21 Aralık 2020

"Kanlı Kıbrıs"

Barış Pirhasan'ın dediği gibi "Tarih kötüdür." Tarihin, Walter Benjamin'in betimlediği gibi bir felâket fırtınasına dönüşmesini önlemek için geçmişi iyi öğrenmek, unutmamak, geçmişten ders almak gerekir. Ne yazık ki, çok trajiktir ki, "hafıza – ı beşer nisyan ile maluldür"

20 Aralık – 25 Aralık 1963. Kıbrıs ile ilgilenen tarihçiler bu dönemi "Kanlı Noel" olarak anar. İnsani açıdan da, siyasal açıdan da unutulmaması gereken bir haftadır. O tarihlerde ne olduğunu bilmeyenler Kıbrıs sorununu anlamakta güçlük çekerler. Kıbrıslı Rumlar o tarihlerde Kıbrıslı Türklere karşı toptan saldırıya geçmişlerdir. Amaçları Kıbrıslı Türkleri adadan temizlemektir. Tam bir etnik temizlik girişimidir bu. BM Soykırım Sözleşmesi'nde soykırımın tanımı için sayılan ölçütlerin hepsi bu girişimin özündedir. Yunan ordusundan subayların, erlerin de adaya gelerek soydaşlarına destek oldukları anlaşılmaktadır.

Türkiye Türkleri gibi Kıbrıs Türkleri de başlarına gelen felaketlerin kaydını tutmakta, edebiyata yansıtmakta, kollektif belleğe taşımakta mahir sayılmaz. Kanlı Noel de öylece nisyan kuyusuna atılmış durmaktadır. Elimizde o günleri anlatan yazın yapıtın az olduğu anlaşılmaktadır. Bunların arasında Özker Yaşın'in Kanlı Kıbrıs başlıklı şiir kitabı (Varlık, Ocak 1964) özellikle önemlidir. Şiirler çatışmalar sürerken yazılmış, kitabın basımı da hemen izleyen ay içinde yapılmıştır. Kitabın başka baskıları var mıdır? Araştırmadım. Umarım vardır.

Yaşı uygun olanlar o toplu kıyım günlerinden, banyo içinde öldürülen biri bebek iki çocuk ile annelerinin fotograflarını anımsayacaktır. Yaşın şiire yansıtmıştır bu kıyayı: "Bir kapı tekmeyle açıldı / (...) / Gözü kanlı hayvana üç av / Bir genç kadın sinmiş banyonun içine / / Yavrunun biri dokuz aylık / Diğer iki yaşında / Ölüm saçıyor makineli / İki çocuk ve genç anne / Uyuyorlar kucak kucağa / Ve artık hiç uyanmayacaklar..." Şiirlerde dile getirilen olaylar gerçektir. Şiirlerin olaylar ilerledikçe yazımının ilerlemesini izleyen Hüseyin Ruso şehit düşmüş, kitabın tamamını okuyamamış, Yaşın dizelere onun şanlı anısını da katmıştır.

Yaşın'in şiirleri etkileyicidir. Gerçeğin içinden gelme vurucu sözler, tınılarla yazılmıştır. Epik bir yönleri vardır. 

Ancak, Yaşın'in şiirlerini okuyunca dehşet kapılıyor insan: Rumların Türklere bu zulmü, vahşeti neden? Durup dururken böyle geniş çaplı bir kıyıma kalkışanlara nasıl güvenir insan?

Adanın sorunlarını gerçekten çözmek isteyen Kıbrıslılar, Türk olsun, Rum olsun, o günleri de hiç unutmamalı, gereken dersleri çıkarmalıdır.

O günler aynı zamanda ortaklığın fiilen sona ermesine, bugünkü Kıbrıs sorunun doğmasına yol açmıştır. Kıbrıs sorunu 1974'te değil, 1963 Aralık'ında kanlı Noel olaylarıyla başlamıştır. Bu olayların hemen ardından hâlâ sonuçsuz şekilde süren çözüm çabaları da başlatılmıştır.

İlk çözüm çabası olarak 1964 Martında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 186 sayılı kararın kabul edilmesiyle sonuçlanan süreci gösterenler vardır. Bu kararın öyküsünü anlatan küçük ama güzel bir kitap biliyorum: Michael Moran'ın yazdığı Resolution 186 / Its Genesis ve Significance (186 sayılı karar / Ortaya Çıkışı ve Anlamı), KKTC'de 1999 yılında basılmış. Kıbrıs konusuna kim ilgi duyuyorsa bu kitabı da okumalıdır. Kitabın güzel bir baskısını da yapılmadıysa yeniden yapmak gereklidir.

New York'taki BM görüşmelerine Kıbrıs Türk tarafı mağdur taraf olarak gider. Rahmetli Denktaş 23 Şubat günü çok önemli bir konuşma yapar, Rumlara karşı soykırım sözcüğünü de kullanır. Denktaş'ın söylediklerine insani ve hukuki açılardan yanıt kimse veremez. Vicdanlı bir insan açısından bakıldığında BMGK'nin Kıbrıs Türk tarafının mağduriyeti giderecek bir karar alması gerekir. Ancak insanlık ve hukuk böyle sorunlarda akla ilk gelmeyen kavramlardır. Hele büyük devletleri ilgilendiren Kıbrıs ile çıkarları, stratejik hesaplarıdır. Rumlarla Yunanlılar harıl harıl çalışır, BM Genel Sekreterini, Güvenlik Konseyinin üyelerini kafaya alırlar. ABD ile İngiltere tarafsız görünmeye çalışırlar, ama kritik noktalarda Rumlara çaktırmadan omuz verirler. Sonunda ortaya çıkan kararda Kıbrıs hükümeti adada hukuk ve düzeni yeniden kurmaya (to restore law and order) çağrılır. O anda Kıbrıs hükümeti tümüyle Rumların eline geçmiştir. Bu yapıda bir hükümeti meşru saymamak gerekir, ama sayılır. Moran diyor ki: "BMGK'nın 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararıyla uluslararası toplum Kıbrıs Hükümetini 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu ortaklarından sadece birinin ellerine teslim etmeyi seçmiştir." Rumlar çok mutludur. İngiltere görünüşü kurtarmak için sonradan unutacağı bir çekinceyle yetinir. Türkiye'nin çabaları karşısında örülen duvarı aşmaya yetmez. Moran'ın Dentaş ile bir konuşmasından aktardığına göre, "Kıbrıs Hükümeti" deyiminin önüne "meşru" ya da "anayasal" nitelemesinin konulmasında ısrar eden Denktaş "Güvenlik Konseyi odasından göz yaşları içinde çıkar." BMGK'nin 186 sayılı kararı Kıbrıs sorununa çözüm yolunu açmak yerine ateşe benzin dökmek olmuştur.

Türkiye 16 Mart 1964 günü Rum yurttaşlarımızın* önemli bir bölümünü sınırdışı etmek kararını alır. Yanlış olmuştur. Türkiye hırsını kendi Rum yurttaşlarından çıkarmak yerine o BMGK kararının doğru dürüst çıkmasını sağlamalıydı.

Ben çocukken Kadıköy'de Rum yurttaşlarımız kutsal günlerinde sokaklarda yürüyüş yaparlardı. Kimse rahatsız olmazdı. On yıllar sonra, 1964 olayları bağlamında Yunanistan'a göçmek zorunda bırakılmış Kadıköylü Rumlarla ilgili bir televizyon programı izledim. Hüzünlendim.

Önemli şairlerimizden Barış Pirhasan'ın dediği gibi "Tarih kötüdür." Tarihin, Walter Benjamin'in betimlediği gibi bir felâket fırtınasına dönüşmesini önlemek için geçmişi iyi öğrenmek, unutmamak, geçmişten ders almak gerekir. Ne yazık ki, çok trajiktir ki, "hafıza – ı beşer nisyan ile maluldür".


* Dediklerine göre, sınırdışı edilenlerin çoğu Yunan vatandaşıymış. Onun için sınırdış edilmişler. Ne  kadar insani bir gerekçe(!) Kim yurttaştı ,değildi, tartışmalı., ama hepsi Kadıköylüydü, hemşehrimizdi. 

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!

Okuyan kadın

Kadını kitaptan ayıramazsın, yoksa elma boğazına takılır