10 Mayıs 2022

"İnsan Hakları Eylem Planı" ne alemde?

Gezi Parkı kararı da gösterdi ki mevcut hükümler, planın yayımlandığı günlerden bile daha otoriter biçimde yorumlandı

Zaman çabuk geçiyor. Geçtiğimiz yılın bahar mevsiminde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "İnsan Hakları Eylem Planı" isimli bir plan hazırladıklarını duyurmuş, planı kamuoyuna sunmuştu. Planın yayımlanmasının yıl dönümü geldi geçti.

İlginçtir, azınlıkta da olsa, Türkiye'nin dümenini insan hakları yönüne kıracağı sanrısına kapılanlar olmuştu. Diğer bazıları, ne alaka diye şaşırmış, aralarında benim de olduğum çok sayıda yazar, metni eleştirmişti.

Bu metnin gerçekçi olmadığını söylemiş; bunun hem süregelen uygulamalardan hem de metindeki hedeflerin spesifik olmamasından belli olduğunu savunmuştuk.

Fakat her şeye rağmen metinde baskın olan soyut taahhütler dışında kimi nispeten net hedefler de yok değildi. Bu hedefler için "kısa" (1 ve 3 ay), "orta" (6 ay ve 1 yıl) ve "uzun" (2 yıl) süreli vadeler öngörülmüştü. 

Aradan bir yıldan fazla zaman geçtiğine göre bu türden iddiaların bazılarını sınayabiliriz. Yanlış anlaşılmasın. Bir sonuca ulaşma umudunu taşıdığımızdan değil, iktidar taahhütlerde bulunuyorsa bir yerlerde bunların takipçilerinin de olduğunu veya olması gerektiğini hatırlatmak için. 

Kuşkusuz, bu yazıda her bir taahhüdü tek tek ele almak mümkün değil. Bu, biraz da alanda çalışan insan hakları örgütlerinin ve muhalefet partilerinin işi. Fakat yine de anayasal yönden öne çıkan kimi başlıklara değinmek olası. 

Değinelim.

Coğrafi teminat

Bence planın en önemli taahhütlerinden biri, hâkim ve savcılara "coğrafi teminat" tanınacağı iddiasıydı.

Coğrafi teminat teknik bir kavramdır. Bir hâkimin görev yaptığı yerden, aksini istemedikçe başka bir yere atanmaması güvencesini ifade eder. 

12 Mart 1971 darbesiyle anayasal düzenimizden tasfiye olan bu güvence, Türkiye gibi coğrafî eşitsizliklerin hat safhada olduğu bir ülkede çok daha önemlidir.

Örneğin bir hâkimi gözümün önüne getirelim. Uzun yıllardan sonra gönlünden geçen yerde çalışmaya başlamış olsun. Bu hâkim, ucu siyasilere dokunacak bir karar verdiğinde, bulunduğu şehirden, bir yoksunluk bölgesine nakledileceğini düşünüyorsa, onun tam olarak tarafsız ve bağımsız karar verebileceğini söyleyebilir miyiz? Tabii ki hayır.

Türkiye koşullarında, bir hâkim, kararını verirken ensesinde "sürgün" tehdidini hissetmelidir. Bu olmadan yargı bağımsızlığı olmaz. 

Plan, bu teminatın altı ay içinde tanınacağını öngörmüştü. 

Tanındı mı? Hayır? 

Şaşırdık mı? Ona da hayır. 

Bağımsız insan hakları kurumları

Anayasal açıdan önem taşıyan bir diğer başlık da "bağımsız insan hakları kurumları" ile ilgiliydi. 

Bu kurumların varlık nedeni Birleşmiş Milletler bünyesinde üretilen Paris İlkeleri'nde öngörülmüştür. Varlık nedenleri, insan haklarının gelişmesine, yargı organlarının dışında ve siyasi baskıdan uzak biçimde katkı sunmaktır. Bu kurumlar, dünyanın çeşitli yerlerinde önemli işlevler görürler. Örneğin ani ziyaretler yoluyla işkence ve kötü muameleleri deşifre etmek, yaygın insan hakları sorunlarına dikkat çekmek, bunları raporlayıp çözmek için öneriler geliştirmek gibi…

Bunları yapabilmeleri için de yürütme baskısından arınmaları gerektiği düşünülür. Üye yapısı da mümkün olduğunca farklı kaynaklardan (örneğin etkili demokratik kitle örgütlerinden, bağımsız uzmanlardan, değişik felsefi akımlardan) sağlanmalıdır.

Böylesi özelliklerin gerçekten var olup olmadığını sınamak için bazı örgütlenmeler de kurulmuştur. Ulusal İnsan Hakları Kurumları Küresel İttifakı (GANHRI) isimli bir kurum, bu koşulları sağlayanları akredite eder. Meraklısı hangi ülkelerdekilerin akreditasyon alabildiğini şu listeden inceleyebilir. 

İşte plan, Türkiye'de bu ilkeler ışığında büyük iddialarla kurulan fakat üyelerinin yürütme erki tarafından belirlenmesinden ötürü sıkça eleştirdiğimiz İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun da bu özelliklere kavuşmasını ve akredite olmasını hedefleri arasına koymuştu. 

Fakat bir yıl geçmesine rağmen bu sağlanamadı. 

Şaşırdık mı? Hayır!

Din ve vicdan özgürlüğü

Planda, "Din ve vicdan özgürlüğünün en geniş şekilde teminat altına alınması için ilgili mevzuatın ve uygulamanın uluslararası insan hakları standartları doğrultusunda gözden geçirilmesi" konusunda bir yıllık süre kayıtlı bir belirleme vardı. 

Sözü edilen "uluslararası insan hakları standartları"nın gerektirdiği reform alanlarının çerçevesini İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları iyi kötü çiziyordu. Bu kararların hepsi olmasa da şu üçüyle ilgili adım atılsa bile yatıp kalkıp şükrederdik: (1) Din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması, (2) Cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınması, (3) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Sünni İslam merkezli ve tek yönlü bir aşılama kurumu olmaktan çıkarılması. 

Yapıldı mı? Yanına bile yaklaşılmadı. 

İfade özgürlüğü

Planda, benim özel olarak çalıştığım alan olduğu için, özellikle ilgimi çeken bir diğer nokta ifade özgürlüğü alanındaydı. Taahhüt aynen şöyleydi: 

"İfade özgürlüğünün en geniş şekilde teminat altına alınması amacıyla ilgili mevzuat uluslararası insan hakları standartları doğrultusunda gözden geçirilecektir."

Bunun için de bir yıllık süre öngörülmüştü. Hükmün kapsamı belirsiz olsa da İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin verdiği kararlarda sorunlu olarak tespit edilmiş mevzuat bir ölçüt sayılabilirdi. Buna göre, mesela şu maddelerde bile bir reform yapılmış olsaydı, ince eleyip sık dokumadan "helal olsun" diyebilirdik:

  • Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçu (TCK md. 220/6)
  • Cumhurbaşkanına hakaret suçu (TCK md. 299)
  • Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçu (TCK md. 301)
  • İnternet ortamında yapılan yayınlar yoluyla işlenen suçlarda (kategorik) erişim engeli getiren mevzuat

Bunların gerekleri yapıldı mı? Yanıt belli! 

Değişiklik yapılmadığı gibi bu keyfîlikle malul düzenlemeler tam gaz uygulanmaya devam etti. Gezi Parkı kararı da gösterdi ki mevcut hükümler, planın yayımlandığı günlerden bile daha otoriter biçimde yorumlandı. 

* * *

Rapordaki bol keseden verilen taahhütler saymakla bitmez. 

Benden şimdilik bu kadar.

Çünkü yukarıda da söylediğim gibi, her birini tek tek yazmaya kalksak, buradan Strazburg'a yol olur. 

Fakat meraklısı metni şuradan bizzat okuyarak önemli konularda arpa boyu yol kat edilmiş mi bakabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Nedir şu “Yerel Özerklik” dedikleri? | Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı

Bir kişinin terör mahkûmu olursa belediye başkanı olamaması anlaşılır ama daha hüküm yokken peşinen ve bu kadar çok sayıda seçilmiş kişinin görevden alınmasında her hâl ve kârda ağır abeslik var

Türkiye'de içki sadece içki değildir

Vergi adı altında içki içmenin cezası kesiliyor

Köylerde küslük yaratan muhtarlık seçimleri: Eşit ve gizli oy ilkelerinin ihlali

Muhtarlık seçiminde de kendine özgü bir resmî adaylık usulü uygulanmalı ve gizli oy ilkesini güvence altına alan bir pusula standardı getirilmelidir