10 Mart 2021

Dünyayı kadınlar kurtaracak ve evet size rağmen olacak bu!

Dünyada kadına en çok eziyet edilen ülkelerden biri olan Türkiye'de kadınlar 8 Mart'ta da "yasak olan" sokaklardaydı; son yılların en umut veren görüntüleri yansıdı ekranlara...

Dünyada yaşamın en zor olduğu döneme denk gelmişiz!
Şans işte!
Dünyada nefes almanın en zor olduğu ülkelerden birine de denk gelmişiz, o da şans işte!
Hepimiz aynı durumdayız.
Sadece tepki biçimlerimiz farklı.
Depresyon, anksiyete, sinir…
Bazımız tamamen doğaya döndü.
Kimi sadece içiyor.
İnançları doğrultusunda imanı arttıran da çok şüphesiz.
Ama sonuç aynı; geberiyoruz mutsuzluktan, çürüyoruz umutsuzluktan!
Gidenler de mutsuz ha, sanmayın gitmek çözümdür!
Kim sürgünde mutlu olmuş ki?
Ha orda gebermişiz kahırdan ha burda.
Sonuç değişmiyor işte.
Eyleme geçemedikçe de değişmeyecek…

Ara sıra yazılarıma göz atanlar bilir, oldum olası not alarak çalışırım.
Ve haftanın her günü yaşananlar defterimde bazen sadece küçük bir özet notu, bazen de uzun uzun yazdığım "şahsi haber bültenim" gibidir.
Yazı yazmadan önce de döner bakarım. Bazen hiçbiri hakkında yazmam ama not almaktan da geri duramam, eski alışkanlık işte.
Eski Türkiye'nin eski medyasından, eski gazetecilerinin eski gelenekleri!
Tekerleme gibi ama komik değil.
Bu hafta derin bir karanlık duygusu hakimdi defterime yine.
Artan intiharlar, daralan ekonomik çember, özgürlüklerden kalan ufacık toz zerrelerini korumaya çalışırken boğulduğumuz, yapayalnızlığımızı fazlasıyla hissettiğimize dair notlar...

Böyle olunca da kızıyorum kendime, nasıl umudunu bu derece kaybettin diye.
Buyrun bakın neler düşmüş not defterime...
Kadir Has Üniversitesi bir anket yapıyor ve yayımlıyor.
Türkiye'de sosyal-siyasal eğilimler araştırmasının bir bölümünde "istenmeyen komşular" sorusuna cevap aranıyor.
En istenmeyen komşular eşcinseller...
İkincisi mülteciler çıkıyor.

Tarım önümüzdeki yıllarda en büyük pişmanlıklarımızdan biri olacak şüphesiz.
Karar hakkı elimizde değil ama pişmanlık yaşamak da bizden başkasına düşmez şüphesiz!
Ekonomistler "gelecek yılların yıkımından kurtulma yöntemleri" başlıklı çalışmalarında tarım konusunun artık çocuklar tarafından bile dile getirilecek kadar bilindiğine işaret ediyor. Ve elbette tarım ve hayvancılığa, temiz gıda, doğal kaynaklar ve su konusuna çoktan yatırım yapmaya başlanmış olunması gerektiği yönünde uyarılarda bulunuyor.

Bilindiği üzere, en büyük sıkıntılı konulardan biri de su...
Hatta "Gelecek yılların 'savaş konusu' petrolden çıkıp suya dönüşecek" deniyor.
Türkiye'nin henüz su kaynakları konusunda belirgin bir yatırımı yok.
Birçok devlet deniz suyunu kullanılabilir tatlı suya çevirmek üzere yatırımlara başladı.
Türkiye'de ise Tarım Bakanlığı geçen hafta GDO'lu beş yeni yemleme çeşidine daha 10 yıl süreyle izin verdi. Bu son izinle yem olarak satışa sunulan GDO'lu ürün sayısı 36 oldu.

Yine geçen hafta gündem oldu; kiralık tarım arazileri bir bir turizm servisi verecek mekânlar haline getiriliyor. "Kiralık" ilanlarında arsalarda bulunan meyve ağaçlarının istenmediği takdirde sökülebileceği bilgisi de yer alıyor. Aynı hafta ve yine doğa için bir üzücü haber daha... Yıllardır şeftali bahçelerinin, tarım arazilerinin yağmalandığı Kuşadası'nda 22 dönüm yeşil alan daha Cumhurbaşkanı kararıyla "turizm, ticaret ve konut" olması için imara açıldı.

Evrensel gazetesine mektup yazan bir deri işçisi, "25 senedir çalışıyorum. Tatile gidebilmek, akşam eve geldiğimde et yiyebilmek istiyorum" diyordu.

Aynı gün bir başka haber daha vardı; 2027 yılında faaliyete geçmesi hedeflenen uzay oteli 400 kişilik kapasiteyle hayata geçebilecekti. Otel dünyanın alçak yörüngesinde yer alacak. Sinema, spor salonu, bar ve restoranların da yer alması planlanan otelde üç gün konaklamanın tahmini bedeli 5 milyon dolar olacak!
İnsan ister istemez dünyadan sadece 400 kişinin yaşamının önemli olduğu, geri kalan tüm insanlığın yokluğa terk edileceği teorilerine yakın buluveriyor kendini.

 Zonguldakta 16 yaşındaki oğlunu "Allah yolu"nda kurban etmeye karar veren adam meselesi var. Oğlu ensesinden ağır yaralı, hastanede tedavisi sürüyor.

Çok gündem oldu, çiğ köfteci çocuk. Afyon'da yediğini beğenmeyen adam çiğ köfteci çocuğun ağzını burnunu kırdı.

Yine çok gündem olan bir başka felaket! Aydın'da 92 yaşındaki bir nine, komşusu tarafından tecavüze uğradı ve öldürüldü. Katilin elinde üç hilal dövmesi vardı. Kadını bıraktılar, dövmeyi öne çıkartanları konuştular!

Konya'da bir adam 10 yaşındaki oğlunu boğarak öldürdü, polisi kendi aradı ve kapıda karşıladı. İfadesinde "Ben çok günah işledim, büyüse oğlum da işleyecekti. Kendisinden özür diledim ve boğdum" dedi.

Antalya'da dört aydır kayıp olan kadının ailesi başvurmadık merci bırakmamış, meğer -hâlâ nasıl öldüğü tartışılan- genç kadının cesedi kokunca sevgilisi folyolara sararak paketlemiş. Sevgilinin kargo arkadaşı cesedi taşımış, paket edilmiş cesedi sevgilinin babası evinin çatısında saklamış. Bu zincirleme suç ve suçluları da Müge Anlı yakalamış!

Levent Gültekin'i de organize bir saldırıyla dövdüler… 15-20 kişi, planlı bir şekilde, Bakırköy'deki Halk TV'nin önünde kıstırıp, yerlerde tekmeledi.
İzlerken utançtan görüntülerin sonunu getiremedim. Konuşulan nedenler arasında Gültekin'in MHP eleştirileri öne çıktı. Devlet yine bu konuya ilgi göstermedi. Ve benim gibi utanan "azınlık" konuyu kendi içinde kınadı durdu
 
Osman Kavala Reuters'a konuşmuş ve geleceğe dair umutlu bir bakış açısı olmadığını anlatmış. Ben yazarken 1225 gündür, siz okurken 1226 gündür tutuklu bu adam. Kendinizi onun yerine koyun, düşünün işte!
 
El diyor "first lady" biz diyoruz "Cumhurbaşkanı'nın eşi", ama kendisinin de bu tanımdan bir şikâyeti olmasa gerek, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle yaptığı açıklamada "Kadının toplumsal hayata katılımını, fıtratını örselemeden artıran modeller peşindeyiz" diyor.
Yani bizim fıtratımızda bu "eş-ana" durumu diyor.
Herkesin fıtratı kendine tabii.
Hanımefendi'nin eşi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise "Kadını anne olmaktan çıkartıp ruhsuzlaştırmaya çalışanların oyununa gelmeyeceğiz" demiş.
Hangi oyun, ben kaçırdım mı?
 
Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt güzel bir yazı yazmıştı geçen hafta. "Her baba evi öyle sanıldığı kadar güvenli değildir. Ve bazen sokaklar o baba evinden çok daha güvenlidir. O evlerden erkenden çıkın gidin kızlar" demiş.
Söğüt'ün bu yazısı Türkiye'de sıkça karşımıza çıkan tabloyu özetlemek için yazılmış besbelli.
O evlere tıkılıp kalmayın, özgürleşin, meslek sahibi olun, kendi yaşamlarınızı kurun, demiş mealen.
Bu ülkede yaşayıp da bu yazıyı okuyup şaşırana rastlayamazsın.
Akit gazetesi dışında. Akit bu, doğru anlasa işte o haber!
Haliyle "Genç kızlara fahişelik yapın" dedi diye avaz avaz yayın yaptılar.
A ama o da ne!
Cumhurbaşkanı danışmanları da Cumhuriyet gazetesini açıp Mine Söğüt'ü okumak yerine Akit'i okumuş sanki.
Cumhurbaşkanı da kızmış; "Kadınlara sokaklara dökülün diyorlar. Böyle ahlaksızlık olur mu" demiş.
Düşündüm de sanırım Söğüt'ün ahlaksızlığından yana olmayı seçeceğim!

Defterin son notlarına geldik…
8 Mart dolayısıyla sokaklara çıkan eylemciler polisin "renk yasağı" uygulamasıyla da karşılaştı. Gökkuşağı renkleri taşıyan veya "fazla renkli" bayraklara izin verilmedi.
Bu uygulamayla Türkiye'de gökkuşağı resmen yasaklanmış oldu!
AK Parti Kayseri Milletvekili Hülya Nergis, adından da anlaşılacağı üzere bir kadın.
Kalkmış "Yanlış algı yaratmaya çalışıyorlar. Sanki Türkiye'de çok kadın öldürülüyormuş gibi… Oysa öldürülen erkek sayısı bunun 12 katı!" demiş.
Güler misin ağlar mısın?
 
Sansasyonel açıklamalarıyla hepimize adını ezberleten Ayasofya Camii'nin baş imamı
Mehmet Boynukalın, şeriat önerisinin üzerinden daha bir hafta geçmeden bu sefer de
8 Mart açıklamasıyla tüyleri diken diken diken etmeyi başardı.
Boynukalın "Sürekli 'kadın cinayetleri' vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır" dedi.
Son dönemde bir düğmeye basılmışçasına bu tarz açıklamalar birbiri ardına geliyor.
Sanki bu konunun görünmez bir "aferincisi" var.
 

Ve son not…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde dünyada kadına en çok eziyet edilen, en çok kadın öldürülen ülkelerden biri olan Türkiye'de kadınlar sokaklardaydı.
Üstelik artık sokakta olunamayan bir Türkiye'de yaşadığımızın da altını çizmek lazım.
Sokak yasaktı ama kadınlar yine de sokaktaydı, diyelim en iyisi!

Son yılların en umut veren, insanı oturduğu yerden kaldırıp sokaklara taşıran görüntüleri yansıdı ekranlara, elbette o görüntüleri yayınlayabilecek cesareti olanlara.
Rengârenk, pırıl pırıl, ışıl ışıldı meydanlar.
Tüm göz dağlarına, korkutmalara, sindirmelere rağmen Taksim'de de, İzmir'de de, Diyarbakır'da da kadınlar meydanlardaydı.

Bir yılda 304 kadın cinayeti, 128 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmişti.
Cinsiyet kırımı yaşanıyordu.
Toplum kadın düşmanı olmaya yönlendiriliyor ve bu düşmanlık cezasız bırakılıyordu.
Bu tamamen siyasi, toplumun zihnini hedefleyen çalışmalara rağmen, 8 Mart'ta bir kere daha gördük ki kadınları sindiremediler…
Buna da asla güçleri yetmeyecek.
Evet, dünyayı kadınlar kurtaracak. Ve Evet, size rağmen olacak bu!
 

Yazarın Diğer Yazıları

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!

Türkiye'de 'vicdani ret' bir hak ihlali konusudur!

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!

Bir 8 Mart günü soralım; Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde neler oluyor?

Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nden 2021 yılından beri şartlı tahliye olabilmiş tek bir kadın mahkûm yok. Çok iddialı bir uygulama gibi gelmedi mi size de? Sincan belki de, Türkiye'de ki tek "siyasi suçlulara şartlı salıverme hakkı" tanımayan cezaevi olma konumunda. Çok acayip!