02 Şubat 2015

15 bin işçi 24 patrondan büyüktür

AKP çalışan sınıfları sevmiyor. Çalışanların eylemliliğine 'milli tehlike' gözüyle bakıyor ve iktidar gücünü, işçi sınıfına karşı kullanmaktan çekinmiyor

Bu ülkede en büyük “milli” tehlikenin işçi sınıfı olduğu anlaşılmış oldu.

Öyle bir tehlike ki memleketin “milli güvenliğini” her defasında tehlikeye düşürüyor.

Sendikal aklın vicdanı Aziz Çelik AKP Hükümetinin icraat döneminde lastik, cam, maden ve metal sektörlerinde tam 9 grev sürecinin “milli güvenlik” ve “genel sağlık” gerekçesiyle ertelendiğini duyurdu.

Çelik yazısında soruyor;

“Türkiye savaşta mı? Ülkede büyük bir doğal afet mi var? Grevdeki işyerlerinde üretilen ürünlerin yokluğu halk sağlığını ve ülkenin güvenliğini tehlikeye mi atıyor? Elbette hayır! Koskoca bir yalanla ve aldatmacayla yüz yüzeyiz.”

Demokrasilerde örgütlenme bir özgürlüktür. Çalışan sınıfların talep ve çıkarlarını yasaların tanıdığı haklarla korumaya çalışması doğaldır.

Ancak AKP çalışan sınıfları sevmiyor. Çalışanların eylemliliğine “milli tehlike” gözüyle bakıyor ve iktidar gücünü, işçi sınıfına karşı kullanmaktan çekinmiyor.

Seka işçisinin tarihi direnişini hatırladınız mı?

Tekel işçisinin Ankara’daki o soğuk geceleri nasıl gazlandığı günlerdeki AKP kurmaylarının tepkisi akıllarda mı?

Memleketin güvenliğinin cam kırılganlığında olduğu propagandasına acaba Şişe Cam işçisi ne demeliydi?

Mesele sadece patronların çıkarına ertelenen grev kararları değildi. Son 15 yılda Türkiye’de sendikalı işçi oranı yüzde 10’dan (2000) yüzde 6’lara indi. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı ise aynı dönemde 1.6 milyondan 750 bine geriledi.

Özel sektörde durum daha da vahimdi. Sendikalaşma oranı yüzde 3.5 ile 12 Eylül askeri cuntasının da gerisinde kalmıştı. Oysa 2000 ile 20011 yılları arasında çalışan yani sendikalaşma potansiyeli taşıyanların sayısı 10.5 milyondan, 14.9 milyona yükselmişti. Bu artışa rağmen sendikalaşma/sendikasızlaştırma oranlarının böylesine düşük kalması nedeniyle Türkiye OECD ülkeleri içinde sendikalaşma açısından son sıradaydı.

Dahası AKP döneminde adeta teamül haline gelen taşeron sistemi -ki süslü adıyla “alt işveren uygulaması”- ile sendikalaşma ve sosyal güvenceden yoksun 1 milyondan fazla çalışan taşeronların insafına terk edildi.

“Hak verilmez, sosyal yardım dağıtılır” mantığı ile çalışan sınıflarla ilişki kurmayı tercih eden AKP iktidarının örgütlü toplumu sadece kendi şurekasına tanıdığı bir dönemden geçiyoruz. Düşünün ki dünya sendikacılık literatüründe ilk defa bir sendika, hükümet yanlısı Memur Sen 2002-2010 arasında üye sayısını yüzde 1450 artırarak dünya tarihinde görülmemiş bir “rekora” (!) imza attı.

Greve çıkan 15 bin metal işçisi 24 fabrika patronundan büyük müdür?

AKP için olmadığı anlaşılıyor.

“Ama dünya beşten büyüktür” değil mi genç siviller? 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suna Kıraç'ın ardından: Yaşamı ve yaptıklarıyla ölüme inanmadı, ömründen uzun idealleri vardı…

Suna Kıraç’ın ‘teamüllere aykırı’ tek tercihi bir Koç profesyoneli olan İnan Kıraç’la evlenmesi olmadı. Çiftin aldığı bir başka karar, yine o dönem ve temsil ettikleri ‘sınıf’ açısından büyük bir devrimdi. Mademki çocukları olmuyordu onlar da bir çocuğu evlat edineceklerdi

Suriyeli mültecilerin hatırlattıkları (1)

Ensar’lıktan ‘halkta büyük tepki’ ya da ‘büyük sorunlar çıkması’ gerekçesine evrilen sürecin miladı, en kolay ikna edilebileceği öngörülen AKP tabanında bile yaşanan oy kaybı ve bu oy kaybında Suriyeli mültecilerin rolüydü. İdeolojik olandan pragmatik ve hak ihlallerini barındıran dönüşümde de bu anketlerin rolü vardı

Satın alınan demokrasi

Demokrasi için cebinden para harcayıp oy veren seçmen kazandı; devletin parasını ve demokrasinin değerlerini harcayanlar kaybetti.