22 Temmuz 2022

Demirtaş'ın sunduğu tarihî fırsatı değerlendirebilecek miyiz?

Bir zamanlar "tek yol devrim" denirdi; bugün tek yol, hem seçimleri kazanmak hem de geleceğin demokratik cumhuriyetini inşa etmek için Kürt hareketi dahil bütün muhalefetin Demirtaş'ın çağrısında ifadesini bulan görüşleri içine sindirmesi ve o doğrultuda adım atmasıdır, diye üşünüyorum

Selahattin Demirtaş’ın önce Murat Sabuncu’nun, ardından Halk TV’nin sorularına cevaben dile getirdiği görüş ve öneriler Türkiye’ye sunulmuş tarihî –hatta belki de son- fırsattır.

Benzer görüş ve öneriler, -özellikle Türkiye partisi olma hedefi- HDP’nin Tutum Belgesi’nde de, eş başkanların ve parti yöneticilerinin söylemlerinde de sıklıkla yer alıyordu. Ancak, Demirtaş’ın topluma bir çağrı olarak nitelendirebileceğimiz son açıklamalarının farkı; sorunlarımızın çözümüne ilişkin sorumluluk ve yükümlülükleri iktidar ve muhalefet kadar Kürt hareketine ve kendi partisine de hatırlatması ve de bunu çok açık, içten, vicdanî  bir şekilde yapması.

İçinde debelendiğimiz kin, nefret, düşmanlık, güvensizlik ortamından kurtulup ortak yaşamın mümkün olduğu, kaygıların yerini umudun aldığı, farklılıklarımızın birbirimizi yok etme nedeni değil zenginliğimiz sayıldığı bir toplum özleyenler tarafından defalarca dile getirilmiş olsa da,  çok taraflı sorumluluk ve fedakârlık gereği bu derece açık ve cesur ifade edilmemişti. Daha da önemli olan, bunun Kürt siyasal hareketinin önde gelen bir temsilcisi tarafından yapılması.

Evet, o beş yılı aşkın süredir içerde rehin tutuluyor. Evet, partisinde eski eş başkan olmak dışında resmî bir konumu yok. Evet, dışarıdan konuşuyor. Ama tam da bu yüzden daha açık ve cesur olabiliyor.

Demirtaş sözü gevelemiyor. Kim ne der hesabı yapmadan, siyasî kariyerim nasıl etkilenir düşüncesine kapılmadan, kendi mahallesinin radikal kesimlerinden, hatta belki HDP içinden gelecek tepkileri de göze alarak -ki en zoru budur- ülke için, Kürt halkı için, geleceğimiz için doğru gördüğünü cesaretle söylüyor. Çağrısı hem Kürt hem de Türk dünyasına yöneliyor. Vurgusu: ortak vatanda ortak yaşam. Bunun için, bu topraklar üzerinde yaşayan, kökleri bu topraklarda olan herkesi: farklı siyasî, ideolojik, etnik, dinsel, dilsel bütün kesimleri, öncelikle kendilerini gözden geçirerek, kendileriyle yüzleşerek ötekileri anlamaya; tarihsel birikimden ve ideolojik önyargılardan kaynaklanan korkuları, kaygıları, kırmızı çizgileri aşarak helalleşmeye çağırıyor. Bunu yaparken çuvaldızı önce kendi siyasî hareketine / mahallesine ve kendine  batırmaktan çekinmiyor.

Cesaret liderlik vasfıdır

Demirtaş, yıllardır hapiste rehin tutulmasına karşın Kürt siyasî hareketinin en önemli figürlerinden biri; sadece Kürt halkına, Kürt seçmenlere değil, sorunun çözümünün Türkiye’de demokrasinin  tesisi ve barışçı bir gelecek için elzem olduğunun bilincindeki Türkiyeli demokratlara, barışçılara hitap etmesi, onların güvenini kazanmış olması açısından da en önemli kişi.

İçinden çıktığı siyasî gelenek, Kürt siyasî hareketinin bileşenleri, kendi partisi HDP’nin kuruluş süreci ve yapısı düşünüldüğünde, bir süredir attığı çözüme dönük adımların önemi daha iyi anlaşılır. Demirtaş hem Kürt  hareketinin bazı kesimlerinden hem de sağlı sollu muhalefetten gelecek salvoları göze alma cesaretini gösteriyor. Bütün siyasî yapılarda azınlık olan ama bir çeşit özgül ağırlık sahibi kimi kesimlerin kendisine ağır ve haksız ithamlarda bulunacağını, -sözümü sakınmayayım- davaya ihanetten TC devletiyle uzlaşarak kendini güvence altına alma çabasına varan karalamalarla, içerden partiyi yönetme, dışardan liderlik taslama ithamlarıyla karşı karşıya kalacağını da biliyor herhalde! Yine de geri adım atmıyor. Öte yandan AKP-MHP ortaklığının kendi pozisyonunu kullanmaya çalışacağını, daha da önemlisi başta İYİP,  6’lı Masa muhalefetinin, tarihî önemdeki çözüm çağrısını duymazdan gelme, önemsememe, kavramama ihtimalini de hesaba katmamış olamaz. Yine de ülkesi ve halkı için doğru gördüğünü söylemekten çekinmiyor

Sosyolojik tabanın değiştiğini görmek…

Hatırlıyorum; 7 Haziran 2015 milletvekili seçimleri sırasında kendisine yöneltilen HDP’nin PKK ile ilişkisi sorusuna Demirtaş Kürt seçmeni kastederek “sosyolojik tabanımız aynı” cevabını vermişti ki bu, o dönemde gerçeğin ifadesiydi. Bugün o tabanın  gençleşmesi, Batı’ya, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlere göçle şehirleşmesi, yeni düşüncelerle, yeni gerçeklerle karşılaşması, özellikle 2015-2016’da Kürt illerinde yaşanan büyük yıkımın bölge halkı üzerindeki etkisiyle “sosyolojik taban”ın hassasiyetleri, psikolojisi, silahlı harekete bakışı büyük ölçüde değişti.

Kürt hareketi ve HDP içinde bu değişimi göremeyenler, görmek istemeyenler olması çok doğal. Olayları ve gelişmeleri değerlendirirken “içinde” olmanın sübjektifliğini çoğumuz kendi deneyimimizden biliriz. Dışardaki dost göz daha objektif olabilir. PKK’nin Türkiye’de silah bırakmasını önerirken, HDP’nin PKK’den bağımsızlığını kuvvetle vurgularken Demirtaş kitlesinden ayrı düşmediği gibi Türkiye’nin barış ve demokrasi güçlerine de güven veriyor.  

Muhalefet Demirtaş’a kulak vermezse kaybeden Türkiye olur

Anayasanın fiilen askıya alındığı, yargı erkinin tek adama bağlandığı, güçler ayrımının yok edildiği, milyonların açlıkla, yoksullukla mücadele etmekten bîtap düştüğü, kin, nefret, kan ve ölümün, yalanın, talanın, çeteleşmenin sıradanlaştığı, toplumsal vicdanın karardığı bir dönemde umudumuz: bu rejimin seçimlerle sona erdirilmesi ve bir yeniden inşa döneminin başlaması. Bu defa da başarılamazsa, hepimize geçmiş olsun, otokrasiye de aşan bir diktatörlük ve her alanda gerileme, çürüme dönemine girilecek.

Bir zamanlar “tek yol devrim” denirdi; bugün tek yol, hem seçimleri kazanmak hem de geleceğin demokratik cumhuriyetini inşa etmek için Kürt hareketi dahil bütün muhalefetin Demirtaş’ın çağrısında ifadesini bulan görüşleri içine sindirmesi ve o doğrultuda adım atmasıdır, diye düşünüyorum. 6’lı Masa olarak anılan muhalefetin unsurları; şoven Türk milliyetçiliğinin tortularından, Türk-İslam sentezinin etkilerinden, laikçi ulusalcılığın ötekileştirici bakışından, başta Kürtler olmak üzere öteki fobisinden, ama asıl kendi seçmenlerinden korkmaktan kendilerini kurtaramadıkça üzerlerine düşeni hakkiyle yerine getiremeyeceklerini anlamak durumundalar.

Demirtaş; Kürtlerin ve HDP’nin varlığı görmezden gelindikçe, bu kadim ve hayatî sorunun çözümüne doğru adım atılmadıkça, eğrisi doğrusuna gelip de seçimler kazanılsa bile özgür ve demokratik Türkiye’nin kurulamayacağını hatırlatıyor. Kendi kitlesine, kendi örgütüne, kendi geleneğine cesaretle seslenirken değiştirici, devrimci liderliğin de örneğini veriyor. Lider, kitlenin duygularını okşayarak yükselen değil, gerektiğinde tabuları aşarak kendi kitlesini de dönüştürmeyi, ilerletmeyi başaran kişidir.

Demirtaş hepimize bir fırsat sunuyor; en azından düşünme, kendimizle hesaplaşma, ötekini anlamak, onunla empati kurmak için çabalama fırsatı. Bütün yapı ve kesimleriyle demokratik muhalefet, estek köstek demeden, küçük hesaplara kapılmadan, sahte devrimcilik ya da Kürt fobisi tuzağına düşmeden onun çağrısının arkasında durmakla, desteklemekle yükümlüdür.

Demirtaş’ı, Kürtleri, HDP’yi değil ülkemizi, halkımızı, geleceğimizi kurtarmak için…

 

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye’de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen ''Akdeniz Kültürü Ödülü''ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24’te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı
- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum