12 Nisan 2021

1871 Paris Komünü'nde üç Türk

Üç Türk aydını Paris Komünü'nde açılan evrensel cumhuriyet bayrağının altında yer almıştır. Bunun önemini anlayabilmek gerekir

Türkiye'nin gündemi o kadar dolu ve hızla değişiyor ki insan ne konuda yazacağını şaşırıyor. Yurt dışında da yazılması gereken çok şey oluyor, onlara sıra gelmiyor. Bu bağlamda atladığımız olaylardan biri 1871 Paris Komünü'nün 150'nci yıldönümünde anılması oldu. Komün 18 Mart'ta başlamıştır, ama seçimlerin yapıldığı 26 Mart yıldönümü günü olarak belirlenmiştir. Dünya sol tarihinin en önemli olaylarından biridir Paris Komünü. Gerçi birkaç sol yayın organımız anımsadı bu büyük olayı, ama daha geniş ilgi hak ederdi. Sadece önemi değil, üç Türk aydının da katılmış olmaları bu olayla ilgilenmemizi gerekli kılıyor.

Rahmetli Serol Teber'in bence her 26 Mart günü anmamız gereken üç Türk aydını üzerine güzel bir kitabı vardır: Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler / Paris Komününde Üç Yurtsever Türk (1986, De Yayınevi). Diğer kitaplarında olduğu gibi bunda da özenli bir araştırma yapmış Serol Teber. Üç aydınımızın öyküsünü bir tarihsel çerçeveye yerleştirmiş. Osmanlı / Türk aydınlarının doğu despotizmine karşı demokrasi mücadelesidir Teber'in seçtiği çerçeve. "Tanzimat fermanını izleyen birkaç on yıllık kuluçka döneminden sonra Osmanlı devleti içinde az sayıda da olsa kimi yurtseverlerde o zamanlara değin bir doğu despotizm biçimlenmesi için tümüyle yeni, ileri ve demokratik düşünceler ve hatta etkinlikler şekillenmeye başlamıştır... // Bugün, hiç kuşkusuz, ilk devrimci demokrat Türk düşünür – yazarı olarak Şinasi'yi selamlamak olasıdır..." diyor Teber. Katılıyorum. Şinasi'nin "Milletim nev – i beşerdir, vatanım ruy –i zemin" dediğini de anımsatıyor Teber. Şinasi'nin Paris'e giderek 1848 ayaklanmalarına katıldığına ilişkin savlar okumuşuzdur. Doğru değildir, Şinasi Paris'e bir yıl sonra gitmiştir, ama Şinasi 1848'in evrensel ruhunu yakalayabilecek çapta bir aydınımız, belki de ilk gerçek aydınımızdı. Bu bakımdan Şinasi ile 1848'in bir araya getirilmesi yakışıklı bir kurmacadır.

Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler Şinasi'nin açtığı yoldan gelenlerdendir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin çekirdek kadrosunu oluşturan aydınlardır. Teber'e göre, Yeni Osmanlıların "en devrimci kişiliği" Mehmet'dir. Arkadaşlarıyla birlikte dönemin Sadrazamı Âli Paşa'ya muhalafet üzerine kurmuşlardır siyasal stratejilerini. İktidar da peşine düşmüştür onların. Kolay mı içeriye atılmayı göze almak? Yurt dışına kaçmak gereklidir bu gibi durumlarda. Paris'tir gittikleri yer. Reşat ile Nuri Beyler 1872'ye kadar, Mehmet Bey ise daha uzunca 19'uncu yüzyılın başkentinde kalacaklardır. Şinasi ile görüştükleri Teber'in yazdıklarından anlaşılmaktadır. Kim bilir neler konuştular? Namık Kemal'in de üç aydınımızla ve Reşat Bey üzerinden Şinasi ile temas kurduğunu da gene Teber anlatır. Üç kafadarın 1870 Mayıs ayında Cenevre'de İnkilâb gazetesini çıkarmaları doğu despotizminin muhalefet tarihi bakımından çok önemlidir. 2019 yılında Masis Kürkçügil'in İmdat Freni'nde yazacaktır: Fransızca başlık La Révolution, alt başlık Organe de la Démocratie Muslumane) (Müslüman Demokrasi yayın organı). (5. ve son sayısı 18.7.1870, yani Fransa-Prusya savaşının başlamasından üç gün sonra.) Gazetenin, Sadrazam karşıtlığının ötesine geçerek, padişahı hedef aldığı anlatılmaktadır. "Islah ve terakkimizi bir şahsın yed – i kifayetine bıraktık" diyen üç aydın ulusa inkilâb, yani kalıp değiştirme seslenişi yapar. "Bir hükümetin mahvı zamanı gelince, Cenâb – ı Hak evvelâ reisinin aklını alır." Eh! Akıl gittiğine göre, değişim zamanı gelmiştir üç kafadara göre. Ve birileri bön bön bakar. 

Dolayısıyla vakti gelmediği için dönmez Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler vatana. Paris, Prusya saldırısına uğrayacak, ardından komün destanı yaşanacaktır. Reşat Bey, Ulusal Muhafızların Komutanı General Troucheau'ya yazdığı 4 İlkteşrin 1870 tarihli mektubunda Prusyalılara karşı gönüllü olarak Fransız ordusunda savaşmak isteğini dile getirecektir. Ebuziyya Tevfik'e bakılırsa bizimkiler alınmışlar Fransız ordusu saflarına, ancak işler başka türlü gelişmiş. Bu kez Paris halkı işgalcilere ve onlarla işbirliği yapan Fransız yönetimine karşı ayaklanmışlar. Bizimkiler de Paris halkının yanında, barikatlarda. Gene Ebuziyya Tevfik'e verelim sözü, özetle: "Birbirlerinden ayrılmayan bu üç arkadaşa, Fransızlar tarafından Üç Türkler adı takılmış ve her nereye bir şarapnel, bir obüs düşüp de birçok askeri yaralasa, bu üç arkadaş derhal orada hazır bulunarak yaralılarla meşgul olup onların hasta barakalarına taşınmasına yardım etmişlerdir. Bunlar Fransız askeri kıyafetiyle beraber, milli serpuşumuz ve gerçek deyimi ile 'püsküllü belamız' olan fesi başlarında bulundurdukları için Üç Türkler deyimi, adeta istihkamların bir yerinde 'şefkat' deyimine eşit tutulmuştur."

Sovyet tarihçi Petrosyan da doğruluyor bu bilgiyi: "Mehmet Bey, Reşat ve Nuri, Fransız ordusuna girdiler, ve savaşlara katıldılar. Paris'in, Paris Komünü'nün kuşatması sırasında... Her üçü de bilgilere göre şehirde kaldılar ve şehrin savunmasına komünacılara katılarak aktif olarak çalıştılar." Teber'den izleyelim: "Petrosyan, savlarına kaynak olarak, Schweiger – Lerchenfeld. A.'nın Serail und Hohe Pforte adlı yapıtı göstermektedir. Ülkemizde ilk kez gündeme getirileceğini, alıntı yapılacağını sandığımız ve 1879 yılında yayınlanmış bu çalışmada "Schweiger – Lerchenfeld, A." ayrıca kaynak göstermeden bu konuya değinmiş; özellikle Mehmet Bey'in onurlu kişiliğinin altını çizmiş, Nuri Bey'in devrimciliğinin yanı sıra Mekke'ye gidip 'hacı' olmasını ucuzuna bir alay - ironi ile vurguladıktan sonra 'Fransız – Alman savaşı başladığı zaman Nuri, Mehmet ile birlikte Paris'te bulundular. Ardından komün başladığında da, kentte kaldılar ve kömünün korkunç çatışmalarına katıldılar... // Bir Türk komüncü ... (altı yazarı tarafından çizilmiş) Bu, jön Türklerin doktrinlerinde yeni bir aşamadır...' diye yazmıştır."

2019 yılında , İmdat Freni'nde çıkan Komün ile ilgili yukarıda değindiğimiz yazısında Masis Kürkçügil söz eder bu kitaptan. Ancak, değişik bir yorum getirecektir: "Üçlünün Paris'teki kanlı bastırmadan ve yargılamalardan sonra altı ay daha Paris'te kalmış olup da herhangi bir soruşturma kovuşturmaya uğramamış olmaları onların "korkunç çatışmalar"a katılmaktan ziyade, yaralılara yardım etmekle yetindikleri izlenimini uyandırmakta. İkamet ettikleri mahallenin de (Boulevard Saint Michèle'de bir evin üçüncü katı) göğüs göğüse çatışmaların yapıldığı infazların gerçekleştirdiği çatışma bölgelerinin oldukça uzağında bulunduğu eklenmeli. Daha sonra İbret gazetesinde yazılanlar da bu izlenimi güçlendirmektedir."

Paris Komünü sırasında Ménilmontant semtinde barikat, 18 Mart 1871.

1871 Eylül'ünde Âli Paşa öldükten sonra 1872'de Reşat ve Nuri beyler yurda dönerler. Kürkçügil'in dediği gibi, İbret gazetesinde Komün ile ilgili yazılar yayımlarlar. Teber'in anlattığına göre, o dönemde Mehmet, Reşat, Nuri gibi aydınlar Komün'ü desteklerken, Sadrazam Âli Paşa 25 Temmuz 1871 günü çıkardığı bir Emirname – i Sâmi ile komüncülere "şiddetle çatmıştır". Sadrazam Efendi "bu uğursuz fikirler hudutlarımızdan içeri girmemelidir." der. Emirname –i Sâmi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde devletin sola karşı her fırsatta göstereceği tepkilerin habercisi, hiç değişmeyen özüdür. Mehmet, Reşat ve Nuri Komün'deki çarpışmalara ne ölçüde katılmışlardır? Bilemeyiz, ama bir Louise Michel olmalarını da bekleyemeyiz. Emirname – i Sami'yi okuyunca bu üç aydınımızın hem kendi ülkelerinde hem de Paris'te doğru safı seçmiş olduklarını anlıyoruz. Önemli olan da budur. Üç aydınımızın Paris Komünü'ne katılmasını küçümsemeye kalkışmak doğru değildir. Üç Türk aydını Paris Komünü'nde açılan evrensel cumhuriyet bayrağının altında yer almıştır. Bunun önemini anlayabilmek gerekir.

Serol Teber, Reşat Bey'in İbret'te çıkan yazısını aktarmış kendi kitabına. Reşat Bey özdeşlenmese de övüyor Komün'ü. Bir sosyalist ya da siyaset bilimci gözüyle bakamıyor elbette ama Kömün'ün hakça düzen kurulması için yapılan büyük bir girişim olduğunun ayrımında görünüyor. Bize özgü yaklaşımları da var. Örneğin şöyle diyor: "Bunlar iki ay kadar Paris'te hükümet ettiler. İştirâk – ı emvâl kaide – i fâsidesini (mal ortaklığı bozuk kuralını) icra eylemek şöyle dursun parasını peşin vermeden kimseden bir habba (küçük bir şey) aldılar mı? Ve Fransa Bankasında milyonlarca akçe mevcut ve idaresi kendi ellerinde iken bir akçesine dokundular mı?" Demek ki, o günlerde de, yöneticilerin para yememesi, devlet parasına dokunmaması, örneğin merkez bankasının parasını harcamaması büyük erdem sayılırmış bize göre. Oysa yöneticinin para yememesi erdem değil olağandır. Gel gör ki, burası Türkiye! Zamanla "Para yesinler ama iş yapsınlar" anlayışı gelişti ülkemizde. Halkımızın gerçekçiliğine gülelim mi, ağlayalım mı?

Belli ki, Paris Komünü İstanbul'da tartışma konusu olmuş. Bir yanda devlet yanlısı aslan parçaları, öbür yanda kömüncü munafıklar. Namık Kemal Reşat Bey'i savunan güçlü bir yazı çıkarmış. Reşat Bey'in "Versaylıların silah - ı zulmiyle dökülen kanlar sokaklarda iken Paris'te" olduğunu, nesnel gözlemler yaptığını anlatır Namık Kemal. Ardından Nuri Bey çıkmış sahneye. İbret gazetesinde Komünü de aşarak, enternasyonalı savunmuş, Avrupa'nın her yanında "amele sınıfının yürekler dayanmayacak bir halde" olduğunu anlatarak.

Sonra? Ya sonra? Reşat Bey, II. Abdülhamit döneminde paşalığa yükselerek Kudüs Mutasarrıflığı'na atandı. Nuri Bey ise saray katipliği ve reji (tütün tekeli) müdürlüğü yaptı. Yani hayat onları adam etmiş, ama ancak bir ölçüde. Şöyle anlatılıyor başka bir çalışmada: "Reşad ve Nuri Bey bir süre daha İbret gazetesinde yazmayı sürdürdüler ama onların sert muhalefeti, sonunda yine sultanın gazabına uğradı ve Namık Kemal ile birlikte Akka'ya sürüldüler, orada yoksulluk en büyük sorunları oldu. Sürgünden döndüklerinde kontrol altında tutmak için, biraz da sus payı olarak devlet katında makamlara getirildiler. Nuri Bey önce ölenleri oldu. Reşad Bey ise getirildiği makamlarda dürüstlüğü ile çok düşman edindi, sonunda II. Abdülhamit tarafından görevden alındı, bir süre sonra da hayata gözlerini yumdu."

Ülkeye en son dönen Mehmet Bey ise1874 yılında, genç yaşta gırtlak kanserinden vefat etti. Teber'in anlattıklarına bakılırsa, Mehmet Bey'in adam (!) olması zordu. Devlet görevlerini reddetmiş. İdama yargılıyken korkmadan ülkeye girip çıkmış. İnkilâb gazetesinin padişah karşıtı fikirleri de onun. Belli ki, Şinasi'nin en güçlü devamı Mehmet Emin Bey olacakmış. Şinasi gibi onun da erkenden gidişi geleceğe açılan bir yolun kapanmasa bile daralması olmuş.

Geçmişimize bakınca geleceğimizi elimizden kaçırdığımız o kadar çok an görüyoruz ki! Emirname –i Sâmi miymiş tarihin bize biçtiği yazgı?

Kendimi bildiğimden beri bu ülkede geleceğin parmaklarımızın arasından kum gibi akıp gittiğini düşündüğüm çok olmuştur. Gene öyle bir dönemdeyim. 26 Mart 1871'i ve Mehmet, Reşat, Nuri beyleri anarken içim acıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!

Okuyan kadın

Kadını kitaptan ayıramazsın, yoksa elma boğazına takılır