07 Temmuz 2020

Uğur Yücel: Şimdiki politikacılar mizaha pas atmıyor

Ben İnönü’den bugüne bütün siyasetçileri hicvettim. Oysa o siyasetçilerin hiçbiriyle aynı politik çizgide olmadığım gibi hiç tasvip etmediğim insanlardı. Yani hiç empati yoktu. Tam tersi karşıydım fikirlerine siyasetlerine. Ancak incitmedim. Hakaret etmedim

Uğur Yücel, geçtiğimiz sezon güncellediği stand-up gösterisi "Azınlıkta Kaldık" ile yıllar sonra tekrar sahnelere döndü. Fellini’nin Rimini’si dediği, zengin anlatısına kaynaklık eden kozmopolit köyü Kuzguncuk’u, yaptıkları siyaseti tasvip edip etmemeyi bir kenara bırakarak bugünün siyasi ikliminde mümkün olmayan bir hicivle Turgut Özal’lı ve Süleyman Demirel’li sanatçı-siyasetçi diyaloğunu, birlikte konservatuvar sınavına gittiği ama önce rakıyı nasıl içileceğini öğrendiği babasını, aynı sahneyi paylaştığı, cesaretiyle kendisine hayran bırakan Bergen’i anlatıyor gösteri boyunca… Bir varmış bir yokmuş bir Türkiye portresini sığdırdığı gösteri, salgın ile birlikte diğer bütün kültür sanat faaliyetleri gibi yarıda kaldı.

Uğur Yücel ile Azınlıkta Kaldık’ı, salgının tiyatroları nasıl etkilediğini ve ülkenin kültür sanat politikasını konuştuk.

- Salgından önce Türkiye tiyatrosu bütün sorunlara ve zorluklara rağmen bağımsız tiyatroların gayreti ve öncülüğü ile gayet canlı ve üretken bir dönemden geçiyordu. İrili ufaklı birçok tiyatro sahnesinin açıldığı, farklı biçimlerde oyunların sahnelendiği, yeni genç yazarların ortaya çıktığı dinamik bir tiyatro ortamı vardı. Bu çoğalma genç veya deneyimli tiyatroculara ilham veriyordu. Siz de uzun bir aradan sonra yıllar önce sahnelediğiniz "Azınlıkta Kaldık" ile yeniden tiyatro sahnesine döndünüz. Gösterinizi tekrar sahnelemenizde tiyatro sahnelerindeki bu atmosferin etkisi oldu mu?

Uğur Yücel: Birkaç oyun - gösteri izledim. Seyirci çok farklıydı. Tutkulu bir elli bin kişi var. Tiyatroları dolduruyorlardı. Tepkileri imrendiriciydi. Çok coşkulu bir kalabalık. Tekrar sahneye neden çıkmadığım sıkça soruluyordu. Oğlum bile beni en son sahnede gördüğünde 9 yaşındaydı. Şimdi 35. Yani genç nesil beni sahnede görmedi. Bir de aklına sözüne güvendiğim sanatçı dostlar teşvik ettiler.

- Uzun bir aradan sonra hem bu hikâyeye dönmek hem de sahneye, ne hissettirdi size? Ne de olsa yılların da getirdiği bir değişimle daha farklı sosyal, siyasal, psikolojik bir toplum yapısı ve dinamiği var. Bu farklılıkları yakalayıp yakalayamayacağınız gibi bir endişeniz oldu mu hiç?

Unuttuğum bir hisle yeniden karşılaştım. Endişe ettim başlarda. Çünkü iyi bir dönüş yapamadım. Kendimi yetersiz ve manasız buldum sahnede. Sonra sonra tempomu yakalamaya başladım. Çünkü bu tür bir gösterinin provası olmuyor. Sahnede pişiyor. Bir gün sahneden inerken artık geri dönüyorum dedim. Son gösteriler iyiydi. Ama sadece iyiydi. "Çok iyi"yi yakalamak kolay olmuyor. Mükemmel imkansız zaten. Bende performans anksiyetesi diye bir illet de var. Kolay olmuyor sahneye girmem.

- Geçmiş dönemlerde gösterilerinizde birçok siyasetçinin taklidini yaptınız. "Azınlıkta Kaldık"ta, gösterinin bir yerinde şunları anlatıyorsunuz: Yıllar önce yaptığınız gösterilerden birinde Turgut Özal’ın sizi tebrik ettiğini fakat bir taraftan da Süleyman Demirel’e torpil geçtiğinizi mizahi bir dille eleştirdiğini, Demirel ve Ecevit ile ilgili de espirili politik göndermelerde bulunduğunu dile getiriyorsunuz. Yine Süleyman Demirel’i taklit etmenize ve röportajlarınızda kendisinin yaptığı siyaseti eleştirmenize rağmen sizi arayarak tebrik ettiğinden bahsediyorsunuz. Veya Demirel’in Altan Erbulak’ı Milliyet’te çizdiği karikatürlere istinaden arayarak, " Küs müyüz? Bu hafta beni çizmedin" demesi… Geçmişte tanık olduğunuz siyasetçiler arasındaki böyle bir dilin varlığından veya sanatçıların siyasal hiciv veya siyasetçi taklidi yapabildiğinden bahsetmeniz oldukça nostaljikti! Şimdilerde bunu tolere edecek bir ortam var mı sizce?

Yok şimdilerde kimse şakayı kaldıramıyor. Ama kimse... Söyleşide bir laf ediyorsun. Herkes alınıyor. Çok büyük bir korku var laf ya da şaka işitmekten. Sadece övgü duymak istiyorlar.

Ben İnö’den bugüne bütün siyasetçileri hicvettim. Oysa o siyasetçilerin hiçbiriyle aynı politik çizgide olmadığım gibi hiç tasvip etmediğim insanlardı. Yani hiç empati yoktu. Tam tersi karşıydım fikirlerine siyasetlerine. Ancak incitmedim. Hakaret etmedim. 

- Birçok sanatçı otosansür uyguladığını kabul ederek üretimlerine devam ediyor. Bu durum kendinizi kısıtlanmış hissettirmiyor mu bir sanatçı olarak?

Otosansür uygulanıyor evet. Sansür de malum. Ama toplumunuzun ahlakını sansür kurumlarıyla yönlendiremezsiniz. Doğrusu kısıtlanmanın da ötesinde şaşkınlık yaşıyorsunuz. Elindeki su bardağı mozaikleniyor. Hamam sahnesinde Adile Naşit mozaikleniyor. El insaf yahu!

- Yaptıkları siyaseti tasvip edip etmemeyi bir kenara bırakırsak bugünün siyasi ikliminde alınmayacağını bilseniz (Binali Yıldırım dışında) sahneye taşıyabileceğiniz siyasi figürler kimler olurdu?

Binali Yıldırım şakası doğaçlama sahnede aklıma geldi. Yazılmış bir şey değildi. Politikacıyı dilime dolamak gibi bir niyetim hiç yoktu aslında. Bir kere yaptım. Çok güldü seyirci. Sonra sürdürdüm.

Şimdiki politikacılar mizaha pas atmıyor. Demirel son derece absürddü mesela. Sinir bozucu bir mizahı vardı. "Ege yonan gölü değildir, Türk gölü de değildir. Binaenaleyh Ege göl değildir" diye demeç veriyordu. Millet de doğrudur diyordu. Memleketimizde enflasyon var mıdır, yok mudur diye sorarsanız, "Garnınızdan gonuşmuş olursunuz. Binaenaleyh. Enflasyon diye bir şey yoktur." Bu anlamsızlık karşısında adam ne dedi diye sorabilirsiniz ama kahvedeki adam doğru söylüyor der. Binaenaleyh halk için eşittir yok manasındaydı. Özal "Benim küçük Turgut’u alsınlar" diyerek amiyane bir dilin kapısını açıyordu. Her neyse bir sürü politikacıdan espriye yol açacak pas alıyorduk.

- Azınlıkta Kaldık, salgından önce kapalı gişe oynuyordu. Önümüzdeki sezon gösterinin tekrar sahnelenmesiyle ilgili öngördüğünüz bir tarih var mı?

Hayır yok. Bu sene pek olacağını da sanmıyorum. Filmlerde dizilerde oynayacağız yine.

- Covid-19 salgını tıpkı diğer alanları olduğu gibi kültür sanat alanlarını da oldukça etkiledi. Salgından önce zorlukla ayakta durmaya çalışan tiyatrolar kapanma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Birçok tiyatro emekçisi işsiz kaldı. Kültür Bakanlığı ile sektörün meslek örgütleri; Tiyatro Kooperatifi, Oyuncular Sendikası gibi, toplantılar yaptılar. Yapılan görüşmeler sonrasında talepleri karşılanmayan tiyatrolar "Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi"ni kurdular. Kampanyalar başlattılar. Siz bu süreci, tiyatrocuların gayretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tiyatrocuların ayakta kalma çabasının yanındayım. Sanatın tüm kurumlarının yanındayım. Son yıllarda genç oyuncular genç tiyatrolar çok heyecan verici. Dilerim en kısa zamanda sahnelerine kavuşurlar.

- Aslında Tiyatro Kooperatifi, pandemi öncesi devletin ilgili kurumlarıyla görüşüp geçmişten beri tiyatronun var olan kökleşmiş temel sorunlarına çözüm bulmak için görüşme halindeydiler. Hepimizin bildiği gibi ülkemizde kültür sanata bakış açısı eskiden beri sorunlu. Kamusal bir hizmet değil de bir lüks olarak düşünülüyor kültür sanat. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Devletin ilgisiz kurumları demek daha doğru. Lüks olarak bakılmaktan çok öteden beri sanat devlete muhalif bir kurum olarak görüldü.

Sistemler halkın aydınlanmasını ışıklanmasını istemez. Sanat zihin açar, bilgilendirir, soru sordurur. Hesap sorar, yerer, hicveder, yön gösterir, yol çizer. Böylelikle sorunludur yani.

- Peki yakın zamanda yeni bir sinema, tiyatro veya dizi projeniz var mı?

Bir tiyatro oyunu var. Hazırlıkta. İki senaryo var. Çekilecek. Ama ne zaman bilemiyorum. Hele bir şu virüs sürecini atlatalım. Çok zor olacak ama atlatmak. Ben 4 aydır İstanbul dışındayım. İstanbul’dan kiminle konuşsam herkes bir tuhaf. Umurunda değil kimsenin. Çok şaşkınım. Ülke iyice Trump’laştı.

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul’da oryantasyon sorunu yaşayan adaylara, Kalabalık Duası’nın meddahından kılavuzluk hizmeti

Muzip bir oyun, muzip bir metin ve muzip bir Güray Dinçol rejisiyle karşımızda: Kalabalık Duası!

On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus

Oyunda, çağdaş insan birey olamadan, yakıştırılan aidiyetlere oynayarak, kabullerini ve önyargılarını değiştirmeden, dolayısıyla reflekslerini değiştirmeden, bütün sayıklamalarının ardından 10. Adımda unutmayı seçer!

Sınırın ötesinden, ama bir o kadar bizden bir hikâye: Leyla'nın Kardeşleri

Leyla’nın Kardeşleri, sinemasal olarak bir kez izlemenin yeterli olmayacağı destansı bir ustalık filmi