23 Aralık 2020

Selahattin Demirtaş kararının düşündürdükleri – Tren vagonları

Hukukçu gözlüğümü çıkardım. Kararı okuyacak yargıçlar ve politikacılarla empati kurmaya çalışmamdan ileri gelen "bakakalma" hâlim, beni "tren metaforu"na getirdi

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Büyük Dairesi, Selahattin Demirtaş hakkındaki kararını, önceki kararındaki belirlemelerini derinleştirerek ve dilini sertleştirerek verdi. Kararı bir solukta okudum. Daha önce Mahkemenin özel dairesinin verdiği ilk ihlal kararını değerlendirdiğim için olsa gerek, benden bu yeni kararı da -hukukçu gözlüğümü takarak- değerlendirmem istendi. Ekranı açtığımda ne yazmam gerektiğini uzun uzun düşündüm. Düşünceler düşünceleri kovaladı ve ekrana öylece bakakaldım. Hukukçu gözlüğümü çıkardım. Kararı okuyacak yargıçlar ve politikacılarla empati kurmaya çalışmamdan ileri gelen bu "bakakalma" hâlim, beni "tren metaforu"na getirdi.

Edebiyatımızda diye düşündüm sonra, ne kadar çok tren öyküsü var...

"Kelimeler bir sahneden dökülür gibi katı ve içleri boş. Yapma çiçek. Kokusuz. Bağlamıyor. Ayırmıyor. (…) Vagonlar gibi geçiyor kelimeler. Ve yalnız geçişlerini seyrediyorsun. Kimler var içinde umrunda değil." der Cemil Meriç, Jurnal'deki "Bir Avuç Lakırdı" metninde. Meriç'in bu satırları, gündelik hayatta hepimizin karşılaştığı, sözcüklerin ağırlıklarını yitirip boş yük vagonları gibi arka arkaya dizilerek öylece geçip gittiği durumlar için çarpıcı bir benzetme kurar. Bu sözlerin, önümdeki kararın muhatabı olan Türkiyeli yargıçlar için ne kadar da uygun olduğunu düşündüm. Türkiye'de her şey hukuksal"mış gibi" davranmanın zorluğunu; ifade özgürlüğü, demokrasi, insan hakları kavramlarıyla bezeli sayfalarca süren karardaki sözcüklerin, bu gözlerin önünden içi boş tren vagonları gibi geçip gitmesinin yarattığı boşlukta süzülme hissini…

Sonra sıra Oğuz Atay'a geldi.

Tren metaforu, Oğuz Atay'ın, bir dağ kasabasındaki demiryolu istasyonunda yolcuların ilgisini çekmek için hikâyeler yazan bir öykücünün hikâyesini anlattığı Demiryolu Hikâyecileri'nde de önemlidir. Hikâyede, trenlerin başta seyrek uğradığı, sonra hiç uğramaz olduğu bir istasyonda günlerini geçiren bir öykücü, muhtaç olduğu okurunu bulamıyor olmanın hayal kırıklığı içine düşer. Bu ruh hâliyle en sonunda dayanamayıp naifçe sorar: "Ben buradayım, sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"

Strazburg'da, bu kararları yazan kalemlerin; fakat onlardan da önce bu karara bir değer ve anlam yükleyen, insan haklarına ve demokrasiye inananların durumuna ne kadar da çok benziyor diye düşündüm bu öykücünün durumu. İnsan hakları öyküsünü anlatırken okurunu bulamayan, bu nedenle de intizar ile gücenme arasında gidip gelenlerin, pek sevgili muhataplarını bulmaya dair yitik umudunu incelikli biçimde anlatıyor bu sözler…

Son olarak, aynı kararın Türkiye'nin iki farklı kesiminde duyulan yankılarındaki çelişki Peyami Safa'nın, benzer bir ikilemi anlattığı Fatih-Harbiye tramvayına götürdü ve yolculuğum orada tamamlandı. Bilmeyenler olabilir. Safa'nın bu romanı, "yanlış batılılaşma özentisi"ni temsil eden Neriman'ın romantik ilişkilerindeki açmazını konu alır. Neriman, Batı'nın "yozlaşmışlığını" temsil eden Macit ile Doğu'nun "olumlu değerleri"ni taşıyan Şinasi arasında kararsız kalır. İki farklı yaşam tarzının simgeleştiği Fatih-Harbiye arasında gidip gelen tramvay, romanda metaforik olarak kullanır. Şişli'den kalkan tramvay Fatih'e yaklaştıkça Neriman da Macit'in vadettiği hayattan uzaklaşıp Şinasi'ye, yani "özüne" döner. Peyami Safa, bu yolla biz okurların bilinçaltına, Türkiye'nin içinde bulunduğu batılılaşma yolculuğunda nereye "dönmesi" gerektiğine dair muhafazakâr mesajını işlemeye çalışır.

Muhafazakâr dimağlara işlenen bu mesaj hâlâ geçerli ve kendi öyküsünü yaratıyor. Bu öyküye göre Strazburg'daki Macitlerin verdiği karara karşı "yerli ve millî"nin duruşunu simgeleyen Şinasiler anlatısı, muhafazakâr mahalledeki muteberliğini koruyor. Üstelik bu öykü, o Şinasilerin yıllar önceki naifliğinden eser kalmamasına rağmen hâlâ okur bulabiliyor.

Hoş, o mahalle, yıllar önce "demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz" diyenlerin mahallesi olduğu için bu pek de sürpriz olmuyor. Fakat bize karamsarlık düşüyor. Üstelik bu karamsarlık sisi, trenin içinde bulunduğu karanlık tünelden çıkamadıkça yoğunlaşıyor.

Ne dersin sevgili okur, ışık görünüyor mu?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'de içki sadece içki değildir

Vergi adı altında içki içmenin cezası kesiliyor

Köylerde küslük yaratan muhtarlık seçimleri: Eşit ve gizli oy ilkelerinin ihlali

Muhtarlık seçiminde de kendine özgü bir resmî adaylık usulü uygulanmalı ve gizli oy ilkesini güvence altına alan bir pusula standardı getirilmelidir

Tanju Özcan’ın dinsel yemini yaman bir çelişki

Böyle bir pratik, laiklik ilkesine aykırılığın odağı olduğu geçmişte Anayasa Mahkemesince saptanan Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri veya belediye başkanları tarafından dahi gerçekleşmemişti. Bu adımı atmak, bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üyesine nasip (!) oldu