21 Ekim 2021

Sessizleştirme Harekâtı

Türlü aşağılayıcı sıfatlarla stigmatize edilen Pınar Dinç bu yazının mutlak öznesidir. Onu BİR KADIN kaidesinden indirmeden, yaşadığı süreci anbean anlamaya, gıyabında anlatmaya çalışacağım…

Adalet zamanı yer. Adaletten söz ederken mevcut hikâyenin sonuna duyulan takıntılı meraktan mıdır nedir, zamana duyulan ihtiyacın körü körüne ıskalandığını hatırlatarak yazıma başlayayım.

Kamusal alanda, Pınar Dinç’in bağlı bulunduğu üniversitenin erkek bir akademisyen hakkında aldığı taciz ve zorbalık kararını beyan etmesiyle elden ele hızla alenileşen hikâye, şimdi Umut Özkırımlı’nın aklanma iddiasıyla çarpıcı bir boyut kazandı. Başka bir ülkenin bambaşka dinamiklerle çalıştırdığı hukuki sistem, tek bir kanaldan sosyal medyaya yayılan özel yazışmalar, son derece sistematik ilerleyen akıl oyunları üst üste katlanınca oluşan algıyla baş etmek hiç kolay değil. #metoo hareketinin ifşacı bir kadının elinde patlayan bir bombaya dönüşmesi yetmezmiş gibi gövde gösterisine dönüşen yeni bir tür erkek mağduriyeti de icat edilmiş oldu. Aceleye getirip kestirip atamayacağımız kadar ciddi bir olay bu. Gelecekte bizi bekleyen birçok ifşa/karşı taarruz geriliminin daha şimdiden örülmeye başladığını görmezden gelemeyeceğimiz kadar ciddi. Açıkçası ben kendi adıma her pahasına müdahil olma gereği duyuyorum.

Pınar Dinç’i tanımıyorum. Dahası bunun konumuzla ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Ama şunu biliyorum ki kadın hareketinde hiçbir kadın kolayca harcanacak “bu kadın” değildir. Her kadın BİR KADIN’dır. Biriciktir. 10.000 yıllık erkek uygarlığında toplumsal piramidin en üstünden en altına aşamalı olarak şiddete maruz kalan kadın, kategorik olarak tartışmasız bir kavga/bedendir. Çünkü her kadın en huzur dolu gününde hiçbir şey yaşamadıysa bile niyetli bir soruya maruz kalarak evine döner. Dolayısıyla Pınar Dinç üzerinden yapılan paylaşımları arkama alarak ondan kuşku duymayı reddediyorum. Önüme sürülen resme kanmayı, ona karşı güdülmeyi reddediyorum. Pozisyonum tümüyle politiktir. Ben kökleri yenilgiden gelen, edebiyattan uç vermiş birisiyim. Yanılma ya da yanıltılma korkusunun yaratacağı narsisist yaralanmaya gönül indirmeyecek kadar kendi çapında bir feministim. Okuduğunuz yazıyı işte bu has güdüyle yazıyorum.

Desen: Selçuk Demirel / #SenDeAnlat

Pınar Dinç’in beyanı çok değerliydi. Hâlâ değerli. Dışarıdan bakınca söz konusu beyanı hukuki sınırlamalardan ötürü örtük görünse de tacize uğramış birçok kadını cesaretlendiren feminist bir niteliği vardı. Hâlâ öyle. Bir yandan güçlü bir toplumsal destek alırken, peki nasıl oldu da bir yandan iftiracı, çıkarcı bir kadın olarak paketlenip bugün güvenilmez bir figüre dönüştü. Nasıl oldu da Pınar Dinç’i kıyasıya sessizleştiren, fakirleştirmeye hükmeden hukuki süreç göz ardı edilerek, özel yaşamı, seçimleri, ekonomik durumu, anneliği, akademisyenliği dijital ortamda kurulan mahkemelerde yargılandı. Her gün sosyal medyada, sözlüklerde yerden yere vurula vurula #metoo hareketini kötüye kullanan, feminist hareketi akamete uğratan bencil biri olup tam da muhafazakâr erkek adaletinin şeytanlaştırdığı tipiklikte famfatal, ölümcül kadın kategorisine sürüldü.

Yeni bir adalet açlığı

Henüz bütün yolları yürünmemiş hukuki bir mücadele halen son cümlesini kurmamışken, eldeki güncel durumun hikâyeyi tümüyle belirlediğine dair mutlak kabul, fazla düşünmeyi ve incelemeyi sevmeyen kimileri için büyük kolaylık olabilir.  Oysa Pınar Dinç burada, dünyada bir varlık. Dünyadan haberdar. Yaratacağı dalganın olası sonuçlarına elbette hazırdı. Çatışmayı tanıyordu. Başına gelecek bütün bu itibarsızlaştırmayı, sosyal medya zorbalığını göze almıştı zaten. Bir yalan uğruna çekilecek çile mi bu? Kendi başlattığı, elbette kontrol etmeye kalkışmadığı beyanı işletilen hukuki olanaklarla şimdilik hezimete uğratılmış da olsa, ne geri adım atmış olduğunu biliyoruz ne de bütün yolları tükettiğini. Kimilerinin fantezilerinde Pınar Dinç’in direnci kırılmış olabilir, oysa fantezi sınırları belirsiz bir hayaldir. Onun bu zorbaca dışlanmayı sineye çekeceğini nereden çıkarıyorlar?  Uğradığı tacizi daha söze dökerken kaya gibi sorumluluk aldı kadın. Hezimet dolu onca kadın tarihine rağmen başına gelecekleri kestirmemiş olabilir mi? Manzara buyken kanlı arenada seyirci koltuğuna geçenlerin hiçbiri yavaş yavaş öldürülen hayvandan yana değildir. Onlar aslanın uğradığı eşitsiz savaşı bir kahramanlık gösterisi sanırlar.

Seyirci kalmayacağım

Erkek egemen uygarlığın yüklerini sırtında taşıyan her kadın gibi Pınar Dinç de minör topluluğun bir üyesidir.  Bütün öznel deneyimiyle politik bir emsaldir. Onun geçirdiği süreç, attığı her adım, ifşadan savunmaya yaptığı her sözcük seçimi, her ifade, karşılaştığı her engel, uğradığı her saldırı, her aşağılama toplumsal cinsiyet eşitliğinin tartışma konusudur; onun bu çetin deneyimi yeni insana “yeni bir adalet açlığı” yaratan bir fırsattır aynı zamanda.

Türlü aşağılayıcı sıfatlarla stigmatize edilen Pınar Dinç bu yazının mutlak öznesidir. Onu BİR KADIN kaidesinden indirmeden, yaşadığı süreci anbean anlamaya, gıyabında anlatmaya çalışacağım. Bu yazıyı T24’te yayınlamayı tercih etmemin sebebi, merkez medya özelliğinde bağımsız bir internet gazetesi olması. Böylece cinsiyet eşitliği mücadelesinin tartışmalı konularını merkeze taşıyarak dönüştürücü bir hamle yapmaya niyetliyim.

Gelelim Pınar Dinç’in hikâyesine 

Pınar Dinç 1 Haziran 2020’de bahsettiği kişinin Umut Özkırımlı olduğu anlaşılmayacak biçimde, iki buçuk yıldır maruz kaldığı ısrarlı takip ve tacizden hareketle aldığı yolu ve İsveç’te bulunduğu Lund üniversitesinin idari kararının ilgili bölümünü paylaştı. Dikkat! Bu karar sadece Pınar Dinç’i değil, üniversitede çalışan başka bir meslektaşı ve bir öğrenciyi de ilgilendiriyordu.

  • -Defalarca uygunsuz davranışlarda bulunmuş ve çalışanı ve öğrenciyi tacize maruz bırakmıştır.
  • -Eylemler işletme, çalışanlar, öğrenciler ve CMES (The Center For Middle Eastern Studies) Ortadoğu Araştırmalar Merkezi Biriminin çalışma ortamı için olumsuz sonuçlar yaratmasına sebep olmuştur.
  • -Öğretim görevlisi için normal kabul edilecek ortam dışında ve bağlı olunmayan durumlarda, iş görevi ötesinde temas talep ederek, bağımlı konumdaki öğrencilerle ilgili olarak tekrar tekrar uygunsuz şekilde hareket etti.
  • -Çalışanlara misilleme tehdidinde bulunarak, Ayrımcılık ve İnsan Hakları Koruma Yasasındaki misilleme yasağını ihlal etme suçunu işlediniz.

Haberleştirilen paylaşımda görüldüğü gibi Pınar Dinç yaşadıklarının hemen başında ifşada bulunmak yerine, meseleyi bağlı bulunduğu kurumun içinde yürütmeyi tercih etmişti. Yani kamuoyu bu meseleye başından değil tam ortasından tanıklık etmeye başladı. T24 beyandan 5 gün sonra Umut Özkırımlı’nın açıklama yaptığı gün haber yaptı. Özkırımlı’nın medium.com adresinde yaptığı açıklama artık bulunmuyor.

 

Gelgelelim Umut Özkırımlı’nın kaynak gösterdiği link (https://medium.com/@umutzkrml/hakkimdaki̇-taci̇z-ve-israrli-taki̇p-i̇ddi̇alari-doğru-deği̇l-ve-kabul-etmi̇yorum-29c24fdbab69)  açılınca şöyle bir yazı çıkıyor: “Bu hesap soruşturma altındadır veya Medium kurallarını ihlal ettiği tespit edilmiştir.”

Bunu niçin gösterdim, açıklayayım. Medium, 100 milyondan fazla okurun yararlandığı bir düşünce havuzu. Düşüncelerin şekillendiği, havalandığı, sohbetlerin ateşlendiği açık bir platform. Uzman ya da amatör her sese kulak vererek farklı sesleri dünyaya yaymayı amaçlayan çok sesli bir alan. Önemli gelişmeler hakkında kafa yoran insanlardan beslenen güvenilir ve canlı bir ekosistem inşa etmeyi amaçlayan Medium kendini “meraklı zihinler için yaşayan bir ağ” olarak tanımlıyor. Diyetten bilişime, eğitimden otomobil teknolojisine her konuda yazı, ufuk açıcı hikâyeler okunabiliyor. Yani burası Umut Özkırımlı’nın Pınar Dinç’i iftiracılıkla suçlayabileceği bir ortam değil. Fikir odaklı bu üretim alanının çerçevesi çok belli, gayet net. Umut Özkırımlı’nın bu alanı kişisel ihtiyacına göre kullanma hakkını kendinde görmesiyse oldukça manidar. Medium bir şekilde durumu fark etmiş ki linki kaldırmış. Yaptığı yayınsa şuydu:

 

 

Linkin kaldırılması üzerine Umut Özkırımlı’dan gelen açıklama:

“Bu belgeler ilk olarak 6 Ağustos 2020 tarihinde Medium.com sitesinde yayınlandı. Şikayet üzerine Medium hesabım kapatıldı ve açıklamaya erişim engellendi. Bu nedenle tekrar yayınlıyorum. Yeni bir engelleme ile karşılaşmamak için belgelerde bazı bölümler redakte edildi.”

Doğrusu şu yukarıdaki manzara bana çok şey anlatıyor. Örneğin sınır tanımazlık gibi. Örneğin yapısal bir çerçeveyi umursamamak gibi. Örneğin özgürce paylaşıma açık bir örüntüyü araçsallaştırmak gibi. Yaşam tecrübesi olan herkes bilir, bir davranış kalıbı yalnızca davranış kalıbı değildir. Nesnesi değiştikçe bazen küçük olur bazense oldukça can yakıcı. “Şikayet üzerine Medium hesabı kapatılmış” öyle mi? Medium’un yayın ilkelerine aykırı olduğu için değil? Şikâyet olduysa şikâyetin yerinde bulunmasından ötürü değil? Özel hayatın gizliliğini ifşa eden kesitler yayınladığı için değil? Taştan bile mağduriyet çıkaran zihinler kelimelerin yönünü değiştirmeyi iyi bilir.  Bu önemsiz gibi görünen, birçoklarının alaya alacağı vurguları akılda tutmayı tavsiye ederim. Bu tutum, bu hal, bu refleks oldukça bildik. Savunmadayken direkt saldırıya geçen erkeğin büyük bir doğallıkla yaptığı bu türden eylemleri her kadın deneyimleniştir. İleride tane tane anlatacağım.

Gerisi gelecek. Hikâyenin döngüsel doğasıyla aynı yerlere sık sık uğrayarak. Hep böyle olmadı mı zaten, aynı yerlere döne döne daima kendimize sıçradık.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sessizleştirme Harekâtı-7: Haysiyet ve dava

Bu kez süreci özetlemekle yetinmek zorundayım, çünkü hukukçu Dilek Bektaşoğlu Sanlı'nın, hukuk ve adalet arasındaki tarihsel mesafeden başlayarak Lund Bölge Mahkeme kararını nesnellikle açıklayan yazısına daha çok yer vermek istiyorum

Sessizleştirme Harekâtı - 6: Israrlı takip

Kimse dünyanın sahibi değildir. Başkasının hayatı kimsenin oyuncağı değildir. Sorumluluk almadıkça, kendini hizaya çekmedikçe hiçbir yara kapanmaz…

Sessizleştirme Harekâtı-5: Öfkenin akı, öfkenin karası

Bir kadının haysiyetini kollayan bu yazıların asıl muhatabı, kadının sırf kadın olduğu için yaşadığı deneyime gözünü kapatmayı reddeden okurdur…