10 Nisan 2022

Dağılan şenliklerin Müjgânsız olanı…

Gece yarısı, şarkılar ne söylüyorsa inanmaya, kabul etmeye meyyalizdir. Günün bu en karanlık vakitlerinde hepsinin haklılık payları yüksektir ve sanki bestelenmiş birer eser değil de şarkı şeklinde konuşan görünmez varlıklar gibi doldururlar geceyi

Şen kahkahaların duvarlara çarpa çarpa çoğaldığı, sohbetin neşeli baslarına çatal kaşıkların tizlerle eşlik ettiği, evde eş, dost ya da ailece buluşulan bol gürültülü bir akşam sofrası dağıldığında… Gidenlerin gittiği, kalanların yattığı, misâl bir yılbaşı kutlaması bitip herkes köşesine çekildiğinde… Uyku tutmayıp da masada tek başına kalan için gece yeni başlar.

"Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız, o mahur beste çalar Müjgân'la ben ağlaşırız"daki gibi bir şenlik sonrasının Müjgânsız olanıdır başlayan... Masada boş bardaklara, arta kalmış yemeklere baka baka bir başına kalınan anlarda zamansız düşünceler çıkıverirler ortaya... Ağır bir hüzün çöker masanın üzerine, yarım saat öncesinin o şen şakrak avazlarını dağıtır, duman eder.

Kırık dökük, eskimiş bir eşyaya döner masada yalnız oturan… Kim dokunsa ufalanıp dökülecek kadar güçsüzleşmiştir. Bu zayıf hâline rağmen en olmayacak işi yapmaya, kendisiyle hesaplaşmaya girişir. Dağılan masanın kenarında, bir bütün olarak göründüğü halde asıl dağılmaya başlayan odur.

Hayaller, umutlar, pişmanlıklar, kaybedişler, acı tatlı günler hatırlanır. Anılar, davetsiz misafirler gibi gelip dizilirler masanın etrafına. Bir sohbet başlar içten içe… Pişmanlıklar belirir önce masada, dur durak bilmeden konuşup uğuldaşırlar. Keşkeler gong misali vurup çınlarlar zihinde. İnsanı bir ömrün muhasebesini yapmaya zorlayan o gecelerde, masaya dökmek için içimizi her şey uygundur. Gece, sessizlik ve dağılmış bir şenlik…

Masanın tepesinden sorgu odasındaymış gibi sarkan lambaysa, her şeyin itiraf edilmesini ister, bir suçluya dönüştürür altında oturanı. Başkasının sesleriyle duyarız kendi düşüncelerimizi. Giderek yoğunlaşan ve hesap sormaya kalkışan bu sesleri bastırmaya mı kışkırtmaya mı çalıştıkları kestirilemeyen, gece yarısı şarkıları da çıkar gelir, masaya bir sandalye de onlar için çekilir. Bu iyice savunmasız kalışla, kırılıp dökülmüşlükle güzel giden şarkılar doldurur geceyi: Ezginin Günlüğü'nden "Kırgınım saçılmış bir nar gibi, Git derse giderim, kalırım kal derse", sakince başlatır hesaplaşmayı. "Artık geri ver, Geri veremezsin aldıklarını" Eda Baba'dan, sonra bir kez daha bu sefer Müslüm Baba'dan dinlenir. Birsen Tezer'in "Boşver"i, "Yok ki halimiz, Ne sen ne ben çözemeyiz", gecenin ortasında bastıran derin düşüncelere çözüm önerileriyle refakat eder. "Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar" dizesiyle, geçmişte ya da gelecekte üzerinde sonsuz bir mutlulukla durulup öylece kalınabilecek mutlak bir anın bulunmadığı "Dönmek" (Yeni Türkü) ile yeniden anlaşılır.

Dingin ama derinden akışıyla "Buselik Makamına" (MFÖ) da tam bir gece yarısı şarkısıdır.

Bir yandan İkiye On Kala, "Aklımdan geçenleri bıraktım masanın üstüne, gidiyorum ama biliyorum yatsam uyurum", bir yandan da Hüsnü Arkan'ın Gemi'si, "Ah küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini, delisin" ile kendimizi yatağa atmakla denize atmak arasında gidip geliriz. Siya Siyabend'in "Arar Arar"ı, Yüz yüzeyken Konuşuruz'un "Ölmemişiz"i ve bilhassa da Kaan Tangöze'nin "Boşu Boşuna"sı da reçeteye özenle yazılır gece 12'den sonra aç karnına alınacak şarkılar olarak.

Gece ilerledikçe artık tehlikeli saatlere girilmiştir, işin içinden çıkılamayıp pes edilir, Emir Can İğrek'ten "Ben beceremiyorum bu yaşama işini" durumu toparlar. Sonunda iş gelip, "Çözemezsin yok, bu düğüm kördüğüm"e (Dedublüman) bağlanıp bitirilir. Bir ayrılığın hemen ertesinde olanlarsa "Bana geri ver aldıklarını, Sensiz ömrüm olsun"u son kez bir daha dinleyip, kırılıp dökülüp un ufak olup, adamakıllı dağılırlar.

Gece yarısı, şarkılar ne söylüyorsa inanmaya, kabul etmeye meyyalizdir. Günün bu en karanlık vakitlerinde hepsinin haklılık payları yüksektir ve sanki bestelenmiş birer eser değil de şarkı şeklinde konuşan görünmez varlıklar gibi doldururlar geceyi.

Dağılmış bir sofrada gece tek başına kalan, şarkılarla birlikte pişmanlıklarını dinler, çaresizliğine kulak verir, kaybettiklerinin çetelesini yapar, en çok da hayallerini kontrol eder kırılan var mı diye. İnsan, kırılan hayalleri kadardır biraz da.

Dışarıdan bir bütün halinde görünüyorken aslında kırık dökük olmak; sadece insan bunu başarabilir gece yarılarında, kısık sesli şarkılar eşliğinde…
 

Yazarın Diğer Yazıları

"Niyazi Köfteler", birleşsin köfteciler…

Karaca, "Niyazi Köfteler"i yazdığından bu yana 32 sene geçti. Hükümet ne kelime, rejim bile değişti. Ama köfte, Türkiye kültürü, müziği ve siyasi hayatındaki belirleyici rolünü hâlâ sürdürüyor

Yolumuza çıkardı bir zamanlar şarkılar…

Benim için iyi şarkıların en büyük ölçütlerinden biri, otomobillerin açık camlarından etrafa saçılıp saçılmıyor oluşları. Hele araç uzaklaştıkça şarkının o giderek düşen volümüyle elinden kaçmakta olanı yakalama, tutmaya çalışma hissi. Mert Demir'in "Ateşe Düştüm"üyle de sokakta karşılaştım

İnsanı işinden gücünden alıkoyan bir "cover"

Bir pencere aniden açılır da içeriye birden soğuk hava dolar ya, öylesine keskin, çarpıcı, ürpertici bir etki. Nereden geldiğini, nasıl olduğunu anlamaya çalıştığınız bir dış müdahale. İlk duyulduğunda dinleyicide "nedir bu" sersemliği yaşatan, çok güçlü bir çarpılma hâli. Bir yeniden yorum, ancak bu kadar kişilikli, iddialı ve sarsıcı olabilir…