04 Şubat 2020

Koronavirüs ve medya: Salgın haberleri nasıl verilmeli, nelerden uzak durulmalı?

Koronavirüs konusundaki kötü habercilik pratiklerinden kurtulmak için temel etik ilkeleri hatırlatmakta fayda var

Sağlık haberciliği Türkiye medyasında fazla ciddiye alınan bir habercilik alanı değil maalesef. Bu konuda daha önce kendi blogumda bir yazı yazmış ve mevcut durumu özetlemeye çalışmıştım. Sağlık haberciliği alanında üç meslek örgütü görünüyor: Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği (ESAMDER), Sağlık Muhabirleri Derneği (SMD), Sağlık İletişimi Derneği (SİLDER). Ancak bu meslek örgütleri ya faal değil ya da güncel sağlık sorunları konusunda açıklama yapmaya ve toplumu aydınlatmaya pek gerek görmüyorlar.

Oysa sağlık haberleri ve özellikle de virüs salgını gibi yaygın hastalık haberleri toplumu ilgilendiriyor. Ben kendi twitter hesabımdan bir tweet atmış ve medyanın salgın haberlerini veriş biçiminin çok önemli olduğuna dikkat çekmiştim. Salgın konusunda bilgilendirici olmaktan uzak, sansasyonel nitelikteki haberlerin toplumda panik havası yaratabildiğini ifade etmiştim.

Elbette bunu gazeteciler de biliyor. Nitekim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayımlanan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde sağlık başlığı altında bu konu ayrıntılandırılmış: "Sağlık konusunda sansasyondan kaçınmalı, insanları umutsuzluğa sürükleyecek veya sahte umut verecek yayın yapılmamalıdır. Tıbbi alandaki araştırmalar kesinleşmiş sonuçlar gibi yayınlanmamalıdır. Araştırmaları destekleyen kuruluşlar açıkça belirtilmeli, bilimsel kanıta dayalı olmayan tanı ve tedavi yöntemlerine haberlerde yer verilmemelidir. İlaç tavsiyesinde asla bulunulmamalıdır…"

Koronavirüs ve gazetecilikte sorunlar

Birkaç haftadır dünya ve ülke gündeminde Koronavirüs salgını var. Bilindiği gibi, virüs Çin’in Wohan eyaletinde Aralık 2019’da tespit edildi. Hızla yayılan virüs çok sayıda ölüme de yol açtı. BBC Türkçe’de 3 Şubat 2020’de yayımlanan habere göre, salgında ölenlerin sayısı 361’e ulaştı. Bu sayının 2003’te SARS salgınında ölenlerden fazla olduğu da haberde belirtildi.

Gazetecilik etiği bağlamında salgın haberleri nasıl verilmeli? Elbette etik konusunda duyarlı bir akademisyen olarak gazetecilere yol gösterici ilkeleri hatırlatmakta fayda var. Bu tür salgınlarda yalan/yanlış haberler salgından bile hızlı yayılıyor ve gerçek anlaşılana kadar yalan haberler dünyayı turluyor. Gazeteciliğin birinci ilkesi, yayımlanan haberin doğruluğunun sağlanmış olması gerektiğidir. Gazeteci elbette bir uzman değildir, ancak uzmanlar aracılığıyla yayımladığı haberin doğruluğunu teyit etmek durumundadır.

Koronavirüs haberleri yayımlanmaya başlar başlamaz komplo teorileri de devreye girdi. Bunlardan ilki, bunun bir biyolojik silah olduğu şeklindeki iddiaydı ve iddiaya göre, Amerika Birleşik Devletleri Çin’i durdurmak, ekonomik açıdan zayıflatmak için bu virüsü üretmişti. Bu komplo teorisine ilişkin olarak sadece sosyal medyada değil, haber sitelerinde de bolca haber ve yorum bulmak mümkün. Bu konuda, Milliyet’te yayımlanan "Komploya değil bilime bakın" başlıklı haber oldukça aydınlatıcı. Gazeteci Mert İnan’ın sorularını cevaplayan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Haluk Eraksoy, "Bu iddialar kanıtlanmış değil ancak her hastalık döneminde ortaya atılıyor. Koronavirüs hayvan kökenli. Hayvan kökenli bir virüsün insana bulaşmasını, ardından hastalık oluşturmasını sağlayacaksınız, bu da yetmeyecek insandan insana geçmesini ayarlayacaksınız. Laboratuvarda bunu yapacak bir teknoloji ve gelişmişliğe sahip ülke ve ispatı varsa ortaya konulsun. Virüsler için her şeyi düşünebilirsiniz ancak pratikte henüz böyle bir çalışmayı hayata geçirecek teknoloji ve bilimsel yeterliliğe sahip ülke olmadığını biliyoruz" diyor. Bu iddianın bilimsel olarak mümkün olup olmadığı bir yana, ABD’nin Çin’i ekonomik açıdan neden çökertmeye çalıştığını da anlamak mümkün değil.

Bu iddia tutmadı diyelim. O zaman inandırıcılığı daha yüksek olabilecek başka bir komplo teorisi ortaya atılıyor. Yeni Akit’te yayımlanan iddiaya göre, Koronavirüs’ün yıllar önce patenti bile alınmıştı. Patenti alan The Pirbright Institute isimli bir enstitü idi ve arkasında da Bill&Melinda Gates Vakfı bulunuyordu. Bu haberdeki iddiaların doğru olmadığını kanıtlamak için teyit.org devreye girdi. Teyit.org’un analizine göre, söz konusu vakıf 2015 yılında Korona ailesinden başka bir virüse ilişkin patent almıştı: "Sonuç olarak ne Gates Vakfı’nın Wuhan’daki salgına ilişkin simülasyon yaptırdığı, ne de Pirbright Enstitüsü’nün mevcut salgına ilişkin koronavirüsün patentini aldığı ve aşısını bulduğu iddiaları doğru. İddia bu haliyle çarpıtmaya örnek gösterilebilir."

En saçma komplo teorisi de, Çin’in bu virüsü biyolojik silah olarak kendisinin ürettiği ama laboratuvardan kaçırdığı şeklindeydi. Habertürk gazetesinde "Koronavirüs için çılgın iddia" başlığıyla verilen habere göre, virüs Çin’in Wuhan kentindeki gizli biyolojik silah laboratuvarında üretilmiş olabilirdi. Laboratuvardan sızan virüsün Wuhan kentindeki balık pazarına nasıl gittiği, hayvanlara nasıl bulaştığı açıklanmamıştı bu komplo teorisinde.

Peki neden bu türden komplo teorileri daha fazla haber değeri taşıyor? Çünkü her ne kadar gazeteciliğin etik değerleri doğruluğu, teyit edilmiş haberleri yayımlamayı gerektiriyorsa da güncel gazetecilik pratikleri sansasyondan, skandaldan, kötü haberden besleniyor. Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle haberlerin doğruluğunun pek de önemi kalmamış görünüyor. İsterseniz buna "gerçek-ötesi gazetecilik" (post-truth journalism) dönemi diyelim. Bu yeni dönemde haberin gücünü belirleyen, onun doğruluğu değil yayılma ve inandırma hızı. Haber ne kadar yanlışsa o kadar hızlı yayılıyor ve inanacak bir kitle buluyor. Yeter ki önyargılara karşılık gelsin.

Etik gazetecilik çağrısı

Koronavirüs konusundaki kötü habercilik pratiklerinden kurtulmak için temel etik ilkeleri hatırlatmakta fayda var.

Birincisi, komplo teorileri yerine uzmanların açıklamalarına dayalı haberciliği tercih etmek gerekiyor. Her ne kadar komplo teorileri daha fazla tık almayı garantiliyorsa da uzun vadede gazeteciliğe olan güveni de zedeliyor. Bırakalım komplocular teorilerini kendi mecralarında dile getirsinler, haberlere virüs bulaştırmasınlar.

İkincisi, haberlerde abartıdan ve kışkırtıcı (sansasyonel) bir dil kullanmaktan uzak durmak gerekiyor. Örneğin, Koronavirüs’ten ölenlerin sayıları elbette haber değeri taşır ve haberleştirilmesi de gerekir. Ancak, "Son gelen bilgiler korkunç", "Çin’de panik büyüyor", "Ve korkulan oldu!" gibi başlıklarla sunulan haberler toplumda panik havası oluşturmaktan başka bir işe yaramıyor. Gazeteciler haberleri daha serinkanlı başlıklarla haberleştirebilmeli. Örneğin, "Koronavirüs’ten ölenların sayısı 361’e yükseldi" haberi de içerik olarak az önceki haberlerle aynı.

Üçüncüsü, Koronavirüs haberlerinin veriliş biçiminin Çinlilere yönelik korku ve nefreti körükleme olasılığı söz konusu. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle sokakta görülen her Çinli’ye potansiyel bir Koronavirüs taşıyıcısı muamelesi yapılması işten bile değil. Nitekim Trabzon’da polisler trafikte durdurdukları Çinli turistten şüphelenmişler ve hemen sağlık ekiplerini çağırarak duruma el koymuşlar! Sözcü’de yayımlanan, "Çinli turisti gören vatandaş köşe bucak kaçıyor!" haberi de yurttaşların haberlerden nasıl olumsuz etkilendiklerini ortaya koyuyor.

Son olarak, Koronavirüs’le ilgili vaka haberleri yanında bu virüsten nasıl korunulur şeklinde bilgilendirici haberlere de yer vermek gerekir. Benim açıkçası bu konuda okuduğum en bilgilendirici yazı New York Times gazetesinde yayımlandı. Hem gazeteci hem de hekim olan Elisabeth Rosenthal tarafından yazılan yazının başlığı "How to Avoid the Coronavirus? Wash Your Hands" (Koronavirüs’ten Nasıl Korunulur? Ellerinizi Yıkayın) şeklinde. Yazıyı ilginç ve önemli kılan bilgi, Elisabeth Rosenthal’ın 2003 yılında yine Çin’de ortaya çıkan SARS virüsü salgınında Çin’de yaşamış olması. Rosenthal, ailesi ve çocuklarıyla Çin’de iken salgın başlamış, ancak ülkeyi terketmeyi düşünmemişler. Söylediği şu: Salgın hastalıklar söz konusu olduğunda panik davranışı tam da tersi etkiyi yapabiliyor. En iyisi, sakin olmak ve basit önlemler almak. İki önemli önerisi var: Ellerinizi sık sık yıkayın; eğer hastaysanız işe/okula gitmeyin diyor. Rosenthal aynı zamanda hekim olduğu için de tavsiyelerini ciddiye almakta fayda var.


Prof. Dr. Süleyman İrvan: Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi, Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuk ticareti ve sansasyon düşkünü gazetecilik

Bu döneme uygun biçimde işleyen gazeteciliğe "gerçeğin peşinde koşan gazetecilik" yerine "gerçeği üreten gazetecilik" demek daha doğru olacaktır

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 hayat kurtarır

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali veya 6284 yasanın ortadan kaldırılması demek, kadınları koruyan yasal çerçevenin ortadan kaldırılması, özellikle ev içi şiddetin görünmez kılınması demektir. Medya bu konuda önleyici habercilik yapmalı, demokratik haklardan geriye gidiş önleme noktasında toplumu uyanık tutmalıdır

Türkiye’nin AİHM zaferi!

Gerçekten İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın raporunda iddia edildiği gibi Türkiye son 7 yılda AİHM önünde daha iyi bir performans mı sergiliyor? İnsan hakları ihlalleri azaldı mı? Tabii ki bu soruların cevabı başkanlığın raporunda yer almıyor. Onun için ben de AİHM raporlarını inceledim. 2019’dan geriye giderek son 7 yıla baktım