24 Haziran 2022

Dezenformasan mı, dezenformamasan mı?

Yanlışlar komedyasının son perdesi de başlıyor anlaşılan, ama bu sefer tragedya olarak

Takılmışım akşam televizyonda bir ekonomi programına. Bizim gençliğimizde siyaset tartışırken "arkadaş mesele ekonomik" cümlesi sık edilirdi. Altyapının, üretim ilişkilerinin, üst yapıyı belirlediği konuşulurken, "Dur bakalım kültürel kodları hesaba katmadan yalnızca ekonomik bakıldığında…. " falan gibi cümlelerle tartışma uzardı. Demem o ki gençlikten gelen bir ekonomi ilgisi ben de hep vardır. Sözünü ettiğim program havuz medyasında yayınlanan bir tartışma programıydı, bu arada hafakanlar basıp zaplarken, aynı minval üzerine başkalarına da denk geldim. Mesele uygulanan ekonomik programın ne kadar muhteşem olduğu, Türkiye'yi yöneten aklın tam da ihtiyaç olunan ekonomi felsefesini hayata geçirdiği gibi cümleler gırla gidiyor. Aklı başında iktisatçıların külliyen saçma dedikleri, birilerinin bir şey demesini bırakın, yine gençliğimizin jargonuna dönersek teorinin saçmalığının pratikte her gün, her memleket insanınca sınanarak ekonominin başaşağı gidişinin bir film gibi izlendiği bir ortamda, çöken ülke ekonomisini arşı âlaya yükseliyormuş gibi anlatanları dinlerken içim geçmiş, uyumuşum.

Çizgi: Tan Oral (1985)

Rüyamda yeni uzman olduğum günlere dönmüşüm. Ben yeni uzmanım, ama olay sanki günümüzde geçiyor. Pırıl pırıl bir hastane, daha kıdemli abiler, genç, meraklı asistanlar bir beyin cerrahisi servisindeyiz. Karşımızdaki serviste de kalp damar cerrahisi var, onlarla da günün yorgunluğunu ortak dinlenme odasında çay, kahve içerek paylaşıyoruz. Bir sabah hastane yönetimi bizi topladı. Başımıza yeni bir şef atandığını söyledi, hem beyin cerrahisi, hem de kalp damar cerrahisini yönetecekmiş. Tuhaf geldi ama, ne diyelim? Duyuruyu yapan, şefin kim olduğunu da açıkladı, Recai Tahir Eryaman Hoca. Ben adını hiç duymamıştım. Gençlik tabii anında googleladı. Y-Z kuşağı arası uzun saçlı, küpeli, dövmeli ama çok çalışkan asistanımız "Abi hiç yayını yok, özgeçmişine dair bir cümle de yok nette" demez mi. "Oğlum yurtdışında çalışmıştır, kim bilir, belki yayını yok ya da sen bulamadın, ama süper bir cerrahtır, dur bakalım" dedim.

Ertesi sabah erkenden Recai Tahir Eryaman Hoca göreve başladı. İki bölümü de topladı ve kendisinin hem kalp, hem de beyin cerrahisi uzmanı olduğunu, bundan böyle bütün ameliyatları da kendisinin yapacağını, çok şanslı olduğumuzu, kendisinin ustalık dönemine denk geldiğimizi, sayesinde tıbbi ufkumuzun açılacağını falan söyledi. Bizim Y-Z kuşağı arası asistan, yanıma sokulup "Abi biraz kibirli mi ne?" deyiverdi. Ben, hele bir icraatını görelim diye aklımdan geçiriyorum.

İlk icraatı birazdan belirdi. Bizim bölümde yapılacak bir omurga ameliyatı söz konusu. Bu konuda çok deneyimli arkadaşlar var. Hoca onlara "Siz burada nasıl platin takıyorsunuz?" diye sordu. Şimdi omurga ameliyatlarında titanyum malzemeler kullanılıyor, halk arasında platin dense de platinle alakası yok. Biraz şaşırdık tabii, arkadaşlar kullanılan markayı söyledi. Recai Tahir Hoca kükredi: "Yerli ve milli malzeme kullanılacak bundan sonra." Bizim fırlama asistan yine sokuldu "O zaman neden Mercedes'e biniyor acaba?" Her neyse kendisine hem yerli, hem farklı ülkelerde imal edilmiş malzemeler kullanılıyor diye anlatırken, "Çabuk bana Necati'yi çağırın" dedi. Necati kim demeye kalmadı, hüdâyi nâbit bir arkadaş belirdi. Bundan sonra tüm malzeme alımından Necati'nin sorumlu olacağını söyledi ve Necati'yi perşembe pazarına yolladı. Git filanca adresten şu vidaları al diye. "Onları mı takacaksınız efendim, tıbbi malzeme onayından geçmemiş ne idüğü belirsiz vidalar insana takılamaz" dedi omurgacı arkadaş. Hocanın suratı birden değişti. "Çabuk" dedi, "Bunu Silivri'ye yollayın". Silivri neresi derken, anladık ki Silivri de bir poliklinik açılmış, Hoca'ya karşı gelenler, bundan böyle ameliyattan kesilip polikliniğe gidecek.

Necati perşembe pazarına giderken, kalp damar cerrahisinden bir arkadaş geldi, "Efendim" dedi, "Yarın ameliyat edeceğimiz hastanın kanama ihtimali yüksek, kaç ünite kan istersiniz?" Recai Tahir Eryaman Hoca'nın yüzünde yine o sinirli ifade belirdi. "Ne kanı, ne ünitesi ulan" dedi. "Şimdi gidin hastadan iki ünite kan alıp bizim Beşir'in kan vakfına yollayın, onlar gereken kanı gereken yere takarlar." Ben Beşir kim diye aklımdan geçirirken, "Aman efendim, adamın zaten kan tablosu pek parlak değil, iki ünite kan alırsak yarınki ameliyatı atlatamaz" dedi uzman arkadaş. "Bundan sonra ameliyatlarda hastalara kan verilmeyecek, kanayan hastalardan kan alınacak" buyurdu hoca. Artık bu kadarı da olamayacağı için sesler yükselmeye başlamışken bir adam belirdi, sonradan adının Soydaner Soykan olduğunu öğrendik. Güvenlik müdürüymüş. Etrafında bir grup güvenlik görevlisi Eryaman Hoca'yı uyarmaya çalışanları topladı götürdü.

Sesimizi çıkartsak bir hâl, çıkartmasak bir hâl. Şimdi de gözlerini dikti bana bakıyor. "Sen ne ameliyatı yapacaktın?" demez mi? Beynin sağ tarafında büyükçe bir tümör. Filmleri gösterdim. Nasıl açacağımı falan anlatırken, "Sen şimdi git, beyni sol taraftan, tümörün olduğu tarafın karşısından aç, ben gelir çıkartırım, sen de cerrahi nasıl yapılırmış görürsün" deyince ben artık dayanamadım. "Efendim siz tıbbın ve cerrahinin temel ilkelerine karşı, anlamakta zorluk çektiğimiz şeyler söylüyorsunuz. Siz herhangi bir tıp fakültesini bitirdiniz mi, diplomanız var mı?" diye burnumdan soluyarak bağırmışım. "Sizin akıl dışı yöntemleriniz yüzünden göz göre göre insanların ölmesine, sakat kalmasına göz yummayacağız..."

Ter içinde uyandım. Ama hâlâ uyku sersemiyim. Televizyonda spiker, "Dezenformasyon bilgi yasası Meclis'e sevk edildi" diye anlatıyor. Rüyam aklıma geldi. Yanlışlar komedyasının son perdesi de başlıyor anlaşılan, ama bu sefer tragedya olarak. Yanlışları gösteren, uyaran, az sayıda insanın, medya, sosyal medya kuruluşunun da çökecekler tepesine anlaşılan.

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"