17 Kasım 2019

Başlangıçta tiyatro vardı!

İKSV'nin 23. İstanbul Tiyatro Festivali açılışında izlediğimiz İO'da Şahika Tekand, hem yazdığı hem yönettiği hem de "İO" rolünde karşımızda olduğu başyapıtında, kadim zamanların tragedyasını içinde bulunduğumuz zamana protest bir ruhla taşıyor

"Başlangıçta söz vardı" inanışının maddi karşılığı mitlerdir; yani "mitologya".

Mit (efsane/söylence), bir "kutsal senaryo"dur. Ya da "kozmos"un kutsal hikayesi.

Tanrıların kökenine, yapıp ettiklerine, ahlâki öğreti ve nasihatlerine dair hikayeler, mitlerin içeriğinde yer alır. Evren, doğal ve doğaüstü dünyalar, bunların içinde insanın yeri, varoluşun anlamı, geçmişi, geleceği üzerine açıklamalar her toplum ve kültürde mitlerle kuşaktan kuşağa aktarıla gelir.

Eğer mit, kutsal senaryo ise her senaryo gibi kendisine bir sahne arayacaktır; dolayısıyla da mitologyanın "sahnelenmesi" kaçınılmaz olacaktır.

İşte orada da tiyatro bilinebilen en eski zamanlardan bu yana bir kültürel pratik olarak karşımızdadır.

O halde başlangıçta tiyatro da vardır.

Dinin tiyatrosu: Ritüel

Mitologya ve tiyatro, adeta bir elmanın iki yarısı olacak şekilde dinde buluşurlar.

Başlıca iki kesit ayırt edilir dinde: İnancın-itikadın çerçevesini belirleyen bir söylem… Ve ibadetin çerçevesini belirleyen bir pratik.

Dinsel söylemi mitler, dinsel pratiği ritler yapılandırıp şekillendirir.

Rit ya da ritüel, insanların doğaüstü, kutsal, yaratıcı sayılanlarla ilişkisinin kurulduğu, dinsel inancın hayata geçmesini sağlayan törensel-ayinsel etkinliktir. Bir başka deyişle, dinin "sahneye konması"dır.

Dolayısıyla, mitin dinin senaryosu olduğu yerde ritüel de dinin tiyatrosudur.

O yüzdendir ki tiyatro (drama) dinle haşir neşir doğmuştur. Tiyatro tarihine ilişkin en eskiye giden bulgular bizi M.Ö. 3200'lerde Eski Mısır'da ayinsel çerçevede gerçekleştirilen dinsel dramalara çıkarır.

Bunun yanı sıra küçük-ölçekli, yazısız kabile toplulukları ("ilkeller") üzerine çalışan antropologlar da dinin pratikte drama ile iç içe geçmişliği üzerine zengin bir malzemeyi önümüze sermişlerdir. Kutsal sayılan mitlerin canlandırıldığı oyunlar da kutsal sayılır. "Canlandırma"ya da ancak bazı özel kişiler yetkilidir ve bu "oyuncular", canlandırdıklarını simgeleyen maskeler takarlar.

Fakat tabii ki tiyatronun başlangıcı denilince esas akla gelen, bugüne somut kalıtları Aiskhylos, Sophokles, Euripides'le ulaşmış Antik Yunan tragedyalarıdır.

Tragedya, mitologyanın ete-kemiğe bürünmesidir.

Homeros ve Hesiodos'un "kutsal senaryoları", İlyadaOdysseiaİşler ve GünlerTheogonia (Tanrıların Yaratılışı), Aiskhylos, Sophokles, Euripides tarafından "sahneye konmuştur". Tanrılar ve tanrıçaların ürkütücü, teslim alıcı, boyun eğdirici ihtişam ve erişilmezlikte tasarımlanmış dünyasını canlandırırken, insana kendi özünün kutsallıkla hâlelenmiş düşsel dışavurumlarını da görünür, duyulur, fark edilir kılma yolunda…

Ve Yunan tragedyalarında da oyuncular, özel maskeler takmış olarak sahne almışlardır.

Dünden bugüne tragedya

Demek ki başlangıçta tiyatro varsa, tiyatronun başlangıcında da tragedya var.

Performans/gösteri sanatlarının; sinemanın, dizilerin, "stand-up"ların ve dahi reklamların anavatanı-dölyatağı tiyatro, böylesine kutsallıkla, dinsel duyu ve duygu ile irtibatlı bir etkinlik olarak doğuş buldu. "Yunan Panteonu"nun erkekli dişili tüm kutsal figürlerinin, Olympos'un ölümsüz tanrı ve tanrıçalarının, ölümlü insanlar (krallar-soylular) da işin içine katılarak, kavgaları, kurnazlıkları, öfkeleri, gazapları, azapları ile korkunç, acı ve hüzünlü şekilde sahnelendiği tragedyalarda…

Bu bakımdan Antik Yunan tragedyası da dinsel bir ayin niteliği taşıyan tiyatrodur.

Ama elbette insanlık (kültürel-evrimsel bir spekülasyonla konuşmak gerekirse) nasıl büyüden dine ve bilime; diğer deyişle, bilinmeyenle ilişki kurma arzusundan (din) bilinmeyeni tüketme çabasına (bilim) doğru hem bir sefer hem de seyrüsefer (gelgitler) içinde olduysa…

Tiyatro da akan zaman içinde dinle hemhal olmuşluktan, dinle hesaplaşmayı da içerecek şekilde farklı, yeni, "seküler" yörüngelere evrildi.

"Doğaüstü"ne itaatin elle tutulur gözle görülür şekilde sahnelendiği tiyatro, tragedya dâhil olmak üzere, doğaüstüne de doğal dünyanın üstün-egemen güçlerine de isyanın dili, sesi, sahnesi haline geldi.

Bir "feminist tragedya"

Tiyatro tarihi ne bu yazının sınırlarına sığdırılabilecek ne de bizim uzmanlık alanımız olan bir konu. Sadece "tiyatrosever" bir kültürel-antropolog olarak, muhteşem bir yapıtın kışkırtıcı etkisi ile yukarıdaki düşünceleri serdetme cesareti buluyoruz.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 23. İstanbul Tiyatro Festivali açılışında izlediğimiz, Şahika Tekand imzalı "İO" bu.


Şahika Tekand, İO'da

Yunan mitolojisinin kıyısına iliştirilmiş kadın karakterlerden biri İO... Bir kral kızı o ve "üst-tanrı" Zeus'un ölümlü sevgilisi olup ondan bir çocuk da doğurmuş (Mısır kralı Epaphos). Fakat Zeus'un hem kız kardeşi hem de kıskanç mı kıskanç karısı "üst-tanrıça" Hera'nın gazabına uğrayarak inek kılığına sokulmuş ve kendisine bir de at sineği musallat edilmiş.  

Tekand, İO'yu "özne"leştirerek kotardığı ve hem yazdığı hem yönettiği hem de İO rolünde karşımızda olduğu bu başyapıtında, kadim zamanın tragedyasını içinde olduğumuz şu ahir zamana protest bir ruhla taşıyor.

Protestliğin özünde ataerkillik-karşıtı "feminist" bir motif de var, "Tanrı korkuda saklıdır" diyerek seküler-eleştirel aklı savunan bir motivasyon da var.


Gökhan Küçük, İO'da

Zeus'a "yancı" Tanrı Hermes (Gökhan Küçük) ve güç-kuvvet simgesi Kratos (Deniz Karaoğlu) ile onun kız kardeşi ve zor, zorbalık, şiddet simgesi Bia (Gizem Bilgen) karşısında "tanrısal" eril-iktidara isyan bayrağı açan İO, korku yoluyla aynı "tanrısal"a sorgusuz-sualsiz itaate sürüklenmiş insanları dehşete düşüren bir "dişil-direniş"i temsil etmekte. Kendisi gibi Zeus'a başkaldırmış, tanrısal katlardan ateşi çalıp insanlara vermiş, ama sonra hem insanların hayal kırıklığına uğrattığı hem de Zeus'a teslim olmuş Prometheus'la da (Yiğit Özşener) hesaplaşma içinde bir temsil bu.


Yiğit Özşener, İO'da

İO'nun tanrılara-tanrıçalara böylesine hırçın mı hırçın kafa tutuşu karşısında insanları, koro halinde panikle çığlık çığlığa söylenirken izliyoruz:

"Ne diyor bu çılgın, neden korkmuyor? Biz insanız, lânetlerden korkarız! Nasıl kör cesaret bu, neden korkmuyor?!.. Hangi çılgın göze alır Zeus'un öfkesini? … Çatışıyor çarpışıyor düşüncelerle korkular kafamda! Çatışıyor çarpışıyor, durduramıyorum!"


Koro - İO

Dünün tragedyasıyla bugünün trajedisini düşündürmek!

Daha fazla kopya verip bu güzel oyunu izleme arzu ve heyecanı içinde olanların şevkini kaçıracak bir haksızlığa yol açmayalım.

Sözün özü şu ki İstanbul Tiyatro Festivali, "Başlangıçta tragedya vardı" akidesine bağlı kalarak, bu kadim sanatı dijital zamanın, hız çağının ve "her ne olursa olsun ‘eğlenceli' olsun" takıntısında bir hayatın baskısını karşılamayı göze alan cesur bir açılışla günümüz insanına takdim ediyor.

Şahika Tekand, Yunan mitolojisinde kıyıya itildiği söylenebilecek bir kadın karakteri merkezileştiren, böylece "madun"un, yani aşağıda ve ezilenlerin sesi olarak nitelendirilmeyi hak eden bir "praksis"le seçkinleşiyor. Yunan tragedyasını, bugün acımasız ve gaddar bir işleyiş içindeki dünya sisteminin kurbanı "Küçük İnsan"a, onun itaat ve ataletten oluşan güncel trajedisini duyumsatma yolunda işlerliğe sokarak...

Böylece dijital kültürel akış içindeki bugünün dünyasında tiyatronun yeni-medya teknolojileri doğrultusunda edindiği yeni biçimlenme ve uygulamaları hiç yadsımaksızın içeriklenen bir Festival'de köklere selam durularak yapılan açılışı taçlandırıyor o.

Evet, dijital çağda da tiyatro tragedyayla başlıyor.

Çünkü mazisi olmayanın istikbali de olmuyor.


Deniz Karaoğlu ve Gizem Bilgen, İO'da
(İO, Festival kapsamında 30 Kasım'da Uniq Hall'de tekrar izleyiciyle buluşacak.)

Yararlanılan ve okunması önerilen kaynaklar (konu çerçevesinde önem sırasına göre):

Behçet Necatigil, Mitologya, Yapı Kredi Yayınları, 2017; Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yayınevi, 1971; Tayfun Atay, Din Hayattan Çıkar, İletişim Yayınları, 2016

Yazarın Diğer Yazıları

Kitabın ölümü

Artık 'bestseller' değil, 'fastseller' kitaplardan bahsedilebilir; tıpkı fastfood gibi. Ama bizde 'fastseller' kitap olgusuna başka boyutlar eklemek mümkün: Kitabın 'tılsım' ya da 'oyuncak' olarak da ayırt edilir hale gelmesi…

'O Ses Türkiye'de Kürt realitesi ve halklara selâm!

O Ses Türkiye yarı finalinde Kürtçe ninni okuyup "Türkiye halklarına selâm olsun" diyen genç müzisyene yönelik alkışlar, aynı evrende 20 yıl önce benzeri eylem ve söylemi hayatı pahasına sergilemiş Ahmet Kaya’nın ruhuna bir ferahlık olmuştur!..

Diziler ve reytingler

Yıllanmış dizi 'Reis'te irtifa kaybı ortada olunca yeni bir ruh, coşku ve umutla sahneye konan bir başka 'dizi'ye seyirci ilgisinin önüne geçilemedi. 2009 Davos'unda reyting doruğuna çıkmış 'Reis', 2019 İstanbul'unda bir Haziran gecesi zirvedeki yerini 'İmam'ın Oğlu'na kaptırdı!