17 Haziran 2019

Binali Yıldırım: Elde var hüzün…

İmamoğlu fırsatı kaçırmadı ve bu söz kesmeleri kâh mağduriyet vurgusu kâh mizahî motiflerle bezeli olgunluk gösterileriyle ciddi bir avantaja dönüştürdü

Binali Yıldırım’ın Ekrem İmamoğlu ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday bir “lider” olarak dün gece ekran sahnesine çıkışı, konuşmasının akışını izlerken beni onun aynı şekilde “liderlik” hedefiyle ilk sahneye çıktığı ana götürdü. Hüzünle!..

Yıldırım, ilk kez Ankara’da 22 Mayıs 2016’daki AK Parti Olağanüstü Büyük Kongresi’nde bir lider olarak sahneye çıktı. Oradaydım…

Ve üzülerek belirtmeliyim ki bir “lider” olarak o, “yok hükmünde” idi.

***

Mevzubahis kongre, esas itibarıyla Ahmet Davutoğlu’nun “saray darbesi” ile devrilmesiyle AKP içinde, zayıf ve titrek bir mum ışığı kabilinden son “farklı duruş”un da sönümlenmesinin zemini idi.

Her şeye rağmen Davutoğlu, AKP’nin hâlâ bir parti olduğuna dair son resimdir.

Bu kongre sonrasında AKP artık bir parti değil “ibadetgâh” olmuştur.

Bu kongre sonrasında AKP artık bir kült şahsiyetin Başkanlık sürecine giden yolda bir “koreografi” ünitesine dönüşmüştür.

Böylesi bir ibadetgâh ve koreografi ünitesine dönüşme durumunu o kongrede Divan Kurulu Başkanlığı’na oturtulmuş Bekir Bozdağ ne kadar güzel örneklemişti yaptığı konuşmada:

“AK Parti, Tayyib’in Partisi’dir!.. Ve var oldukça da ‘Tayyib’in Partisi olacaktır.”

Bitmedi! Parti’nin sahibi olarak kaydettiği “Tayyib”e hitaben de adeta ant içercesine şöyle seslenmişti Bozdağ:

“Size sadakatle, açtığınız yolda, gösterdiğiniz istikamette bu kutlu yolda, yolculukta yürümeye azimle devam edeceğiz.”

***

İşte Binali Yıldırım’ın liderlik serüveninin başlaması, kendisinin yeni “lider” olarak esamisinin okunmadığı böylesi bir “Tayyip Ayini” ile oldu.

Kendisini Parti’nin yeni lideri, ülkenin de başbakanı yapacak bir seremonide salonu turlarken salondakilerin“Reeeeceeeep Tayyiiiiip Erdoğaaaaann” naraları üzerinden oldu.

Hatta Parti’deki siyasi kariyeri bu kongre ile sıfırlanan Ahmet Davutoğlu’nun dahi ondan kat be kat fazla bir tezahüratla selâmlanmasıyla oldu.

Üstelik kaderin garip bir cilvesi olarak, yapılan “tiyatro” seçimle liderliği resmileşip sahnede konuşmaya başladığında da sesinin “fiziksel” olarak çıkmadığı, bu yüzden sağlıklı bir konuşma da gerçekleştiremediği bir liderlik başlangıcı yaptı Yıldırım.

Binali Bey, fiziksel olarak da siyasal olarak da sesi çıkmayan bir lider olarak başlangıç yaptı!

Diğer deyişle, başlangıcı olmayan bir lider olarak “başlangıç” yaptı.

Liderliğe başladığında bitmiş bir lider olarak başlangıç yaptı.

***

O günden bugüne, 3 yıllık bu tırnak içinde “liderlik”ler performansında; o her daim “sıfır noktası”ndaki Başbakanlık, Meclis Başkanlığı dönemlerinde onu hep hüzünle izledim ben…

Dün gece ekranda da hüznüme hüzün ekleyerek izledim Binali Bey’i.

Hüzün en çok, “kural” tâ en baştan sıkı sıkı hatırlatılmış olmakla birlikte profesyonelliğe hiç mi hiç yakışmayan şekilde Ekrem İmamoğlu’nun konuşmasını mütemadiyen kesmesi ve bu bakımdan moderatörden sürekli uyarı almasıyla katmerlendi.

Ekrem İmamoğlu hiç kesmedi, Binali Yıldırım hep kesti.

***

Tabii İmamoğlu da fırsatı kaçırmadı ve bu ha bire söz kesmeleri kâh mağduriyet vurgusu kâh mizahî motiflerle bezeli olgunluk gösterileriyle ciddi bir avantaja dönüştürdü.

Sonuçta konuşmada zikredilenler, yani yapılmış ya da yapılmamış hizmetler, bol keseden yapılacağı vaat edilenler, rengarenk posterler eşliğinde görsel veriler ve rakamlar, rakamlar, rakamlar…

Bunların hepsi uçuuuup gider.

Televizüel performans, geriye bıraktığınız imgelerle hesaba çekilir.

O yüzden tarihi buluşmadan geriye en çok kalacak olanların başında, benim 10’uncu kez olduktan sonra artık saymayı bıraktığım söz kesmeleri gelecektir Binali Bey’in…

Bunlar bir yetersizlik ve yenilgi göstergesi olarak alınacak ve anılacaktır.

***

Ekrem İmamoğlu ise başta belirtilen söz kesmeme kuralına hassasiyetle riayet etti. Yıldırım’ın dayanılmaz kışkırtıcı ifadeleri karşısında dahi soğukkanlılığını kaybetmeyip sakince bekledi. Ve tam aksi istikamette, Yıldırım’a cevap vermek üzere söz aldığında tekrar tekrar müdahaleye uğradı Yıldırım tarafından…

İmamoğlu hareketli, dinamik ve dinçti.

Yıldırım telaşlı, müdahaleci ama alttan alta, derinden derine de fark edilir olduğu üzere yorgundu.

***

Üstüne üstlük, yine bir başka unutulmayacak ve muhtemelen dünden itibaren seçime kadar ha bire işlenecek Sayıştay’la ilgili verdiği vahim açık, kendisinin en büyük avantajı olarak öne sürdüğü yılların devlet adamlığı iddiasına da fazlasıyla gölge düşürdü Yıldırım’ın.

Sayıştay raporunun “Ekrem İmamoğlu’nu yalanladığını, “Ekrem Bey’in yalan söylediğini ifade ettikten sonra, İmamoğlu, “İşte Sayıştay raporu, 753 milyon zarar var” diye elindeki metni gösterip okuduğunda İsmail Küçükkaya döndü sordu ona, “Siz okudunuz mu bu raporu” diye…

Cevap, ölümcüldü: “Hayır, okumadım.”

***

Sonuçta vücut dili, yüz jestleri, konuşma temposu, sinirsel dayanıklılık; neresinden bakarsanız bakın psikolojik üstünlük açık ara İmamoğlu’daydı.

Çünkü, yazı başında aktardıklarım doğrultusunda tamamlamam gerekirse, Binali Yıldırım, yukarıdan aşağı güdümlü bir mobilizasyonla liderlik sahnesinde karşımıza çıkmış bir figürdür.

Ekrem İmamoğlu ise aşağıdan yukarıya gürül gürül bir mobilizasyonla liderlik sahnesinde karşımıza çıkan bir figür.

Böyle olunca, İmamoğlu açısından seçimde sonuç ne olursa olsun, kazansa da kaybetse de bu onun için gelecek açısından kazanç hanesine işlenecek bir aktivite oldu.

Binali Yıldırım için de yine seçimin sonucu ne olursa olsun…

Yine aynı şekilde…

Elde var hüzün!..   

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil