bazı röportajlarına denk geldim ve muazzam üzüldüm. Aileleri ve sevenleriyle beraber masum insanların hayatını karartıyorsunuz resmen, bizlere de ceza olarak seyretmek düşüyor!

"Sakinliğin, gururun, onurun, hakların, özgürlüğün, umutların, iyi niyetin asla cevap bulamadığı bir hikâyenin içindeyiz" demiş Aksakoğlu verdiği röportajların birinde.

O kadar doğru ki ve maalesef sadece bu dosya özelinde değil memleket genelinde!

Aslında sizler de biliyorsunuz...

Bu insanlar; yani Mehmet Ali Alabora'lar filan bir suçlu bulmak zorunda hissedildiği için yaşıyorlar bu zor günleri.

Manidardır; Cumhurbaşkanı geçen haftalarda "Nazım Hikmet'i hapiste çürütenler, Sabahattin Ali'yi katledenler tek parti jakobenleridir" demiş ve bu söz çok tartışılmıştı.

Gezi Parkı organizatörlerinden olmakla suçlanan Memet Ali Alabora tam da bugünlerde 'sürgün' olduğu Avrupa'da Nazım'ın Memet'i olarak Memleketimden İnsan Manzaraları'nı sahneliyor.

Bunlar tabii hep tarihsel önem taşıyor, taşıyacak da, kaçış yok.

Ama bir hükümet sadece bir 'kandırılma vakası'nı kaldırabilir. Tarih önünde kimsenin Gezi dosyasıyla alakalı 'kandırıldık' kartını kullanma şansı kalmadı artık, o şans başka dosyalarda tüketildi çünkü.

Ve tarih hayatları karartılmak istenen bu isimleri yazarken bugün bu dosyada şikâyetçi görünenleri de unutmayacak.

Ve tarih hayatları karartılmak istenen bu isimleri yazarken bugün bu dosyada mağdur sıfatıyla görünen siyasileri de unutmayacak.

Özellikle de son dönem 'yeni bir soluk olma' iddiasıyla ortaya çıkan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun 'hükümet üyesi' olarak Gezi dosyasında mağdur sıfatıyla yer almalarına, kendi ifadeleriyle söyleyelim 'Gezi davasına dahil edilmelerine' ses çıkarmamalarına da değinmeden geçemeyeceğim; bunca mağduriyet karşısında hiç mi ayağa kalkıp bir tepki ortaya koyma ihtiyacı hissetmez, hiç mi tavır alamazsınız? Bu kadar mı kaygan hissediyorsunuz bastığınız zeminleri, bu kadar mı korkuyorsunuz erkinizden!

Kusura bakmayın ama hepiniz 'bu suça ortak'sınız!

Babacan’a muhalefet etmemi anlamayan, neden ılımlı yaklaşmadığımı soranlara da selam olsun; çünkü bana göre hepsi benzer birbirine!

Neyse lafı uzatmayayım.

Bugün Silivri'de Gezi davası var.

Ve ihtimal bugün/yarın oradan çıkacak haber büyük bir mağduriyet zinciri daha yaratacak, yine bazı hayatları yakacak, yine hak hukuk ayaklar altına alınacak diye korkuyorum.

Ve durun diyorum!

Yapmayın!

Çünkü hâlâ az da olsa bu memlekette dosya okuyan insanlar var ve bizler o iddianamelerin en ufak satırına kadar inip hukuki tek bir suç emaresi, delili, dayanağı göremiyoruz.

Ve bizler yaptığınız ve yine yapmak üzere olduğunuz haksızlıkları görüyoruz!

Yine de yanılmayı diliyorum..

Ve yazımı bitirirken "Hepimiz oradaydık!" demeyi haksız yere yargılanan, hayatlarıyla oynanan tanıdık tanımadık herkese borç biliyorum!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!