03 Nisan 2022

İstanbul sefarethaneleri – (II): Elçi Han'dan başlayarak...

1454-1511 arası İstanbul'a sadece dört Hıristiyan devlet, Venedik, Lehistan, Rusya ve Napoli kalıcı elçi göndermiştir. Bunlar Osmanlı yönetiminin verdiği izinle ve kontrolu altında farklı mekânlarda konaklamıştır. Ancak, Çemberlitaş'ta, kentin ana arteri olan Divan Yolu üzerinde Atik Ali Paşa Külliyesi bünyesinde inşa edilen ve Elçi Han adı verilen binanın 1511'de tamamlanmasıyla, bazı istisnalar dışında Hristiyan devlet temsilcilikleri zorunlu olarak bu binada kendilerine tahsis edilen alanlarda yaşamaya başlamış, faaliyet göstermiştir

Devletlerin karşılıklı ilişkilerini yürüten ve genelde "elçi" olarak adlandırılan görevliler eski çağlardan beri vardı. Bunlar çok daha sonraki dönemlere kadar görevlerini gerekli olduğunda ya da özel nedenlerle "gel-git"lerle ifa ederlerdi. İnsanlık tarihinde "kalıcı" ya da "yerleşik" dediğimiz temsilcilikler, XV. yüzyılda, günümüzdeki İtalya topraklarında bulunan şehir devletlerinin aralarındaki ilişkilerde ortaya çıkmış, sonraları bunların diğer devletlerle ilişkilerine de yansımıştır. Yerleşik elçilikler ancak XVII. yüzyıldan itibaren yaygın hale gelmiştir. 

İlgi alanımız İstanbul açısından bakarsak, 1453'te Osmanlıların eline geçmesiyle "Başkent" (Payitaht) niteliği kazanan kentte, hemen ertesi yıl yerleşik elçi atayan ilk ülke Venedik Cumhuriyetidir. Bununla ilgili olaylara, binalara geçmeden önce başka bir duruma işaret etmek isterim. 1454-1511 arası İstanbul'a sadece dört Hıristiyan devlet, Venedik, Lehistan, Rusya ve Napoli kalıcı elçi göndermiştir. Bunlar Osmanlı yönetiminin verdiği izinle ve kontrolu altında farklı mekânlarda konaklamıştır. Ancak, Çemberlitaş'ta, kentin ana arteri olan Divan Yolu üzerinde Atik Ali Paşa Külliyesi bünyesinde inşa edilen ve Elçi Han adı verilen binanın 1511'de tamamlanmasıyla, bazı istisnalar dışında Hristiyan devlet temsilcilikleri zorunlu olarak bu binada kendilerine tahsis edilen alanlarda yaşamaya başlamış, faaliyet göstermiştir. Bu bina 1766 depreminde hasar görecek, 19 saat süren 1865 Hocapaşa yangınında daha da beter hale gelecek ve birkaç yıl içinde tamamen yıkılacaktır. Zaten XVII. yüzyıl ortalarından itibaren elçilerin yavaş yavaş Galata semtine geçmeye başlamasıyla Elçi Han önemini kaybetmiş ve sadece Osmanlıya bağımlı vasallıklar ya da haraçgüzar devletlerin temsilciliklerine tahsis yoluna gidilmiştir. 

XVI. yüzyıl Elçi Han tasviri

Venedik Sarayı

I. Mehmet döneminden beri Osmanlılarla ticari/diplomatik ilişki içinde olan Venedik'le 1454'te bir antlaşma imzalanmış, bu cumhuriyete İstanbul'a yerleşik elçi, daha doğrusu kendi ünvanlarıyla "Balyos" atama hakkı tanınırken, iki ülke arasında barışın tesisi ve ticari özgürlükler düzenlenmiştir. Venedik balyosları XV. yüzyılın sonlarına kadar, günümüzde Yeni Cami ve Eminönü bölgesinde bulunan Bahçekapı civarındaki Yahudi Mahallesinde ikamet etmiştir. 

Ayrıntılarına girmeksizin, başlangıçta balyosların İstanbul'da ikamet izninin bir yılla sınırlı olduğunu, zaman içinde iki, sonra da üç yıla çıkarıldığını; bunların bazılarının tacir, diğerlerinin profesyonel diplomat olduğunu; zaman zaman Osmanlı-Venedik çatışmaları nedeniyle balyosların kenti terketmesiyle kesintiye uğradığını; ancak böyle inişli çıkışlı olsa da devam ettiğini belirtmek gerekir.

Her ne kadar geçici görevlerle İstanbul'a gelen Venedikli temsilciler Yahudi Mahallesindeki binalarda konaklamaya devam etmiş olsa da, XV. yüzyıl sonundan itibaren, art arda görevlendirilmiş iki balyosun artık Galata'da yaşadığı anlaşılmaktadır. Tam adresleri bilinmemekle birlikte, özellikle İstanbul'daki Latin nüfusun Galata Kulesi civarında yaşadığı dikkate alındığında bunların da o civarda olduğu tahmin edilmektedir.

Arşivlerde bulunan 1527 tarihli bir mektupta ise Venedik balyosu Vernier'in, o zamanlar çok az yapının bulunduğu Pera (Beyoğlu) bağlarında Tesla ailesine ait bir binayı kiraladığı belirtiliyor. Nefis manzaralı bu binanın o zaman yazlık konut niyetiyle kiralandığı anlaşılıyor, ama İstanbul'da sık sık görülen veba salgınlarından kaçıp sığınılacak mekân olarak da kullanılacaktır. 

Artık Venedik Sarayları silsilesindeki ilk yapıya adım atmış bulunuyoruz. Belgelerden anlaşılan, iki katlı ahşap binanın etrafını üst katta açık bir koridorun dolaşması ve bu katta Balyozun kendi odası ile maiyetindekilerin yaşadığı odalar, zemin katta ise kançılarya, büyük bir toplantı/kabul salonu, ziyafet salonu, bir küçük şapel ve dil oğlanlarının (tercüman ögrenciler) eğitim odalarının varlığı. Binayı betimleyen şöyle bir gravür de mevcut.

 

XVI. yüzyıl içinde yabancı temsilcilikler yavaş yavaş artık çok kalabalıklaşan Galata'yı terk ederek yukarı, Pera'ya yerleşmeye başlamış. Gerçi bu bölgede kendilerine ait yeni bir bina inşa eden ilk ülke Fransa'dır -ki Fransız Sarayı konusunu sonraki bir yazımda ele alacağım- mahalleye yerleşen temsilciliklerde başı çekenler, mevcut yapısıyla Venedik ve ardından Fransa ile İngiltere olacaktır.

Geldik XVII. yüzyıla... O dönemde Beyoğlu beş semtten oluşuyormuş: Tomtom, Dörtyol, Polonya, Asmalı Mescit ve en son gelişen Balık Pazarı. Zaman içinde defalarca kabuk değiştirecek ve Venedik Sarayı olarak adlandırılacak bina ve bahçeleri Tomtom semtinde. Nedir bu garip Tomtom adı diye soracak olursanız, cevabım semtin adının eskiden "Tomtom Kaptan Mahallesi" olduğu, bu adın da şimdiki Tomtom Kaptan Sokağı girişinde bulunan, 1592 yılında Tomtom Mehmet Kaptan tarafından yapılan Tomtom Kaptan Camisinden aldığı olacaktır.

Gelmiş balyos, gitmiş balyos, gelmiş yeni balyos ve hepsi merkezlerine gönderdikleri yazılarda, devamlı olarak binanın çürüdüğünden, onarım gerektirdiğinden, hatta satın alınmasının çok büyük kazanç olacağından bahsetmiş durmuş. Balyozların Hükümetleriyle bu konuda çok mücadele ettiği anlaşılıyor, ama sonunda birisi başarıyor. 1695'te eski bina yıkılıp bugün var olan bina inşa ediliyor. Öyle de binaya sonraki yıllarda yapılan estetik müdahaleler de bitip tükenmiyor. 1777-1781 arasında elçilik görevinde bulunan Balyos Andréa Memmo, binayı yıktırıp yeni bir elçilik sarayı yaptırmak istiyor; Hükümeti buna yanaşmıyor. Ancak Memno Hazretleri kendisi de mimarlığa meraklı ve işin peşini bırakmayıp mimarlıktan iyi anlayan, Polonyalı bir rahip olan Jean-Chrysos-Tome Orlovski ile işbirliğine girişip binayı tamir ettiriyor; bunu yaparken de binanın Venedik saraylarına benzer bir üslupta olmasına dikkat ediyor. Sonunda, 1782 ortalarında, bugünkü güzel bina ortaya çıkıyor. 

Antoine Laurent Castellan'ın 1847 tarihli, Fransız Sarayı bahçesinden görülen Venedik Sarayı gravürü

Fakat kaderinde olmalı ki, Venedik Sarayı üç kez daha, 1853, 1887 ve 1891 yıllarında estetik müdahaleye uğrayacak, derken sürece başka ögeler eklenmeye başlayacaktır!

Hikâyemizin devamı haftaya değerli okuyucularım.

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XVIII)

Kremsmünster Manastırı Kütüphanesi ve Admont Manastırı Kütüphanesi...

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XVII) | Avusturya Ulusal Kütüphanesi

Orta Çağlara uzanırsak, kütüphanenin kökeninin 1349-1395 yılları arasında yaşamış olan Avusturya Arşidükü II. Albert'in saray kasalarında muhafaza edilen kitapları çıkarttırıp bir kütüphaneye dönüştürmesinde yattığını anlıyoruz