09 Haziran 2021

"Bırakın babamız evimizde ölsün!" | Ape Dedo'nun vebali hangi 'derin ifşa'yla ödenecek?

"Babam 83 yaşında, hafızasını kaybetmiş. Onun yaşında tutuklu kalan kimse yok. Biz babamızı görmeden büyüdük. Son bir isteğimiz var, o da babamızın son nefesini evinde, bizlerin yanında vermesidir. Belki sadece üç gün yaşayacak; ama olsun biz ona hasretiz..."

Açıkçası son dönem muhatap kaldığım en belirgin soru "Peki Sedat Peker'in bu açıkladıkları bir değişime sebep olur mu" oldu.

Birçoğunuz da eminim bu konu etrafında dönüp dolaşan sohbetlere girip çıkmaktasınız.

Hepimiz üç aşağı beş yukarı benzer yorumlara maruz kalıyoruz.

Sizler nasıl bir bakış açısından değerlendiriyorsunuz bilmiyorum ama ben açıkçası soruyu soranların beklentisinin ne olduğunu algılamakta biraz zorlanıyorum.

Üzerine düşündüğümde...

Sadece hükümetin değişmesine yönelik bir beklenti olsa gerek, çünkü diğer türlü bir değişim için sistemsel ve büyük çaplı bir bakış açısı yakalamış olmak gerekir sonucuna varıyorum.

O da beraberinde muhakkak ki farkındalığın yükselmesini getirir.

İnsanların etrafında olan biteni daha kolay gördüğü, sistemin nasıl kişilerin çıkarlarına alet olmaya müsait bir işleyişe sahip olduğu, sistemin işleyişte 'canının istediğine' insanlık dışı uygulamalar ve yaptırımlar dayatma hakkı sağladığı ve kişisel çıkar elde etmenin nasıl kolay olduğunu fark edip, vatandaşların ülke sisteminin değişmesine yönelik taleplerinin dillenmeye başladığına tanıklık ederdik.

Siyasetçilerin halktan sonra geldiği, önce halkın yüceltildiği bir sistem.

En ufak hatada halka hesap vermek zorunda bırakan bir sistem.

Zulmü, çalmayı ve saltanat kurmayı imkânsızlaştıran, kişilere değil tamamen halkın isteklerine göre çalışan bir sistem…

Bu zihinsel sıçramayı da Sedat Peker'in açıklamaları yaratabilir mi bilemem ama şahsen ben hep bu sonuca evrileceğimiz günü hayal ederim.

Bu hayale tutunarak bakarım geleceğe.

Her skandalda, her ifşada, her it dalaşında bir 'acaba mı' heyecanına kapılırım. Acaba bu sefer meselenin Ahmet'le, Mehmet'le değil de sistemin ta kendisiyle alakalı olduğuna uyanacak mıdır insanımız?

Bakınız haftalardır 'yalandan bir derin devlet gündemi' var.

Safralarımızdan temizlenmeliyiz, gibi klişe laflar.

Temizlik, şeffaflık üzerine yazılar, beyanlar.

"Bok yedirdiler insanlara bok!" diye yüksek perdeden çıkışlar.

Bir de tüm bakış açılarını küçümseyen "Hep böyleydi, yeni bir durum yok efendim"ciler…

İçi boş, tek bir gerçekliğe, yapıcı bir tartışmaya kapı aralamayan, ilerlemenin i'sinin söz konusu olmadığı, yüzleşmenin, özeleştirinin yakınından geçmeyen saçma sapan konuşmalar.

Herkesin kişisel gösterisine dönüşen 'politik analizler'den ve hatta sadece şahsi ego tatminlerine takılıp durmaktan öte değil gündemdekiler.

Aksi olsa bambaşka şeyler konuşuyor olurduk.

Mesela tam da yeri gelmişken ülkecek Mehmet Emin Özkan'ı konuşurduk.

Tüm bu 'zulümcü eski derin devlet' uyduruğunu değil!

Şimdi, şu anda yaşanmakta olan zulümleri konuşuyor olurduk!

Mehmet Emin Özkan 83 yaşında, işlemediğini kanıtlarıyla ortaya koyduğu, devlet tarafından üzerine yıkıldığı yolunda kuvvetli şüphe taşıyan 'suç' nedeniyle 25 yıldır cezaevinden çıkamamış bir Kürt vatandaştır.

Yaşlılığından dolayı koğuş arkadaşlarınca "Ape Dedo" (Dede Amca) diye hitap edilen Mehmet Emin Özkan uzun ve acılı bir yaşam öyküsüdür aslında.

Okurken uykularınızı kaçıracak, huzurunuzu bozacak bir yaşam…

Geçen hafta Mehmet Emin Özkan ve yaşadıkları sosyal medyada kısıtlı bir çevrenin gündemi oldu.

Uzun zamandır ağır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor ve en az haftada bir hastaneye yatırılıyordu.

Onu gündeme taşıyan ise sosyal medyaya yansıyan görüntüleri oldu.

83 yaşında titreyerek yürüyen, yaşam mücadelesi içinde olduğu görüntülere net bir şekilde yansıyan bu yaşlı adamın itilerek kakılarak, ellerinde kelepçelerle, adeta 'sürüklenerek' kolluk güçlerince hastaneye götürülme anları Mehmet Emin Özkan'ı 'kısıtlı bir çevrenin' gündemi yapmıştı işte.

Çok geç gelen ve çok kısa süren bir gündem…

Oysa 25 yıldır sesini duyacak, hak arayışında elini tutacak birilerini bekliyordu koğuşunda.

Bu 'derin ifşa'ların gölgesinde gözümüze çarptı, elinde torbasıyla itilip kakılan amca.

Dedemiz olacak yaştaki hasta bir insana bu davranışı kim reva görüyor?

Masum olduğu ortaya çıkmasına rağmen, işleyiş neden yavaşlatılıyor ve zorlaştırılıyor.

Neden bu adamın tahliye kararı ve hatta beraati öldükten sonraya ötelenmek isteniyor?

Yaşlı bir insana bu eziyeti çektirerek devlet kime ne mesaj vermeyi hedefliyor?

Görüntüler üzerine biraz araştırınca amcanın öyküsü ve yaşadığı işkence dolu yıllar kan dondurucuydu.

Mehmet Emin Özkan, Diyarbakır Liceli bir vatandaş. 90'lı yıllarda 'köy yakmalar'dan yılmış ve tüm ailesini alıp Adana'ya göçmüş. En küçüğü 3 yaşında 6'sı erkek 2'si kız olmak üzere 8 çocuğu var.

Bir gün kapısı çalınıyor ve tutuklanıyor.

Nedir ne değildir derken ortaya çıkıyor ki Bahtiyar Aydın'ı öldürmekten tutuklanmış.

Delil; bir gizli tanık beyanı.

Oysa Lice olayları esnasında Lice'de bile değiller. Bunu delilleri ve şahitleriyle ortaya koyuyorlar ama nafile..

Mehmet Emin Özkan'ın ailesi için 25 yıllık bu acı serüvenin cezaevi görüşleri bir süre önce yerini hastanelerde sürünme cefasına bırakmış.

Sık sık haber geliyor, "Babanız hastaneye kaldırıldı" deniyor ve soluğu yanında alıyorlar.

Çünkü adam hasta.

Hem de çok!

Bağırsaklarından ameliyat olmuş, böbrekleri iflas etmiş, o yıllarda gördüğü işkencelerden dolayı oluşan sağlık sorunları var, kulakları duymuyor, kendi başına yaşamını idame ettiremiyor, hafızası gidip geliyor.

Hastane "Cezaevinde kalamaz" diyor ama Adli tıp 'kalabilir' diyor!

Bugüne kadar sayısız başvuru yapmış aile ama hepsinde de "Cezaevinde kalabilir" raporu verilmiş 83 yaşındaki dedeye!

Dün konuyu daha derinlemesine öğrenmek ve açıkçası devletin 'bu yüzü' ile tanışmış ve bir türlü de kurtulamamış bu aileye neler yaşadıklarını sormak istedim.

Fakat babaları tekrar hastaneye kaldırıldığı için, durumu da hiç iyi olmadığından dolayı konuşmamız kolay olmadı.

Doktorlar refakat ederken oluşan ilk boşlukta anlattıkları, dramın bildiğim yüzünü daha da derinleştirdi.

Selma, Ape Dedo'nun kızı. Bugün 35 yaşında, babası evden alındığında ise 10 yaşındaymış:
"O dönem tüm köyler yıkılıp yakılıyordu biz de o yüzden göç etmek zorunda kalmıştık, zaten babamın üzerine yıkılan suç işlendiğinde Lice'de bile değildik."


Selma

(Bilmeyenler için buraya bir bilgi notu düşmek isterim, 1993 yılında Diyarbakır Lice'de dönemin Jandarma Bölge Komutanı Tuğgenaral Bahtiyar Aydın öldürüldü. O günlerde PKK'nın bir çatışma başlattığı ve tuğgenaralin öldürüldüğü açıklandı, bunun üzerine Lice 'askeri bir operasyon'a tabi tutulup yakılıp, yıkıldı. Daha sonra bu olayın TSK'nın içinde organize edilmiş bir suikast olduğu iddiası da konuşuldu, yeni bir iddianame hazırlandı ve yargılama süreci yeniden başlatıldı)

Devam ediyor Selma: "Bunu 25 sene önce babam yargılanırken de mahkemeye çıkıp anlattık, biz orada bile değildik Adana'da yaşıyorduk artık. Ama babamın okuma yazması yok, gözaltında ona bazı ifadeler imzalatılmış, üstelik ağır işkence altında imzalatılmış ne yaptıysak da aksi delilleri kabul ettiremedik.
Babam bir suikastla suçlanıyor ama o suikastin bir JİTEM operasyonu olduğu ta o dönem ortaya çıkmıştı; Kimler, nerede, nasıl işlemiş suçu biliniyor aslında, yargıya bile taşındı konu ama babam 25 yıldır içeride."

Türkçesi çok zayıf.

Kürtçe bilen bir arkadaş yardımcı oluyor bize.

"Babamın sağlık sorunları çok ciddi durumda" diyor.

"Yaşam savaşı veriyor şu anda.Onun dışında şu anda hafızasını da tamamen kaybetmiş durumda. Cezaevinde tekli bir koğuşa aldılar pandemi sürecinde, Yanına ona baksın diye bir genç mahkûm koymuşlar" diyor.

"Bizleri bazen tanıyor bazen tanımıyor, artık görüşlerde hiç konuşmadan karşılıklı oturuyoruz, çünkü bizi hatırlamıyor, hiçbir şeyi hatırlamıyor" diyor.

Devam ediyor Selma:
"Neden tutuklu onu bile hatırlamıyor.
Babam 83 yaşında, onun yaşında tutuklu kalan kimse yok.
Tutuklanması baştan büyük bir haksızlıktı ama tutukluluğunun hâlâ devam ettirilmesi büyük bir vicdansızlık oldu.
25 yıl sonra babamın yeniden yargılanmasının önünü açtılar evet ama kimlerin ve nasıl yaptığı açıkça ortaya çıkmasına rağmen babamı hâlâ tutuklu yargılamak istiyorlar.
Oysa durum ortada, görüntülerini sizler de gördünüz işte.
Yürümesi bile çok zor.
Ama buna rağmen Adli Tıp 'Cezaevinde kalabilir' raporu veriyor ve babamın cezaevinde kalması sağlanıyor.
Hafızasını kaybetmiş 83 yaşında birinden söz ediyoruz.
Babam her an ölebilir.
Ölmesi an meselesi olabilir."

"Şu anda ne olmasını istersiniz? Yani nasıl bir uygulama anlık da olsa acınızı hafifletir" diye soruyorum, anlatıyor:

"Biz babamızı görmeden, tanımadan büyüdük. Annem dört defa üst üste felç geçirdi, şu anda yatalak. Babamın yedi torunu var, dedelerini tanımadan büyüyorlar.
Bu yaşadıklarımızı biz affetsek, kabullensek dahi Allah kabul etmeyecek. Ama evet şu anda bir isteğimiz var, son bir isteğimiz hatta; o da babamızın son nefesini evinde, bizlerin yanında vermesidir. Belki sadece üç gün yaşayacak; ama olsun biz ona hasretiz, buna bile razıyız.
Ve evet sizlerden de bir isteğimiz var; babama yapılan bu vicdansızlıkları kimse, hiçbiriniz kabul etmemelisiniz.
Bize, ailemize yapılanlara ses olmalısınız..."

Biz ise sabun köpüğü gündemlerin peşinden koşup, mafyalara hayran olup bizi kurtarmasını bekliyoruz.

Mafyaların ülkeyi temizlemesi, derin devletle yüzleştirmesini bekliyoruz.

Devletin karanlık yüzünü karanlık adamlar aydınlatsın diye bekliyoruz.


Özkan'ın 15 yıl önceki hali

Doğrusu, devletin savcısı ve polisi, bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi suçun ve suçlunun peşine düşmeyince, devletin karanlık yüzünün, başka karanlık yüzlerin ifşalarıyla da aydınlandığı oluyor malum. Gözümüzün önünde akıp gidiyor her şey...

Hâlâ uyanamıyoruz.
Hâlâ fark edemiyoruz.
Hâlâ ayılamıyoruz.
Bu bir sistem sorunudur ve sistem halkın lehine işlemelidir, diyemiyoruz.
Bu arada dedeler, torunlar, gençler, pırıl pırıl hayatlar kayıyor, kaydırılıyor.
Yazık bize.
Yazık bu ülkeye.
Yazık...

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!