28 Nisan 2025
CHP Kurultayı soruşturması nedeniyle ifadesi alınanlardan biri de gazeteci Altan Sancar’dı. Tanık Tolgahan Erdoğan’ın, “Altan Sancar’a Beşiktaş Belediyesi’ne ait aracın tahsis edildiğini duydum” sözleri sorulunca Sancar şu yanıtı verdi:
“Herhangi bir kurumdan herhangi bir araç bana tahsis edilmemiştir. Bugüne kadar belediyeye ait kullandığım tek araç, belediye otobüsüdür.”
Bu yanıt ve Sancar’ın ifade verdiğinin medyada haber olmasının ardından halen tutuklu olan İstanbul Planlama Ajansı Genel Müdürü Doç. Dr. Buğra Gökçe, “Değerli Medya Ombudsmanı @farukbildirici Ne yazık ki bir meslektaşınız, genç bir arkadaşınız olan @altansancarr 'ın farazi suçlamalarla ifade vermeye çağrıldığını öğrendim” diye başlayan bir paylaşımda bulundu. Gökçe, bana özetle şu soruları yöneltiyordu:
“Bir insana ‘duydum’, ‘duymuştum’, ‘düşünüyorum’ diye suç yükleyerek, hiçbir somut bilgi, belge sunamadan insanları zan altında tutan insanların ifadelerini gazete, televizyon ve medya kuruluşlarının ‘maddi gerçek’ gibi göstermesi kabul edilebilir mi?
Ne yazık ki biz de ‘duydum’, ‘duymuştum’, ‘duyanı duydum’, ‘düşünüyorum’ gibi iddialarla özgürlüğümüzden mahrum kalmış haldeyiz. Sizce basın bu durumu insan hak ve özgürlükleri ve hukuk devleti gibi anayasal haklar açısından mı ele almalı yoksa ‘duyan’, ‘duyanı duyan’, ‘düşünen’ bazı kişilerin iftiralarına ciddiyet atfedip masum insanlardan açıklama mı beklemeli?”
Bu soruların yanıtları çok açık. Elbette suçu kanıtlama yükümlülüğü iddia makamına aittir, hiç kimse kendisinin suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmak zorunda bırakılamaz. Gazeteciler de insanların somut kanıtlara dayanmayan suçlamalara maruz kalmasına aracı olmamalı, zemin hazırlamamalı, iddia makamı gibi davranmamalı.
Fakat 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve çevresindekilere yönelik operasyon sonrasında iktidar medyasında savcı, yargıç gibi davranan gazetecilik ön plana çıktı. Buğra Gökçe de savcılığa yeltenen gazeteciliğin suçlamasına maruz kalan isimlerden. Cem Küçük, Buğra Gökçe için TGRT Haber’de aynen şöyle söyleyebildi:
“Öyle devletin verdiği rakamların dışında kendinize ait paralel açıklama yaparsanız böyle paketlenirsiniz. İnşallah akılları başlarına gelmiştir.”
Gerçi Cem Küçük’ün bu sözleri, Buğra Gökçe’nin “Anlıyorum ki suçum: bilgi paylaşmak, aydınlatmakmış” diye yazmasına vesile oldu! Ama bir gazeteci, asla böyle “paketlenirsiniz” gibi sözcüklerle ve “akılları başlarına gelmiştir” gibi üstten bir tavırla konuşamaz; soruşturmada taraf olamaz.
Cem Küçük, operasyonun başından bu yana savcılığın medya şubesi gibi davranıyor. “İBB’nin maaşa bağladığı gazeteciler konuşmalı!” başlıklı yazısında da isimlerini sıraladığı gazetecileri töhmet altında bırakmıştı:
“MASAK raporu bazı gazetecilerin para trafiğini raporlamış. Savcılık soruşturmasına birçok gazeteci girdi ve onların da bilgilerine başvurulabilir.
… Adı geçen gazeteciler hangi belediyenin aracını kullandılar bilmek kamuoyunun hakkı. Adı geçen gazeteciler ve daha fazlası savcılık soruşturmasına girmiş durumdalar.”
Oysa isimlerini sıraladığı gazetecilerin çoğuyla ilgili hiçbir somut veri yok. Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu ile gazeteciler Altan Sancar, Şaban Sevinç ve İsmail Saymaz’ın isimlerinin de CHP Kurultayı ile ilgili MASAK raporunda nasıl geçtiğini belirtmiyor.
Ben de rapora baktım, bu gazeteciler hakkında bir suç kanıtı bulunmuş mu diye. Hayır yok, üstelik raporun sonuç bölümünde “(savcılığın bildirdiği kişilerin) aralarında gerçekleşen para transferleri kontrol edilmiş ancak herhangi bir para transferi kaydına rastlanılmamıştır” deniliyor.
Rapora göre; incelenen dönemde İsmail Saymaz'ın hesabına 8 milyon 196 bin TL, Şaban Sevinç’in hesabına 521 bin 732 TL, Altan Sancar’ın hesabına ise 50 bin lira yatırılmış. Şaban Sevinç, bu paranın “Eşinin hesabında biriken Ankara’daki evlerinin kira geliri”, Altan Sancar da "Yöneticisi olduğu Politik Yol sitesine gelen reklam ödemesi" olduğunu belirtti.
İsmail Saymaz ise o paranın yatırıldığı dönemde Sözcü TV’den Halk TV’ye geçtiğini anımsatarak, aynı gün Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu’nun hesabından da aynı miktar paranın çıktığının raporda görüldüğüne dikkat çekti. Cafer Mahiroğlu da işinsanı; o da “Banka hesaplarımda yüksek meblağlı para hareketlerinin olması değil, olmaması şaşırtırdı” dedi.
Zaten MASAK raporunda bu paraların CHP ya da İBB’den yatırıldığına dair bilgi de yok. Oysa Cem Küçük ve iktidar medyasının yönelttiği suçlama neydi? Özgür Özel’in genel başkan seçildiği CHP kurultayını etkilemek için çalıştıkları ve karşılığında para aldıkları…
Üzücü olan, hiçbir kanıt olmadan, sadece iki kişinin ifadesine dayanarak, gazetecilerin bilgilerine bile başvurulmadan soruşturmaya dahil edilmeleri, kurultaydan aylar sonraki hesap hareketlerinin, malvarlıklarının incelenmesi ve suçlu gibi gösterilmeleri…
“Gazetecilik” ve “yargı” eliyle yapılan bir yargısız infaza maruz kaldı bu arkadaşlarımız…
İstanbul’daki depremlerden sonra yine tam bir kakafoni oluştu; ekranlara çıkan, açıklamalar yapan uzmanların tahminlerinin hiçbiri birbirini tutmuyor; hepsi birbirini yalanlıyor.
Halbuki bizim işimiz bilgi vermek, insanları aydınlatmak. Ama bu kadar çok bilim insanını ekrana çıkarmak bilgi vermek gibi bir sonuç doğurmuyor; tam tersine kafalar daha çok karışıyor. Hatta sadece deprem uzmanları değil, ilgisiz kişiler, uzman gibi TV’lere çıkarılabiliyor. Oytun Erbaş gibi bir tıp doktoru bile Beyaz TV’de fay hatları ve deprem hakkında konuşturuldu.
Böyle bir karmaşa yaratmanın sorumluluğunu konuşan (yer yer şovmene dönüşen) bilim insanlarına atarak kurtulamayız. Üzerinde düşünmek durumundayız. Elbette hangi uzmanın doğru söylediğini ölçmek gazetecilere düşmez ama bunun bir yolu olmalı.
Bulduğumuz her uzmanı konuşturmak yerine sadece kurumsal açıklamaları, bilimsel kurulların raporlarını yayımlamayı değerlendirmeliyiz. Ayrıca görüşlerine başvuracağımız uzmanların yetkinliklerini, daha önceki açıklama ve tahminlerinin isabetini de gözönünde bulundurmalıyız. Daha seçici, daha özenli davranmalıyız.
Madem Türkiye bir depremler ülkesi, depremlere ve felaketlere hazırlığı sürekli gündemde tutmalı; daimi olarak “deprem ve felaketler” sayfaları ve programları yapmalıyız. Bu ülkenin yöneticileri gibi, depremleri felaketler sonrasında hatırlamamalıyız.
İlgili tüm uzmanları, yetkilileri, kurulları ve kurumları, sadece depremler sonrasında değil, depremler öncesinde de sürekli izlemeli ve eleştiri katkısından mahrum bırakmamalıyız.
Gazeteci Fuat Uğur’un Üsküdar Belediye Başkanı Sinem Dedetaş hakkındaki paylaşımını “cinsiyetçi ve gazetecilik sınırlarını hayli zorlayan ifadeler” diye eleştirmiştim.
Ancak geçen haftaki o yazımda olayın bir tarafının eksik kaldığını fark ettim. Uğur’un paylaşımından sonra ona da sosyal medyada hakaret yağdıranlar olmuştu. Bu da doğru değildi.
Nasıl ki, bir gazetecinin kimseye hakaret etmek, aşağılamak gibi bir hakkı olamazsa, başkalarının da ona hakaret etmek ve saldırgan ifadeler kullanmak gibi bir hakkı olamaz. Fikirleri hakaret etmeden tartışabilmeli, hakaret etmeden eleştirebilmeliyiz.
Tek cümleyle:-Yozgat’taki CHP mitingini kamyonet üzerinden izleyen gazetecileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı izleyenlerle kıyaslayan Nefes “Kamyonette gazetecilik/Uçakta gazetecilik”, Sözcü ise “Koşan gazeteciler, uçan gazeteciler” diye benzer şekilde haberleştirdi. -BirGün ve Cumhuriyet, CHP’nin Yozgat mitinginde konuşan çiftçi Abdullah Ceylan’ın “Turpunan şalgamınan devlet idare edilmez” sözlerini “Turp ile şalgam ile devlet idare edilmez” diye düzelterek özgünlüğünü bozdu. -Türkiye gazetesinde Akif Bülbül, “Yalan dolan işte Yunan” yazısıyla nefret söyleminde bulundu. -Sabah’ın “Kılıçdaroğlu’nun özel kalemine ‘şaibeli kurultay’ sorgusu” haberinde Halk TV Yönetim Kurulu başkanı Cafer Mahiroğlu’nun soyadı “Caferoğlu” olarak yazıldı. -“Rüşvette aynı taktik” manşetiyle İmamoğlu’nun danışmanı Necati Özkan’ı rüşvet almakla suçlayan Sabah, Özkan’ın söz konusu dairelerin kendi birikimiyle aldığı açıklamasını yayımlamadı. -DHA; Yargıtay Birinci Başkanı Ahmet Ömeroğlu’nun “(Tutuklamaların) istisnaen uygulanması lazım” cümlesindeki “istisna” sözcüğünü “istinaden” (gerekçe) diye yazdı. -Hürriyet’in, “Diploması iptal edilen 27 kişi ifadeye çağrıldı” haberinde diplomasının iptal kararının hâlâ Ekrem İmamoğlu’na tebliğ edilmediği bilgisi eksikti. -Türkiye’nin “Millet bahçeleri sığınak oldu” haberinde “kameriye” yerine “kameliye” denildi. -Yeni Şafak’ın, “CHP’li vekiller kurye oldu” ve “Köstebek şüphesi” haberleriyle günler önce hedef gösterdiği üç avukat gözaltına alındı. -Korkusuz’un “Durdurulan araçtan Mısır yılanı çıktı” haberinde “ele geçirildi” denilmesi yanlıştı; “bulundu” denilmesi yeterliydi. -Hürriyet, “Homo Sapiens güneş kremiyle hayatta kalmış” haberini sosyal medya ve haber sitelerinde yayımlanmasından üç gün sonra gecikmeli olarak kullandı. -Cumhuriyet, “Kayıp pilot ölü bulundu” haberinde bulaşıcı özelliğini dikkate almadan intihar yönetimini de ayrıntılı olarak anlattı. -Ankara Valiliği’nin açıklamasını, Türkiye gazetesi “Kadın dediler erkek çıktı”, Yeni Akit de “Ekrem’in sutyenli destekçisi erkek çıktı” başlığıyla yayımlayarak ayrımcılık yaptı ve polisin orantısız şiddetini haklı gösterdi. -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Paskalya mesajı yayımladığını görmezden gelen Yeni Akit, CHP’nin Paskalya mesajları için “Haçlıya dost Müslümana düşmanlar” yazarak yeni bir çifte standart örneği sergiledi. -Yeni Şafak yazarı Ali Saydam, “İnsan kafatasından kadeh yapan ey Batı” yazısında, olayın Oxford Üniversitesi’nde geçtiğini belirtmek yerine “İngiltere’deki bir üniversite” dedi. -Ticaret Bakanı Ömer Bolat görüşmelerde bulunmak üzere Japonya’ya giderken, aralarında Hürriyet, Milliyet ve Türkiye muhabirleri de olan bir grup gazeteciyi beraberinde götürdü. |
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı. TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi. 19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |
Son karikatür karesindeki gibi bir ülkedeyiz, bu gidişle içeriye girmeyen “muhalif” bırakmayacaklar. Fikir ve ifade özgürlüğü alanı her geçen gün biraz daha daralıyor...
Siyasi manevraları bilemem ama böyle “manşet” yayımlamak ve sonra da başını kuma gömüp yokmuş gibi yapmak okurlarıyla güven ilişkisini zedeler
Gazetecilere özgü olması gereken “basın kartı” taşımaları ise çözülmesi -ve İletişim Başkanlığı’nın da yanıtlaması- gereken bir problem...
© Tüm hakları saklıdır.