10 Kasım 2019

Tek elli bir atıcı: Jim Abbott

O, bu oyunu herkesten farklı oynamak zorundaydı. Ancak bu herkesten daha iyi oynayamayacağı anlamına gelmiyordu

Genç adam, sol elindeki beyzbol topuyla atıcı tümseğine doğru yöneliyor. İlk defa geldiği bu ülkede seyirciler onun bilmediği bir dil konuşuyor. O, sahaya çıkınca kalabalıkta hafif bir hareketlilik yaşanıyor. İnsanlar birbirini dürtüp sahayı gösteriyorlar. Çünkü alışılmadık bir durum söz konusu. Şaşkınlık yerini meraka bırakıyor. Tamam, topu atacak ama nasıl tutacak? Çünkü bu atıcının sağ eli yok…

Oyun başlıyor… Atıcı topları bir mermi gibi fırlatıyor. Kalabalığın merakı giderilince o duygunun yerini bu kez hayranlık almaya başlıyor. Daha sonra vuruculardan birinin topu atıcının üzerine doğru geliyor. Peki şimdi ne yapacak? Top hızla ona doğru gelirken atıcı önce eldivenini sol eline geçiriyor, ardından topu yakalıyor ve sol elini eldivenden çıkarıp topu alıyor. Birinci kaleye topu gönderip rakip oyuncuyu oyun dışı bırakıyor. Dışarıda! Seyirciler, atıcıyı çılgınlar gibi alkışlıyor. Tüm bunlar bir an içinde oluyor. Hem de politik anlamda iki düşman ülke arasında oynanan bir beyzbol maçında…

1987 yılında bir maç yapmak için Küba'ya giden ABD beyzbol takımının tek elli atıcısı Jimmy Abbott o günü şöyle hatırlıyor:

"Hayatımda hiçbir zaman kendimi o günkü kadar bir yıldız gibi hissetmedim."

Varsa yoksa beyzbol

Jim Abbott, küçük yaşlardan itibaren spora ilgi duyuyordu. Babası, zamanında yerel çapta pek ünlü olan bir Amerikan futbolu yıldızıydı. Genler boş durmuyordu. Jim de şansını Amerikan futbolunda denemişti. Gönlünde ise sadece beyzbol vardı.

Michigan eyaletine bağlı olan Flint şehrinde lise yıllarında yavaş yavaş ismi duyulmaya başlanan Jim; okulun Amerikan futbolu takımında oyun kurucu, beyzbol takımında ise atıcı olarak yer alıyordu. Mezun olduktan sonra ise yolu Michigan Üniversitesi'ne düşecekti. Fazla değil sadece iki yıl sonra ise kariyerinin en önemli kırılma anını yaşayacaktı.

1987 Pan-Amerikan Oyunları, Indianapolis'te düzenleniyordu. Kolej oyuncularının boy gösterdiği ABD beyzbol takımının açıklanan kadrosunda ise tek elli bir atıcının ismi dikkat çekiyordu. Yetkililer, o dönemde fiziksel durumu sebebiyle dikkat çekmeye başlayan oyuncunun başarılı olabileceğinden emin değillerdi. Ancak en azından "İyi bir reklam olur", diye düşünerek kadroya dahil etmişlerdi. Takım, oyunlarda karşı karşıya geleceği Küba'yla Havana'da bir hazırlık maçı yapacaktı. Politik anlamda son derece gergin olan bu ortamda Jim'i sahaya sürmek, havayı "rahatlatmak" için bir çare olabilirdi.

Jim, sahaya çıktığında ise ortam hiç de gergin görünmüyordu. 50.000 Kübalı seyirci tribünlerde dans ediyor ve şarkılar söylüyorlardı. Jim için tamamen yeni bir şeydi bu, çünkü Amerikan seyircisi hiç böyle değildi. Doğruyu söylemek gerekirse hoşuna bile gitmişti bu. Artık tek yapması gereken en iyi oyununu sergilemekti. Öyle de yaptı… Kendi geliştirdiği teknikler eldivenini hızla elleri arasında değiştiriyor ve güzel atışlar yapıyordu.

Günün sonunda hem Kübalı seyircilerin saygısını hem de maçı kazanacaklardı. Hatta bu karşılaşmanın sonrasında Fidel Castro bizzat Jim Abbott'ın yanına gelerek onu tebrik edecekti. Artık Jim'i herkes tanıyordu.

Herkesten farklı

1988 Seul Olimpiyatları'nda bir altın madalya kazanan ABD takımının da parçası olan Jim, Bir yıl sonra profesyonel beyzbola adım atacaktı. MLB takımlarından California Angels'la sözleşme imzaladı. İlk sezonunda son derece başarılı performanslar sergilerken, sezonun sonunda Amerikan Ligi grubunda yılın çaylağı seçilecekti.

"Bu oyunu herkesin oynadığı gibi oynayamıyordum. Daha atıcı tümseğine çıkmadan önce bile, iyi bir yakalayıcı olmak zorundaydım. Atıcı tümseğindeki plakayı yeni bir başlangıç için ayağımla temizlerim. Kafamı kaldırıp işaretimi alırım. Eldiveni vücudumun ve elimin önünde tutarım. Çünkü topu nasıl kavradığımın görünmesini istemem. Sonra elimi havaya kaldırır, vücudumu geri çeker ve atışımı yaparım."

Jim, bu ritüeli yıllarca tekrar etti ve kariyeri boyunca birçok takımın formasını giydi. Elbette, hiçbir şey göründüğü kadar kolay değildi. Birçok zorluk çekmiş, hayatı boyunca zorbalarla uğraşmış, sıklıkla ayrımcılığa uğramış ve zaman zaman da reklam amacıyla kullanılmıştı. Ancak her zaman en iyisini başarmak için çaba gösterdi. Ta küçüklüğünde, topları duvara fırlatıp yakalayarak yaptığı antrenmanlardan bu yana.

Yine de zaman zaman hiç beklemediği bir yerden yakalanıveriyordu. Beyzbolu bıraktıktan sonra, 5 yaşındaki kızı Elsa'nın okulundaki kariyer gününe katılmıştı. Çocuklar biraz çekingendi ancak yine de tek tük sorular soruluyordu. Sıra, kendi kızı Elsa geldi ve Jim hiç beklemediği bir soruyla karşılaştı:

"Baba, küçük elini seviyor musun?"

Jim, başkalarının yanında böyle bir soruyla karşılaşınca kısa süreli de olsa bir şok geçirdi. Çünkü bu konuda evde dahi, neredeyse hiç konuşmazlardı. Ancak Elsa'nın bunu şimdi soracağı tutmuştu. Ne de olsa çocuktu işte… Jim, ilk şoku atlattıktan sonra sakince cevapladı:

"Evet, tatlım. Küçük elimi seviyorum. Her zaman sevmedim. Ama o bana çok önemli hayat dersi verdi: Hayat her zaman kolay ve adil olmayabilir. Ancak bize verilenden en iyi şeyi ortaya çıkarabilir ve bir şeyleri başarmak için kendi yollarımızı bulabiliriz. İşte o zaman neleri yapabileceğini hayal bile edemezsin."

Jimmy Abbott… Tek elli bir atıcı… O, bu oyunu herkesten farklı oynamak zorundaydı. Ancak bu herkesten daha iyi oynayamayacağı anlamına gelmiyordu. Daha iyi olabilmek için de azimle çalıştı ve kendi yolunu buldu. Başardıkları ise hayallerin bile ötesinde…

Yazarın Diğer Yazıları

Asla vazgeçme: Diana Nyad

Üniversite yurdunun dördüncü katından paraşütle atladı ve bir de 63 yaşındayken Havana'dan Florida'ya kadar yüzdü. O, asla vazgeçmeyenler için bir cesaret simgesi

Esaretten NBA'ye: D.J. Mbenga

Kader, savaş halindeki Afrika topraklarından kaçıp gelen bir genci, dünyanın en büyük basketbol organizasyonunun zirvesine kadar çıkardı

Bir yılbaşı arifesinde, Managua'ya doğru...

Roberto, duruma el koymaya karar verdi. Dördüncü uçakla birlikte o da gidecekti. Yılbaşı arifesinde, Managua'ya…