13 Mart 2022

Yalnız içen adam…

Yapılanın bedelinin ödeneceği zamanlar gelmiştir artık. 21. yüzyılın pişman olup da dönen adamları, artık eskisi gibi sorgusuz sualsiz alınmayacaklardır kapıdan içeri. "Pişman olur da bir gün, dönersen bana geri, gönül kapım açıktır sormadan gir içeri"den, "Düşünecektin onu başında, n'aber" e gelmiştir zaman. Yalnız içen adamlar, kalabalıkların arasına karışıp gitmişlerdir…

Erkekler çoğu zaman ne yaptıklarının pek farkında değillerdir. Biraz düşünmeleri gerekir, çok sonra anlarlar gerçekleri. Hâl ve hareketlerinin özellikle ilişkilerindeki sonuçlarını tartabilme adına da pek başarılı sayılmazlar. Bu yüzden yalnız kalmalarının nedenlerini kavramaları da zordur. Kadın-erkek hepimizin bir an gelip hayatta yapayalnız olduğumuzu düşündüğümüz anlar vardır ama burada değinmek istediğim bir bar taburesi üstündeki erkeğin o kurgulanmış, karizma odaklı, kontrollü yalnızlığı…

Her yalnızlığın bir şarkısı vardır. "Tutun kollarımdan düşerim şimdi, yalnızım dostlarım yalnızım yalnız", feleğin sillesini yemişliğin, tek başına kalınmışlığın feryadıdır. "Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım" da benzer bir şekilde varoluş temelli bir tekilliği anlatır. Benim işaret etmek istediğim yalnızlık ise, "Pişmanlık mı hasretten mi, söyle neden döndün geri, kaybettin de her şeyini, kimse sevmedi mi seni" yalnızlığı… (Hangi Rüzgâr Attı Seni? - Söz: Fikret Şeneş, Beste: İrfan Özbakır) Bu unutulmaz eser, bir zamanlar birbirlerini pek seven bir çiftten erkek olanının beraberliği noktalama kararı almasının ardından bir zaman sonra tekrar geri döndüğünde yediği azarın, paylamanın Hicaz halidir.

Her ne kadar 'unisex' bir eser olsa da daha çok geri dönen adamın kadın bilgeliğiyle hayattan aldığı ağır bir ders gibi duran başka bir şarkı da şöyle der: "Sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin, Rüzgârların önünde, Kuru bir yaprak gibi sürükleneceksin" Kabahatini anlayıp gelmiş olan adamlara pek de öyle umdukları gibi anaç bir kabulle karşılanmayabilecekleri üzerine bir ihtardır bu şarkı da. Bir önceki dizelerle buradaki fark, açıkça görüldüğü üzere, yenen tokatların sertliğindedir. İlkinde geri dönen adama "Hangi rüzgâr attı seni" denip ufak ufak iğneler batırılsa da hemen ardından "Özlemişim görmeyeli" denerek yufka yürekli bir kıyamamazlıkla kapıların açılacağı işaret edilir. Ama ikincisinde o külleri hâlâ sönmemiş bir gönülle karşılaşılmamıştır maalesef: "Sen kimseyi sevemezsin" ile başlayan, bir zamanlar avuçlarının içine aldığı o ince parmakların bükülüp yumruğa dönüştüğü sağlı sollu Nihavend kroşeler alır. Artık ne yapıp ne deyip gittiyse, dönüşünde bu sözleri işitmeyi hak etmiştir, müstahaktır ona. Devamında "Şefkat nedir aşk nedir, ömrünce bilmeyeceksin" ile de çok sağlam bir aparkat alıp yığılır kapının önüne.

Bir toplumun hayatla olan ilişkisinin gözlemlenebileceği sembol karelerden biridir yalnız içen adam. Yalnız içen adam deyince aklıma, Teoman'ın "Paramparça" şarkısında anlattığı 'bir bar taburesi üstünde'ki adam geliyor. Üstelik özür de diliyor sevdiği tüm kadınlardan ama özründe bile eser miktarda kibir var, mağrur, üsttenci. Terk edilmiş değil tam aksine hevesiyle tutkusunu ayırt edememişliğin sarhoşluğunda bir gönül oyunu oynayıp bitirmiş, sonunda bir bar taburesi üstünde yapayalnız bulmuştur kendini. Pişmanlıklarıyla gururu arasında bilinçaltı seviyesinde savaşıyordur o taburenin üzerinde. Ve aslında yalnız da değildir iki kişidir orada, zihninde sürekli sevdiği kadınla konuşur.
Türlü egolar, gururlar, öznel bahanelerle terk eden her erkeğin içinde bu yalnız adam yaşar, onu her fırsatta bir bar taburesine atar. Yalnız başına kalıp ne kadar da kendine yettiğini duyumsamaya çabalar. Ama çoğu zaman iticidir bardaki yalnız adam, o düşünceli o tekil halinden karizma üretir. Dışarıdan heykel gibi güçlü, hükümran pozlar verse de yaralı ve zayıftır. Baştan ayağa pişmanlıktır yalnız içen adam.

Şarkılarımıza bakıldığında 1900'lerden 2000'li yıllara kadar, terk edip sonunda geri dönen adamları bir şekilde tolere ettiklerini görüyoruz bu toplumun seven kadınlarının. Fakat artık devir değişmiştir, eskisi gibi bekleyen yoktur, sen yoluna, ben yoluma, herkes kendi yolunadır. Yapılanın bedelinin ödeneceği zamanlar gelmiştir. 21. yüzyılın pişman olup da dönen adamları, artık eskisi gibi sorgusuz sualsiz alınmayacaklardır kapıdan içeri. "Pişman olur da bir gün, dönersen bana geri, gönül kapım açıktır sormadan gir içeri"den, "Düşünecektin onu başında, n'aber" e gelmiştir zaman. Yalnız içen adamlar, kalabalıkların arasına karışıp gitmişlerdir…

Yazarın Diğer Yazıları

Yolumuza çıkardı bir zamanlar şarkılar…

Benim için iyi şarkıların en büyük ölçütlerinden biri, otomobillerin açık camlarından etrafa saçılıp saçılmıyor oluşları. Hele araç uzaklaştıkça şarkının o giderek düşen volümüyle elinden kaçmakta olanı yakalama, tutmaya çalışma hissi. Mert Demir'in "Ateşe Düştüm"üyle de sokakta karşılaştım

İnsanı işinden gücünden alıkoyan bir "cover"

Bir pencere aniden açılır da içeriye birden soğuk hava dolar ya, öylesine keskin, çarpıcı, ürpertici bir etki. Nereden geldiğini, nasıl olduğunu anlamaya çalıştığınız bir dış müdahale. İlk duyulduğunda dinleyicide "nedir bu" sersemliği yaşatan, çok güçlü bir çarpılma hâli. Bir yeniden yorum, ancak bu kadar kişilikli, iddialı ve sarsıcı olabilir…

İçimize doğru güçlü bir yürüyüş: Kâmuran Akkor

Onu gönüllere yerleştiren başka bir şey var: Her şarkısında bize verdiği ve her seferinde de gerçekleştirdiği vaadi. İçimize doğru güçlü yürüyüşü. Duygularımızı harekete geçirip, yaşadıklarımızı bize tane tane anlatışı. Ona bir 'la' sesi verin, sonra şarkısının içinde seyredin kendinizi…