23 Mart 2021

Türkiye'nin siyasi partiler mezarlığı

Davanın nasıl sonuçlanacağını hep beraber göreceğiz. Fakat bu durumun kendisinin dahi, gelecek kuşaklar için dikkat çekici bir durum olacağı ve siyasi partiler mezarlığında öylece kalacağı şimdiden açık

Türkiye, dünyada en çok parti kapatılan yerlerden biri olsa gerek. Bu durumun kökleri çok derin. Genç Cumhuriyet'in daha ilk yıllarında bile parti kapatma deneyimi yaşanmıştı. Daha 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said isyanından ve Mustafa Kemal'e suikast olayından sonra şeriatçılıkla olan ilişkisi nedeniyle kapatılmıştı. Kapatma kararı dönemin Bakanlar Kurulu (vekiller heyeti) kararıyla alınmıştı.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra çok partili yaşama geçilirken de benzer uygulama görülmüştü. Örneğin İslam Koruma Partisi, dini siyasete alet ettiği için kapatılmıştı. Fakat bu defa solcular da yaptırımdan nasibini almıştı. 1946'da Dr. Şefik Hüsnü'nün Komintern'le ilişkili Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi örfi idare (sıkıyönetim) mahkemeleri ve komutanlıklarının kararlarıyla, Çiftçi Köylü Partisi ise Mudanya Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kapatılmıştı.

1950'lere gelindiğinde yeniden legale çıkmak isteyen komünistlerin Türkiye Sosyalist Partisi, Eminönü Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla derhal kapatılmıştı. Üstelik aynı yıllarda, sosyal demokrat çizgide sayılabilecek Demokrat İşçi Partisi'nin akıbeti de farklı olmamıştı.

Adnan Menderes'in Demokrat Parti'sinin iktidar dönemlerine denk gelen, dolayısıyla laiklik ilkesinin aşınmaya başlayıp "küçük Amerika" olma yolunda vites arttırılan bu süreçte, bazı muhafazakâr partiler de kapatıldı. Örneğin, Yahudi düşmanı özellikleriyle öne çıkan ve dini siyasete alet ettiği için kapatılan İslam Demokrat Partisi bunlardan biridir. Fevzi Çakmak'ın kurduğu ve Osman Bölükbaşı'nın önderlik ettiği Millet Partisi de bir diğeridir. Parti, kimi üyelerinin Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrine çelenk koymayı reddetmesiyle başlayan örgüt için tartışmalardan sonra 1954'te "dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğu" gerekçesiyle Ankara Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kapatılmıştı. İşin daha ilginci, bu dönemde Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi de dini siyasete alet ettiği için soruşturulmuş ama sonuç itibarıyla komünist yöntemi benimsediği için kapatılmıştı.

Yani Cumhuriyetin 27 Mayıs'a kadarki kesitinde (Ahali Cumhuriyet Fırkası, Güden Partisi veya Ufak Parti gibi tabela partilerinin usuli eksikliklerden ötürü yaptırıma tabi olmalarını saymazsak) parti kapatmaları ya şeriatçılık ya da komünistlik tehlikesinden ötürü gerçekleşiyordu.

1961 Anayasası dönemi

27 Mayıs, parti kapatmaları yönünden önemli bir köşe taşı oldu. Müdahaleden kısa bir süre sonra Demokrat Parti, doğal olarak kapatıldı. Kısa süre sonra yürürlüğe giren 1961 Anayasası, siyasi partiler rejimini özel olarak düzenliyor, onları demokrasinin vazgeçilmezi sayıyor ve yeni kurulan Anayasa Mahkemesi tarafından, özel usullere tabi olarak kapatılabileceklerinden bahsediyordu. Yani 1960'larda politik-ideolojik nedenlerle parti kapatma kararı söz konusu olmadı.

Parti kapatma rejiminin tam olarak uygulanmasını görmek için 12 Mart darbesini beklemek gerekmişti. Darbeden kısa bir süre sonra aynı ideolojilere tabi partiler kapatmaya tabi oldu: Şeriatçıların Millî Nizam Partisi (MNP), sosyalistlerin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Fakat TİP, yaygın sanının aksine salt sosyalistliğinden değil yepyeni bir nedenle kapatılmıştı. Parti, henüz ortalarda PKK vb. türden örgütler dahi yokken açıkça Kürt halkından ve onların kendi kaderini tayin hakkından bahsediyordu. Kapatma kararının özü buydu. Bu karar, sonrasında gelecek onlarca parti kapatma zincirinin başlangıcını oluşturdu. 1980 yılında Mihri Belli'nin sosyalist Türkiye Emekçi Partisi de -yine sanılanın aksine- sosyalist olmasından değil, diğer nedenlerin yanı sıra Kürtlere dayanarak "azınlık yaratma"ya çalıştığı ve anadilinde eğitim hakkı gibi hakları savunduğu için kapatılmıştı. Sonra 12 Eylül geldi ve bütün partiler kapatıldı.

1982 Anayasası dönemi

12 Eylül yönetiminin kontrollü siyasi partiler rejimi, 1961 Anayasası dönemindeki hükümleri büyük ölçüde devralmıştı. Bu dönemde de kapatma davalarına Anayasa Mahkemesi, kendine özgü usullerle bakacaktı. Ama bu defa Mahkeme, kapatma davaları için çok beklemedi. Daha 1983'te Huzur Partisi, esasen dini siyasete alet ettiği için kapatıldı. Bu, belli ki İslamcı partileri kontrol altına tutmak için atılan bir adımdı. Ne var ki bu adımlar başarılı olamadı. 1990'lı yıllarda önce şeriatçı Refah Partisi, sonra Fazilet Partisi kapatılmış olmasına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) iktidarına engel olunmadı. Hatta aksine bu durum hareketi güçlendirdi. Öyle ki AK Parti hakkında açılan davada kapatma kararı verilmeyip hazine yardımından mahrum bırakmaya hükmedilmesi, tarihsel bir dönemeç oldu. Mahkeme, AK Parti'nin anayasa düşmanı olduğunu tespit etti ama kapatma kararı vermedi. Yani bir bakıma "leoparın kuyruğunu tutma, tutarsan da bırakma" deyişinden hareketle söylersek; Mahkeme, kuyruğu tuttu ama bıraktı. Dolayısıyla siyasi partiler rejimi, hukukun ve iktidarın İslamcılaşmasının önünü alamamış oldu.

Fakat 1982 Anayasası dönemine özgü asıl yenilik, parti kapatma davaları kümesinin büyük bir kısmının "Kürt sorunu"na odaklanması olmuştu. Bu dönemde Kürt sorunuyla ilişkili olarak on iki farklı siyasi partinin kapatılmasına karar verildi. Bunlardan altı tanesinde (Sosyalist Parti, Sosyalist Türkiye Partisi, Sosyalist Birlik Partisi, Demokrasi ve Değişim Partisi, Emek Partisi, Demokratik Kitle Partisi) Mahkeme, partilerin şiddetle ilişkisine ya odaklanmadı ya da daha dolaylı odaklandı. Bu partiler, Kürtlerin ayrı bir halk olduğunun (azınlık yaratma) ve Kürtçeye dayanan bazı hak taleplerinde savundukları veya federasyon yanlısı oldukları için kapatılmıştı. Bir tanesi (ÖZDEP) hakkındaki dava iyice ilginçti. Parti, Diyanet İşleri Başkanlığının kapatılmasını savunduğu için laiklik ilkesine de aykırı sayılarak kapatılmıştı. Anılan küme içinde tek ayrıksı karar, 2008 yılında Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-Par) hakkındaki karar olmuştur. Mahkeme, Şeyh Said'in torunu Abdülmelik Fırat'ın genel başkanlığını yaptığı bu partinin ulus kavramının reddetmediği ve Kürt sorununu çözme vaat ederken dile getirdiklerinin, Anayasa dışı bir yönteme ilişkin kanıt olmadığı gerekçeleriyle kapatma talebini reddetmişti. Bu karar, öğretide pek çoklarınca eski içtihattan ayrılma anlamına geldiği biçiminde yorumlanmıştı.

Bu kümede geriye kalan dört parti (Halkın Emek Partisi-HEP, Demokrasi Partisi-DEP, Halkın Demokrasi Partisi-HADEP, Demokratik Toplum Partisi-DTP) ise terörle ilişkili sayılmıştı. Yandaşlarının "Demokratik Toplum Hareketi partileri" olarak tanımladığı bu partilerin kapatma gerekçeleri Strazburg organlarınca kabul görmedi. İnsan Hakları Mahkemesi, söz konusu kapatma kararlarının hepsinde ihlal buldu. Partinin Kürt sorunu konusunda resmî yaklaşımı benimsememiş olmasının kapatma nedeni olamayacağını söyleyen Avrupa Mahkemesi, terörle ilişkili iddiaların ve bağın somut hâle getirilemediğini; partinin, aynı öncelikli hedef kitleye muhatap olduğu PKK örgütüne, hükûmetten farklı yaklaşmakla birlikte ağırlıklı vurgusunun barış ve çatışmasız çözüm olduğunu not etti.

Zincirin son halkası: Halkların Demokratik Partisi

Bu kısa tarihin son gelişmesi HDP hakkında hazırlanan iddianamedir. Yüzlerce sayfadan ibaret iddianameyi okumayı henüz tamamlamadığım için bu konuda bir değerlendirme yapamıyorum. Fakat bu aşamada dahi şu dört notu okurların dikkatine sunuyorum:

1-) HDP'ye karşı henüz bir dava açılmış değildir. İddianamenin sunulmuş olması dava açıldığı anlamına gelmez. Davanın açılması için öncelikle Başkan'ın bu iş için atayacağı raportörün bir ilk inceleme raporu hazırlaması gerekir. O rapordan sonra iddianamenin kabulü yönünde karar alınırsa o zaman dava açılmış olur. Her iddianamenin biçimsel koşulları sağladığını veya dava koşullarını yansıtır olduğunu söyleyemeyiz.

2-) HDP üyeleri ve milletvekilleri hakkında uygulanacak yaptırım "siyaset yasağı" olarak tanımlanamaz. Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazete'de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamaz. Bu durum, o kişilerin siyaset yapamayacakları anlamına gelmez; bağımsız milletvekili olarak faaliyetlerine devam edebilirler. Anayasa, geçmişte siyasi partilerin kapatılmasına neden olan kişilerin milletvekilliklerinin de sona ermesini öngörülüyordu ama bu hüküm, 2010'da Anayasa'dan çıkarıldı. Geriye bir tek 5 yıllık az önce değindiğim yasak kaldı. Yani kapatmaya beyan ve eylemleriyle neden olduğu düşünülen milletvekili bağımsız olarak Meclis üyesi kalabilir ama herhangi bir partiye üye olamaz.

3-) HDP hakkındaki dava sonuçlanmayabilir. Şöyle ki; Anayasa Mahkemesinin 2010 yılında aldığı bir karar vardır. Nispeten az bilinen bu kararda Mahkeme, Siyasi Partiler Kanunu'nun 108. maddesini iptal etmiştir. O karar uyarınca bir siyasi parti eğer kendini feshedip kapanma kararı alırsa o dava artık görülmeye devam etmez. Yani HDP'nin kapanma kararı alıp üyelerin başka bir partiye geçmesi durumunda AYM, hazine yardımından yoksun bırakma veya kapatma gibi kararlar veremez. Parti üyelerine de az önce değindiğim beş yıllık yasak yaptırımları bile uygulanamaz.

Yani sözün özü, Türkiye'de fiilen siyasi parti kapatma davaları bir etki doğurur olmaktan çıkmış durumdadır. Hâliyle bu dava, hukuksal sonuç doğurma olasılığı düşük olan fakat siyasal bir mesaj niteliği taşıyan bir davadır. Ben HDP'nin kapatılma davasının sonuçlandırılamayacağını düşünüyorum.

4-) Olur da dava esastan incelenirse, bu durumda da bir yaptırım kararı alınması için Anayasa Mahkemesinin on beş üyesinden onunun bu yönde oy kullanması gerekir. Ben, beş-altı üyenin, yargısal tutumları uyarınca bu yönde oy kullanma olasılığının olmadığını düşünüyorum.

HDP kapatma davasındaki ironi

Bu iddianame ve müstakbel dava, Türkiye'nin siyasi partiler mezarlığının güzide bir köşesinde duruyor. Çünkü az önce aktardıklarıma bakıldığında Türkiye'deki parti kapatma davalarının sosyalistlere, İslamcılara ve Kürtçülere açıldığı görülür. Somut durumda İslamcılar, diğer iki grubun toplandığı partinin kapatılmasını istiyor. Bu ironik bir durum olsa gerek. Üstelik meselenin yeni anayasal rejimin kendine özgü özellikleriyle ilgili özgünlüğü de bulunuyor: Partili Cumhurbaşkanı tarafından atanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Cumhurbaşkanı'nın rakibi olan partilerden biri hakkında kapatma isteminde bulunuyor. Bu kapatma davasını da yine Partili Cumhurbaşkanı tarafından atanan yargıçların bulunduğu Mahkeme inceleyecek.

Davanın nasıl sonuçlanacağını hep beraber göreceğiz. Fakat bu durumun kendisinin dahi, gelecek kuşaklar için dikkat çekici bir durum olacağı ve siyasi partiler mezarlığında öylece kalacağı şimdiden açık.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiyeli kavramı üzerine iki not

Türkiyeli sözcüğünün yeni ve uydurma olduğuna dönük, hatta sosyal medyaya bakılacak olursa PKK tarafından tedavüle sokulduğuna dair kimi yanlış savlara dair iki not düşmekten kendimi alıkoyamıyorum

TİKA’ya çağrı: Melikşah ve Nizâmülmülk’ün mezarlığına ilgi gösterin!

Biz, çağlar öncesinin figürlerinin heykellerini yıkmaya veya sanat/kültür eserlerini tahrip etmeye yönelen “iptalci “woke[3]” saçmalıklara varmadıkça, eleştirilere karşı değiliz. Fakat eleştirmek başka şey, kültürel varlıklara sahip çıkmak başka şey

Can Atalay kararındaki bitmeyen sorunlar ve “hürriyete, adâlete ve fazilete âşık evlâtların uyanık bekçiliği”

Atıf yapılan kararın “hükmün kesinleşmesine ilişkin onama kararı değil, yok hükmünde sayılması gereken 3 Ocak 2024 tarihli ‘AYM kararına uyulmasına yer olmadığı’na dair karar” olduğu söyleniyor. Bu, çok daha vahim bir görüntü. Zira AYM kararının muhatabı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ydi ki ille de bir karar eklenecekse bu, o karar olmalıydı