20 Nisan 2021

Covid-19 iktidarları değiştiriyor

Dişini sıkıp kapatma tedbirlerine uymaya hazır esnaf, kendi kepengi kapalıyken "lebaleb kongreleri" elbette görüyor

Covid-19 salgını, birçok ülkede politik dengeleri değiştiriyor. Gerçi pandeminin başladığı zamanlardan bu yana çok sayıda seçim olmadı ama ABD örneğinde görüldüğü üzere, seçim yapılan yerlerde hükûmetler ayakta durmakta zorlanıyor.

Geçtiğimiz pazar, üç ülkede yapılan seçimler de bunu doğruladı. Yakın örnekten başlayalım. Almanya'da eyalet seçimleri sonucuna Angelika Merkel'in Hristiyan Demokratlar Partisi tarihinin en büyük gerilemelerden birini yaşadı. Buna karşılık Yeşiller ve Sosyal Demokratlar sıçrama gösterdi. Öyle ki özellikle geçmişte marjinal sayılan Yeşiller'in güzün yapılacak genel seçimde iktidara taşınacağı şimdiden kesin gibi düşünülüyor.

Almanya seçimlerin hakkında yazıldı, çizildi. Fakat aynı gün seçim yapılan iki Latin Amerika ülkesindeki sandıktan çıkan sürpriz sonuçlar, Türk basınına çok yansımadı. Oysa bu ülkelerde de durum dikkat çekiciydi.

Ekvador'da yerli boykotu, başkanı değiştirdi

İlk sürpriz Ekvador'daydı. Sağın adayı Guillermo Lasso, seçimin favorisi görülen solcu Anres Arauz'u 400 bin oy farkla geçti. Seçim sonucunu etkileyen temel faktör, yaklaşık 2 milyon oy (yüzde 20 civarı) desteğine sahip olan yerlilerin Arauz'a olan desteklerini geri çekip boş oy kullanmalarıydı.

Bu tercihin pandemiye bakan da bir yönü vardı. Koronavirüs salgını, Ekvador'u derinden etkiledi. ABD yönetiminin sürdürdüğü "aşı milliyetçiliği", ülkeyi açmaza sürükledi. Sadece 1 Mart-15 Nisan arasında dahi 8 bine yakın ölüm olduğu tahmin edilen ülkede aşılamanın gecikmesi büyük bir rahatsızlık konusu. Sokaklarda kalan cenazeler karşısında hükûmet, olağanüstü mezarlıklar inşa edip karton tabutlar dağıtmak zorunda kalmıştı. Petrol fiyatlarının düşmesine neden olan salgın, ülkede ciddi bir ekonomik gerilemeye neden oldu. Covid-19'un yarattığı işsizliğin ve borç batağının aşılamamış olması iktidarı zorladı.

Uzmanlara göre bu seçim sonucu, merkezdeki ve sağ kanattaki seçmenin aşırı kanatlara kayma eğilimi göstermesinden ve başta yerliler olmak üzere sol tabanın umutsuzluk sarmalına kapılmasından kaynaklanıyor.

Peru'da sol, iktidara yaklaştı

Geçen pazar gününün daha büyük sürprizi ise Peru'da yaşandı. Latin Amerika'da Covid-19 salgının en yaygın görüldüğü ikinci ülke olan Peru'da pandemi sürecinde  istihdam oranı yüzde 40 oranında gerilemişti. Önceki devlet başkanı (merkez sağcı) Martín Vizcarra, hem yolsuzluktan hem de pandemi sürecini kötü idare etmekten ötürü Meclis'te suçlanmış (impeachment) ve görevden alınmıştı. Dahası, Covid-19 aşısı için kendisini ön sıralara geçirdiği tespit edilmiş ve 10 yıl boyunca kamu hizmetine girme hakkından yoksun bırakılmasına karar verilmişti.

Başkanlık seçiminin, geçen hafta yapılan ilk turunda, ilkokul öğretmeni ve eski sendika lideri Pedro Castillo birinci çıktı. Castillo'nun partisi Perú Libre, sosyal demokrasinin de solunda duruyor ve devrimci bir hat izliyor. Bu sonuç, herkes için bir sürpriz oldu.

Seçimin ikincisi ise aşırı sağcı Keiko Fujimori oldu. Keiko, 1992'de bir askeri darbeyle yönetimi ele geçiren  cunta lideri Alberto Fujimori'nin kızı…

Uzmanlara göre ilk turda seçim sonuçlarında radikal kanatların öne çıkmasının nedeni, burada da seçmenlerin çoğunluğunun boş veya geçersiz oy kullanmasıydı. Gerçekten de seçim sonuçlarına bakıldığında birinci sırayı alanlar hiçbir partiye oy vermeyenler görünüyor. Öte yandan, ana akım denen merkez siyasetinin Covid-19 sürecine karşı etkisizliğinin, derinleşen işsizlik sorununun ve ekonomik krizin, bu ülkede de radikalleşmeye neden olduğu kabul ediliyor.

Kaynayan kazan Brezilya

Latin Amerika'da seçimin yüksek sesle konuşulduğu bir diğer ülke de Brezilya. 27 milyondan fazla kişinin yoksulluk sınırının altında kaldığı ülke, ekonomik olarak en kötü zamanlarından birini yaşıyor. Covid-19 kaynaklı ölümlerin sayısı neredeyse 400 bine ulaşmış bulunuyor. Brezilya, salgının yaygınlığı yönünden, dünya sıralamasında ABD'nin peşinden ikinci sırada yer alıyor. Son birkaç haftadır her gün yaklaşık 4 bin kişi virüsten dolayı ölüyor. Sağlık sisteminin çöktüğü ülkede, doğumlar artık evlerde yapılıyor, hastanenler acil vakaları dahi kabul edemiyor. Covid-19'un, (Amazonas eyaletinde ortaya çıktığı düşünülen) daha bulaşıcı türü olan P1'in ülkede hızla yayılması karşısında yoğun bakım ünitelerinin boşalma olasılığının kısa vadede bulunmadığı düşünülüyor. İşsizlik oranı resmi sayılara göre 13 milyondan fazla. Sokaklar evsizlerle dolmuş bulunuyor.

Ülkenin bu hâle gelmesinin temel sorumlusu, sözcüğün teknik anlamıyla "faşist" demekten tereddüt etmeyeceğimiz Jair Bolsonaro. Pandeminin başladığı günlerde Koronavirüs'ü "küçük grip" diye adlandırarak dalga geçen, uzun süre maske takmayı reddeden ve döneme seçmenleriyle kucaklaştığı mitinglerle damga vuran başkan Bolsanaro hakkında ocak ayında bir suçlama (impeachment) yapıldı. Şu anda da, hakkında bir meclis soruşturması başlatılmış bulunuyor. Aynı günlerde Yüksek Mahkeme, daha önce düzmece bir yargılama sonucunda hapse atılan ve bu nedenle başkanlık seçiminde aday olmasına engel olunan İşçi Partisi lideri Lula hakkındaki kararı bozdu. Kamuoyu yoklamaları Lula'nın, Bolsonaro karşısında 20 puan öne geçtiğini söylüyor. Bir terslik olmazsa solcu Lula, önümüzdeki yıl yapılacak seçimde yeniden başkan olacak. Lula'nın İşçi Partisi, sürece sosyal devlet tedbirlerini hayata geçirecek bir sosyal adalet programıyla girmeye hazırlanıyor.

* * *

Görüldüğü gibi pandemi, iktidarları değiştiriyor. Doğru bir hat izleyen muhalefet partilerinin iktidar olması olasılığını arttırıyor. 2020'de Latin Amerika'daki yoksul kişi sayısının 22 milyon daha artarak 209 milyona çıktığını raporlayan ECLAC, yeni sosyal devlet tedbirlerini  kaçınılmaz görüyor ve bu tür adımlar atılmasını öneriyor. Bu, çeşitli raporlarda ısrarla vurgulanan bir durum. Bu durumun, uluslararası sermayenin "yeni Keynesçilik"/"yeni devletçilik" arayışıyla da uyumlu olduğu söyleniyor. Dolayısıyla sosyal politika hattını takip edenler için iktidar olasılığı hiç olmadığı kadar yüksek görülüyor.

Türkiye'de durum

Salgın pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'yi de derinden etkiledi. TÜİK'in açıkladığı tartışmalı sayılara göre bile (geniş anlamda) işsiz sayısı 10 milyonu aşmış bulunuyor.

Söz konusu işten çıkarmalar büyük bir "ahlaksızlık" ile gerçekleştiriliyor. Kamuoyunda "Kod-29" olarak bilinen ve işçinin iş sözleşmesinin işveren tarafından İş Kanunu'nun 25-II maddesinde yer alan "ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri" gerekçesi ile feshedilmesi düzenlemesi, salgın döneminde işten çıkarma yasağının dışında tutulmuştu. İşverenlerin, işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı hakkı elde etmemeleri için başvurdukları bu "kanuna karşı hile" yöntemi, Covid-19 döneminde uygulanan işten çıkarma yasağını delmek için de yaygın biçimde kötüye kullanılıyor. İşçiler, ahlak kurallarına uymadıkları iddiasıyla işten çıkarılıyor; dahası böyle bir gerekçeyle işten çıkarılınca herhangi bir tazminat alamadıkları gibi yeni bir işe başvurduklarında da sicillerindeki bu lekeden dolayı güçlük yaşıyor.

DİSK'in yaptığı bir araştırmaya göre sadece 2020 yılında 176 bine yakın işçi "Kod-29" bahanesiyle işten çıkarılmış bulunuyor. Hükûmet ise bu durum karşısında ölüm sessizliğine gömülmüş durumda.

İktidarın bu süreçte emekçiler lehine uyguladığını iddia ettiği, elle tutulur tek sosyal devlet uygulaması "sosyal koruma kalkanı" diye adlandırılan destek programı oldu.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un yaptığı açıklamaya göre bu program çerçevesinde yurttaşlara 60 milyara yakın yardımda bulunulmuş. Oysa bu programa da yakından bakıldığında bu miktarın 54 milyara yakın kısmı, İşsizlik Sigortası Fonundan ve yurttaşlardan toplanan bağışlardan gelmiş. Buna göre hükûmetin salgın için bütçeden ayırdığı sosyal destek 6 milyar civarında. Yani devede kulak.

Bu yetmezmiş gibi hükûmet, Nisan itibarıyla "kısa çalışma ödeneği"ne son verdi. Üstelik bunu, hem işçi hem de (hükûmete yakın) işveren örgütlerinin tepkilerine rağmen gerçekleştirdi. Bunun anlamı büyümekte olan işsizler ordusunun daha da büyüyeceğidir.

* * *

Aslında toplumun özellikle muhafazakâr kesimi, yaşanagelen sorunları iktidardan bağımsız, virüs gibi dışsal nedenlerden kaynaklandığını kabul etmeye hazırdı. Medya ve sermaye çevreleri de böylesi bir kabulü pompalamaya eğilimindeydi. Gelgelelim hükûmet, derin bir iktidar sarhoşluğu içinde, manipülasyon yapmaktan bile aciz duruma düşmüş bulunuyor.

Dişini sıkıp kapatma tedbirlerine uymaya hazır esnaf, kendi kepengi kapalıyken "lebaleb kongreleri" elbette görüyor. Ücretsiz maske dağıtımını dahi organize edemeyen siyasi iktidar, sorumluluğu üstüne almayıp halka yıktığında yurttaşlar belli ki bu riyakârlığı fark ediyor. Zira sosyal adaletsizlik, aşılama sırasındaki eşitsizlik örneğinde de olduğu gibi kamuoyunun gözü önünde vücut buluyor.

Muhalefet ise uzun bir aradan sonra ilk kez ekonomiyi siyasetinin merkezine almış bulunuyor. Bir süredir kendisinden hesap sorulmasına alışık olmayan iktidar, "128 milyar nerede?" sorusu karşısında tamamen bocalamış görünüyor. Pandemi karşısında emekçiler için görünmez olan devlet, mesele bu soruyu savuşturmak olduğunda tüm iktidar gücünü seferber etmekten geri durmuyor. Eğer bu şekilde devam edilecek olursa belli ki Covid-19, Türkiye'de de iktidarı değiştirecek görünüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiyeli kavramı üzerine iki not

Türkiyeli sözcüğünün yeni ve uydurma olduğuna dönük, hatta sosyal medyaya bakılacak olursa PKK tarafından tedavüle sokulduğuna dair kimi yanlış savlara dair iki not düşmekten kendimi alıkoyamıyorum

TİKA’ya çağrı: Melikşah ve Nizâmülmülk’ün mezarlığına ilgi gösterin!

Biz, çağlar öncesinin figürlerinin heykellerini yıkmaya veya sanat/kültür eserlerini tahrip etmeye yönelen “iptalci “woke[3]” saçmalıklara varmadıkça, eleştirilere karşı değiliz. Fakat eleştirmek başka şey, kültürel varlıklara sahip çıkmak başka şey

Can Atalay kararındaki bitmeyen sorunlar ve “hürriyete, adâlete ve fazilete âşık evlâtların uyanık bekçiliği”

Atıf yapılan kararın “hükmün kesinleşmesine ilişkin onama kararı değil, yok hükmünde sayılması gereken 3 Ocak 2024 tarihli ‘AYM kararına uyulmasına yer olmadığı’na dair karar” olduğu söyleniyor. Bu, çok daha vahim bir görüntü. Zira AYM kararının muhatabı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ydi ki ille de bir karar eklenecekse bu, o karar olmalıydı