28 Ocak 2020

Demokrasi, özgürlük, kötücüllük üzerine iki yazı - II: Demokrasi bloğunun oluşmasını engellemenin vebali ağır olur

Gelin tek bir kişiyi bile dışlamadan, harcamadan demokrasi bloğunda buluşalım, demokrasi müştereğinde bir araya gelinmesi için çabalayanları destekleyelim

Dünkü yazının sonunda, "bu çevre veya zihniyet hakkında yazı yazmaya değer mi", sorusu soruluyor, yazı "evet değer, çünkü" diye bitiyordu.

Evet, değer.

İşte iki örnek: CHP'lilerle HDP'lilerin ve barışçı demokratların Demirtaş'ın Devran'ını tiyatroda birlikte izlemelerinin ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun üst düzey CHP'lilerle birlikte T24 yazarlarıyla bir yemekte buluşmasının ardından sağdan ve kendilerini solda tarif eden kimi ulusalcı çevrelerden yükselen tepkiler…

Bu tepkilerin ardındaki zihniyet üzerinde düşünmeye, yazmaya değer. Konuyu umursamazlıkla, aldırmazlıkla geçiştiremeyiz, çünkü popülist diktatörlük ve faşizm tehdidiyle burun burunayız. Çünkü bu zihniyet, hedef aldıkları demokratlara haksız ve etik dışı saldırılar yöneltmekle, işi zaman zaman muhbirliğe vardırmakla (Bakınız Cumhuriyet davası) kalmıyor, faşizan gidişata karşı en geniş demokrasi bloğunun oluşmasını da engellemeye çalışıyor.

Ana muhalefet partisi CHP'nin "devlet partisi" bagajından mümkün olduğunca sıyrılması, devletçi üsttencilikten kurtulup "halka inmek, halka öğretmek" değil halkla bütünleşmek için çabalaması; muhafazakâr kesimleri anlamaya, kendisini onlara anlatmaya çalışması; ulus-devletin bölünme ve Kürt fobisini aşıp Kürt halkına ve siyasetine doğru utangaç adımlar atmaya başlaması…

Görebildiğim kadarıyla muhalefet partisinde, bu yönde desteklenmesi, cesaretlendirilmesi gereken bir çaba var. Bu gelişme tabii ki en fazla iktidar ittifakını rahatsız ediyor, olası bir demokrasi bloğunu engellemek için ellerindeki bütün olanakları kullanıyorlar: Doğal. Doğal olmayan, anlamakta gerçekten zorlandığım, ulusalcı solun tutumu.

Kendimize şu soruyu sormalıyız

Bu noktada; demokrasi bloğunun destekçisi, parçası mı olunacak köstekçisi, düşmanı mı, sorusu gündeme geliyor. İçinde debelendiğimiz karanlık siyasal ortamın, tek adam keyfîliğinin, cepheleştirmenin ürünü kin ve nefret ortamının sona ermesini istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Hemen ardından gelen soru: Asgarî ortak paydalarda buluşup bir ortak yaşam inşa etmeye var mıyız yok muyuz?

Bu sorulara evet cevabı veriyorsak, sonraki bütün adımların atılmasını sağlayacak ortak paydanın, ilk buluşma toplaşma noktasının, demokrasi durağı olduğunu hatırlayalım. Siyasî partiler, farklı ideolojik çevreler, Müslüman muhafazakârlar, farklı dinî, mezhebî, etnik kimlikler, sağcılar, solcular, merkezciler; diktaya, otoritarizme, tek adam rejimine karşı olan kim varsa, "sen şusun", "sen busun" demeden birkaç temel ilke etrafında bir araya gelmeyi başarabilirlerse Türkiye'de normalleşme ve demokratikleşme umudu belirecek.

Asgarî demokratik ortam oluştuğunda, demokrasi paydasında/bloğunda buluşanların tümünün kendi yoluna gitmekte, kendi çizgisinde ilerlemekte özgür olacağını söylemeye bile gerek yok. Bu ortam sağlanmadan farklı siyasal-ideolojik temeldeki partilerin, örgütlerin, yapıların, kişilerin özgürce gelişmelerine olanak yok. İster sol birlik veya sol partiler, ister Müslüman muhafazakâr partiler, ister Kürt hareketi, vb. ancak ve ancak çoğulcu demokrasi ortamında yeşerip sağlıklı gelişebilir.

Bu aşamada, faşizan gidişe karşı olan güçlerin zerresini heba etmekten kaçınmamız gerekmez mi? Kılıçdaroğlu, "Bugün siyasî mücadele sağ ile sol arasında değil demokrasiden yana olanlarla olmayanlar arasında. Eski tartışmaların gündeme gelmesi anlamlı değil, acil sorun demokrasi" derken sorunun doğru cevabını veriyor.

Bir masada oturulmasından bile rahatsız olanlar

Durum buyken; bir masada oturulmasından, ortak fotoğraf verilmesinden bile rahatsız olanlar yazı üstüne yazı, tweet üstüne tweet döktürmekte Cumhur İttifakı ve Ak troller'le yarışırken neyin peşindeler? Aklımın ermediği, bilmediğim başka amaçları yoksa, başka bir iradeye hizmet etmiyorlarsa, niyetleri Erdoğan iktidarını desteklemek, onun muhalefeti dağıtma, bir demokrasi bloğunun kurulmasını engelleme planlarına yardımcı olmak değilse -ki yazıp çizdiklerine, konuşup söylediklerine bakılırsa onlar da iktidara muhalifler, tek adam rejimine, hukuksuzluğa, keyfiliğe, ranta, talana benim kadar karşılar- bu saldırgan öfke nereden kaynaklanıyor?

İnsanların birbirlerini yemekte, yıpratmakta, kin ve nefret saçmakta yarıştıkları, vicdanların köreldiği, ölümlere kıyımlara kanıksandığı, deprem faciasının acılarının bile ortaklaştırılamadığı şu cinnet günlerinde ülkede kötücüllük kol geziyor. Yıllardır bilinçli şekilde cepheleştirilmiş, toplumsal dokusu lime lime edilmiş, kin, nefret söyleminin en yukarlardan başlayarak gündelikleşmiş, doğallaştırılmış olduğu ülkemizde, kötücüllüğün insanlarda kök salmasını yadırgamamak gerek.

Herhangi bir siyasal hattı, kendi doğrularınızdan farklı bir görüşü, zararlı bulduğunuz bir düşünceyi, bir eylemi tabii ki eleştirebilirsiniz. Ama, kişileri hedef alıp yıpratmanın, hakaret etmenin, yalan yanlış ithamlarda bulunmanın nasıl bir psikolojinin ürünü olduğunu, bundan duyulan tatmini anlamak güç.

O zaman, ortada psikolojik bir vak'a olduğunu düşünüyorum. Tatmin sağlayıcı bir saplantı, bilinç altı bir yenilgi duygusunun hedefini şaşırmış saldırganlığa dönüşmesi…

"Yetmez ama evet" üzerine birkaç söz

Yazıyı uzatma pahasına, yeni hakaretleri ve saldırıları göze alarak, şu meşhur konuda birkaç saptama yapmak istiyorum. Çünkü bu yazılardan sonra aynı çevrelerce önüme getirileceğini biliyorum.

Çevremde, 2010 anayasa referandumundaki değişikliklere evet diyenlerin hiçbirinin AKP'li olmadığını, dinî bakış ve yapılarla hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını, neo-liberal uygulamaları reddettiklerini, Erdoğan AKP'sine karşı her şeyi göze alarak, tabiri caizse kelle koltukta mücadele ettiklerini söylemekle başlayım.

Başkalarını bilmem; ama ben, 2010 anayasa değişikliğine 12 Eylül darbe anayasasından daha demokratik, sivil ve özgürlükçü olduğu için evet dedim. "Yetmez", demokrasiye ve sivil topluma ulaşmak için daha çok yol yürümemiz gerekir anlamındaydı. O maddelerin daha demokratik olduğunu bugün de düşünüyorum. Yüz yıldır tarih ve siyaset sahnesine çıkmasına izin verilmemiş, ağır bir vesayet rejimi altında bastırılmış, iktidara her uzanma teşebbüsü darbelerle engellenmiş kesimlerin buna hakları olduğunu düşünüyordum. Öte yandan, bugün Kılıçdaroğlu'nun "Biz de yanlışlar yaptık, başörtüsüyle falan uğraştık" diye özetlediği, insanların kültür, din, inanç özgürlüklerini kısıtlayan otoriter laiklik anlayışını, örtünenlere "kara böcekler" diyen zihniyeti ne siyasî etik anlayışım ne de vicdanım kabul ediyordu.

AKP'yi iktidara taşıyan, referandumda yüzde 58'lere çıkaran dalga, (evet oyları sonuçlara bir puandan fazla artı getirmemiş) sol demokratlar değil, onlarca yılın asker ağırlıklı vesayetçi, elitist egemenliğine karşı kitlelerinin tepkisi ve arayışıydı. Yanıldığım, hem de fena yanıldığım nokta AKP'nin siyasal İslam damarını görememek, AKP'li muhafazakârların çoğulcu, demokrat olabileceklerini sanmaktı. Nitekim kısa süre sonra evet dediğimiz anayasa maddeleri değiştirildi, AKP kendi içindeki demokratları tasfiye ederek adım adım bugünlere geldi.

Hepimiz aymazlıklarımızla yüzleşmeye hazır mıyız?

İnsan doğrularını savunurken hatalarıyla da cesurca yüzleşmeli diye düşünürüm hep.

Erdoğan'ın reisliğinde adım adım bu noktaya varan, devletin derinlikleriyle de bütünleşerek Sünni Türk-İslam çizgisine yerleşen siyasal İslamcı AKP'yi doğru tahlil edememek hataydı. Ancak AKP'nin döl yatağı olan Türkçü, milliyetçi, vesayetçi rejimi ve onu ayakta tutan asker-sivil darbeciliği gözden kaçırmak, desteklemek, yeğlemek de hatanın, aymazlığın öteki yüzü değil miydi?

Bu soruyu, tartışma açmak için değil, kötücüllüğe kötücüllükle mukabele etmenin hiçbir zaman, hele de şu yaşadığımız vahim tehditlerle dolu günlerde yapıcı, birleştirici olamayacağını hatırlatmak için soruyorum. AKP'nin iktidara gelmemesi, gereğinde darbeyle düşürülmesi için çabalayanlara, "Ama siz de o zamanlar darbecilere destek oldunuz, demokrasiyi ve özgürlükleri sadece kendiniz için istediniz", demenin ne anlamı var?

Tek umudun; aramızdaki her türlü itiş kakışı sona erdirip, ayrıldığımız değil birleştiğimiz noktaları öne çıkararak tek adam rejimine karşı demokrasi bloğunu genişletmek olduğu bu dönemde "liberaller" dedikleri demokratlarla, Müslüman muhafazakârlarla, Kürtlerle aynı masaya, aynı sıralara oturulmasına karşı olanlar, acaba faşizan iktidar bloğuna "yetmez ama evet"çilerden çok çok daha fazla güç vermiyorlar mı?

Her şeyin özeti: Gelin tek bir kişiyi bile dışlamadan, harcamadan demokrasi bloğunda buluşalım, demokrasi müştereğinde bir araya gelinmesi için çabalayanları destekleyelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek

Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak 

Ahlakını yitirmiş siyaset ve onun kadroları aşılmadıkça toplumdaki çürümenin önüne geçmek mümkün değil...

CHP, kuş mu deve mi olacağına karar veremezse…

Tek adam rejiminin yol açtığı toplumsal-siyasal çürümeyi engelleyecek, ortak vatanda hak, hukuk, adalet içinde ortak yaşamı sağlayıp ülkeyi yaşanabilir kılacak güçlü ve -sözde değil özde- demokratik bir muhalefete ihtiyaç var. Ana muhalefet partisinin kendini toparlaması ve demokratik güçleri kendi etrafında toplaması (6'lı Masa gibi değil, turnusol kağıdı Kürt meselesi olan gerçek demokratik güçler) bu yüzden önemli