02 Ocak 2022

Vivaldi'nin başına gelen (güzel şey)ler!

500 civarı konçerto besteleyebilmiş üretken Vivaldi Efendi yeri belli olmayan mezarında yatarken, eserinin başına tarih boyunca neler geldiğini duymuş mudur, yukarılardan bir yerlerden izlemiş midir acaba? Başlıkta yer alan ifadeden pek de kötü bir şeyleri kastetmediğim, hatta hepsi olmasa bile çoğunu güzel de bulduğum anlaşılmış olsa gerek. Bakalım mı şöyle?

Sanırım, dünyada klasik Batı müziğiyle yakından uzaktan ilgisi olan kime, "Bildiğiniz, tarihte en ünlü keman eseri hangisidir?" diye sorsanız, yüzde 90 olasılıkla alacağınız cevap, "Vivaldi, Dört Mevsim," olacaktır. Antonio Vivaldi'nin 1720-1723 yılları arasında bestelediği bilinen, "Barok Çağın en cesur eseri" olarak nitelendirilen, "Keman için tüm zamanların en çok satan eseri" ilan edilen Le quattro stagioni. Böyle olması da çok normal çünkü hem dinlemesi çok hoş ve cezbedici hem de eldeki verilere göre şimdiye kadar 100'den fazla filmde, TV dizisinde kullanılmış, herkesin kafasına çakılmış! Asansörlerde, şirketlerde, restoranlarda fon müziği olarak ha babam ha çalınması da cabası.


Bologna Uluslararası Müzik Müze ve Kütüphanesinde bulunan,
1723 tarihli, ressamı bilinmeyen ve Vivaldi'ye atfedilen resim.

Yılın mevsimlerini yansıtan ve her biri üç bölümden oluşan dört konçertodan meydana gelen esere, Vivaldi'nin kendisinin kaleme aldığı sanılan 12 sone eşlik eder. Pek çok konserde orkestra şefi ya da bir yönetici bu soneleri de yüksek sesle seyirciye okur. "Sonbahar" sonesinden birkaç mısra sizlere:

Allegro

"Hasat bitip toparlanınca, şarkıyla, dansla kutlar köylüler.
Baküs'ün kupaları dolup boşalırken, uykuya dalıp huzur bulur
pek çoğu."

Adagio Molto

"Güzel hava hafif bir esintiyle serinleyip herkesi dertsiz bir
uykuya davet ederken,
şarkılar ve danslar yavaştan yok olur, gider."

Allegro

"Sabahın ilk ışıklarında, borularıyla, köpekleriyle, çığlıklarıyla
çıkar avcılar.
Onlar kovalarken, dehşete düşmüş, yaralı avları kaçacak,
savaşacak, ama ölecektir sonunda acı içinde." [1]

* * *

Bilirsiniz, Venedikli Antonio Vivaldi profesyonel bir kemancının oğludur, kemanı ondan öğrenmiştir. Hayatı boyunca kronik astımlıdır ama hiç de hazzetmediği papazlık eğitimi ardından, "Ciğerlerim ayin şarkıları söylememi engelliyor," diyerek bu hastalığını mazeret olarak kullanmış, oralardan tüymüş ve kendini çok sevdiği müzik dünyasına atmıştır.

Peki, 500 civarı konçerto besteleyebilmiş üretken Vivaldi Efendi yeri belli olmayan mezarında yatarken, eserinin başına tarih boyunca neler geldiğini duymuş mudur, yukarılardan bir yerlerden izlemiş midir acaba? Başlıkta yer alan ifadeden pek de kötü bir şeyleri kastetmediğim, hatta hepsi olmasa bile çoğunu güzel de bulduğum anlaşılmış olsa gerek. Bakalım mı şöyle?

Önce şu şaşırtıcı bilgi: Belirleyebildiğim kadarıyla bestelendiği zamandan günümüze kadar Dört Mevsim 100'e yakın farklı şekilde yorumlanmış ya da yeni bir eser olarak yaratılmış. Eh, bunların hepsini sıralamama imkân bulunmadığına göre, en ilginç bulduklarımdan bahsetmek isterim. Tabii değerli okuyucularım hangilerini isterlerse onları dinler/seyreder...

En başta uluların ulusu besteci S. Bach'ın yaptığı gelir. Aynı dönemde yaşamış olmalarına rağmen birbirleriyle hiç karşılaşmamıştır bu ikili ama Bach diğerinin farkındadır ki almış Vivaldi'nin eserinin ilk konçertosu olan "İlkbahar"ın 1. bölümünün tema müziğini, 1726'da bestelediği dini eser Kim bilir sonum ne kadar yakın? kantatının 3. bölümündeki arya için kullanmış. Ama bu bir şey değil; sonradan Bach, Vivaldi'nin yedi konçertosunun transkripsiyonunu solo klavsen için, üçününkini de solo org için yapmış. Arzu ederseniz Vivaldi'nin iki keman için bestelediği La Minör konçertosunun Bach tarafından yapılmış org için 593 sayılı La Minör transkripsiyonunu şuradan dinleyebilirsiniz.

Derken 1739'da Fransız besteci Nicolas Chédeville de almış "İlkbahar"ı, eski Fransız gaydası müzet, keman, flüt ve sürekli bas için şu hale getirmiş:

François Boucher'in "Kırda Yaz" resminde müzet çalan
erkeğin Nicolas Chédeville olduğu söylenir.

Peki ünlü filozof Jean Jacques Rousseau'nun 1775'te yayımladığı "İlkbahar"ın flüt versiyonuna ne demeli? (Ben bilmiyordum, öğrenince şaşırmıştım dostlar!):

Aradaki yıllarda yapılanları atlayalım, yakın dönemlere gelelim, yoksa başa çıkamayacağım. "A capella" söyleyen Swingle Singers ilk kez Vivaldi'ye uzandıklarında yıl 1969'du:

Hemen ertesi yıldı, modern tangonun büyük üstadı Astor Piazzolla Vivaldi'nin etkisi altında Buenos Airesin'in Dört Mevsimi'ni besteledi. Ne yaptı pek çok müzisyen ve orkestra dersiniz? İki müthiş eseri birleştirip Sekiz Mevsim başlığı altında konserlerde bir ondan bir bundan, art arda çalmaya başladılar. Hoşunuza gidecek bir adım ötesi de var. Aşağıda vereceğim bağlantıyla, Buenos Aires'in San Martin Tiyatrosu Çağdaş Balesi'nin Mauricio Wainrot'un koreografisiyle ve usta kemancı Gidon Kramer'in Kremerata Baltica orkestrası eşliğinde sahnelediği Sekiz Mevsim'e ulaşarak, keyifle seyredebilirsiniz:

Devam edelim... Japonların koto sazını bilir misiniz? Kökeni Çin ve Kore'dir de, 7. yüzyıl sonlarında saraylarda çalmak üzere oralardan Japonya'ya gelen çalgıcılar getirmiş ama 17. yüzyıl Edo döneminde zenginlerin gözdesi haline gelip kullanımı aniden yayılmış, artmış, o gün bu gündür Japon müziğinin en popüler enstrümanı olarak bilinegelmiş. 13 telli koto (bas koto 17 telli) iki metre uzunluğunda, lut, arp, santur benzeri sesler veren bir enstrüman. Şöyle bir şey:

Ardından da, 1985 yapımı Japonya tanıtım videosunda kullanılan Vivaldi'nin Dört Mevsim eserinin koto versiyonunu dinleyin:

Ama daha çok farklı yenilikler bekliyordu Dört Mevsim'i...

Çağdaş Alman müzisyen, Herbert von Karajan'ın yardımcılığıyla başlayıp Berlin Filarmoni ve Londra Filarmoni orkestralarının şefiliğini yapmış Thomas Wilbrandt, sonradan tamamen avangard ve elektronik müzik bestelemeye yönelmişti. İlk önemli eseri de, 1984 yılında Vivaldi'nin Dört Mevsim'inin akustik orkestra icrasıyla dijital ve elektronik enstrümanların füzyonu halinde, The Electriv V adıyla 20 ülkede aynı gün piyasaya çıkan versiyonu olmuştu. Şuradan "Bahar"la başlayın, gerisi ardından gelecek:

Aynı yıl komşu Fransa'da, Marsilya'da, kentin bale topluluğunun kurucusu ve yöneticisi Fransız balet ve koreograf Roland Petit, gündemimizdeki eserden yeni bir bale yarattı. Şanslıyız ki Youtube'da tamamı mevcut:

1997'ye geldiğimizde klasik müziği caza dönüştüren en büyük usta Fransız Jacques Loussier karşımıza Dört Mevsim'le çıktı. Bu muhteşem eserin tamamı solo konser olarak şurada.

1998'di, bir de baktık süper kadın Venessa-Mae, Dört Mevsim'in "crossover"ını yapmış!. Haydi çok uzatmayalım, 3-4 dakikalık heyecanlı klibiyle geçelim:

İyi de, bizim Tokatlı ikizler Ferhan & Ferzan Önder'e ne demeli? Ankara Devlet Konservatuvarında eğitimlerinin ardından önce 1985'de Hamburg'daki "Piano Duo Yarışması"nı kazanmış, sonra bir konser için gittikleri Viyana'da yerleşip Viyana Müzik Akademisinde üst düzey eğitim görmüştür bizim kızlar. Günün birinde 75. yılını kutlayacak olan Viyana Orman Bakanlığı, kendilerinden Hofburg Sarayında bir konser vermelerini istemiş; fakat konserde çalınacak eserin temasının doğa ile ilgili olması gerekiyormuş. Epeyce araştırma yapan Önder kardeşler, iki piyanoyla çalınacak bu nitelikte bir eser bulamamışlar. Derken akıllarına Vivaldi'nin Dört Mevsim'i gelmiş ama, eser o güne kadar hiç iki piyanoyla yorumlanmamış ki! Tutmuşlar, yakın arkadaşları Hırvat besteci Anton Tomislav Saban'a ulaşıp, Dört Mevsim'in iki piyano için transkripsiyonunu yapıp yapamayacağını sormuşlar.

Ferhan & Ferzan Önder

Sonuç

Saban'ın iki haftada geçekleştirdiği ve faksla yolladığı eserle çok başarılı bir konser gerçekleştirecekler; icralarının özel kaydı, kendilerine "Vivaldi Fareleri" adını takan Almanya'da bağlı bulundukları plak şirketi EMI Classics tarafından Vivaldi Yansımaları (Vivaldi Reflections) adıyla 2001'de yayınlanacak; ardından da o yılın Alman "Echo Klassik Ödülü"nü kazanacaktır...

Bölümler arka arkaya şurada sıralı:

Bu defalık nokta. Dört Mevsim hikâyemin devamı haftaya. Hoşlananları beklerim T24 Haftalık ortamına efendim...


[1] Türkçeye çeviri: Şefik Onat

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları | Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XXI): Milli Kütüphane

Daha 1963 yılında ikinci ilave bina yapılırken, bunun dahi ileride yeterli olmayacağı biliniyordu. O tarihlerde Türkiye artık planlı kalkınma dönemine girmişti. Ülkenin tek milli kütüphanesinin artık geniş bir alanda, geleceği de düşünerek yeterli büyüklükte olması planlanıyordu

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XX): Türkiye topraklarında resmi kütüphaneler

Galiba artık kendi ülkemize uzanmanın zamanı geldi. Bu bölümde sizlere Türkiye'nin en büyük, en önemli ve elbette bana göre en güzel kütüphanelerini anlatacağım. Böylece bir bakıma ülkemizin resmi (devlet ya da ulusal) kütüphanecilik sürecini de yansıtmış olacağım