19 Mayıs 2018

“Ne yapıp edip kazanırlar” algısı nasıl aşılır?

Demokratik muhalefetler nasıl kazanıyor?

MetroPoll Araştırma Şirketi’nin son araştırmasına göre, araştırmaya katılanların yüzde 42,1'i dolardaki artışın nedeni olarak "dış güçlerin Türkiye üzerindeki oyunları"nı göstermiş. Yüzde 24,8’si ise artıştan hükümetin yanlış politikalarını sorumlu bulmuş.

Bu bulgular sürpriz değil ve doğru yorumlanmalı. Muhalefet ve demokrasi isteyenler açısından en vahim hata, “insanlar irrasyonel” ve “bizim insanımız buna inanıyor ne yapsak boş” sonucunu çıkarmak olur.

Demokrasi ve hukuk devleti Batı ülkeleri dahil bütün dünyada tehdit altında. Demokrasilerin aşınması veya yıkılması sadece seçilmiş iktidarları deviren darbelerle olmuyor. Seçimlerin yapılmaya devam ettiği ama anlamını ve içeriğini yitirdiği rejimlerin ortaya çıkmasıyla oluyor. Seçimlerin adil olmayan şartlarda yapıldığı, iktidarın değişmediği ve antidemokratik yöntemlerle yönetmeye devam ettiği rejimler gelişiyor.

Bu ülkelerde değişik oranlarda ama benzer tahribatlar yaşanıyor. Yürütme keyfileşiyor, otoriterleşiyor ve sınır tanımaz oluyor. Yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti zayıflıyor. Devlet partizanlaşıyor. Medya kutuplaşıyor ve iktidarın nüfuzu altına giriyor. İktidar devlet ve medya imkanlarını kullanarak muhalefeti itibarsızlaştırıyor ve bölüyor. Muhalefet seçimlerde adaletsiz koşullarda yarışıyor. Ortak asgari hakikat duygusu yok oluyor.

Değişik oranlarda seçimlere hile de karışabiliyor. Ama daha önemlisi, seçim kampanyaları ve seçmen iradesinin oluşma süreci manipüle ediliyor. Bunlar çoğu kez para gücüyle tutulan uluslararası profesyonel şirketlerin yardımıyla da yapılıyor.

Bu tür rejimlerin önce gelişmesine sonra da yerleşmesine yol açan kritik kanaat ise “muhalefet ne yaparsa yapsın iktidar kazanır” algısı.

“Ne yapıp edip kazanırlar algısı” nasıl yerleşiyor?

Bu algının geliştiği tüm ülkelerde insanlar farklı yollardan “siyaseti terk ediyorlar.” Yani depolitize oluyorlar. Bir kesim yurtdışına taşınıyor veya taşınmayı planlıyor. Dolayısıyla görünmez oluyor.

Ama en önemlisi psikolojik terk ediş. Gerçeklerle, yani ülkedeki sorunlarla iktidarın güçlü ve kalıcı olduğu kanaati arasındaki çelişki bir psikolojik rahatsızlık (bilişsel uyumsuzluk) yaratıyor. * Çünkü mantıken ya sorunlar gerçek değildir ya da iktidar güçlü olamaz. Sorunlar varsa iktidarın sorumlu tutulması ve desteğinin zayıflaması beklenir.

Bu çelişkiyi çözmek için bir kesim, bir psikolojik savunma mekanizması olarak, “siyaset anlamsız” deyip ilgilenmekten vazgeçiyor. Böylece onlar da görünmez oluyor.

Diğer insanlar ise çelişkiyi çözebilecek başka “açıklamalar” aramaya yöneliyor. “İktidar iyi olmasa da muhalefet daha kötü,” “iktidar iyi ama muhalefet yüzünden yönetemiyor,” “irrasyonel çoğunluk her şeye rağmen iktidarı seçer,” “sorunlardan iktidar değil iç ve dış mihraklar sorumlu” açıklamaları, daha doğrusu “mazeretleri” en yaygın rastlanan “açıklamalar”.

Birçok ülkede uzun dönemler kalıcı olmuş olan bu kanaatler, Türkiye’de son dönemde hızla ve özellikle bu seçimle yerleşme sürecinde.

MetroPoll araştırmasının sonuçları bu nedenle sürpriz değil. Bir yandan ekonomik gerçekler var. Son 10 yılda (16 Mayıs 2008’den beri) paramız dolara karşı 4 kata yakın değer kaybetmiş (3,63 kat). 14 Nisan 2017’den beriyse beşte bir oranında değersizleşmiş.** Elbette bu gerçeklerden en başta iktidarın tercihleri ve politikaları sorumlu.

Peki o zaman iktidar nasıl olur da desteğini koruyor olabilir? Bir kesim bu çelişkinin yarattığı psikolojik rahatsızlığı, iktidarın pompaladığı “dış güçlerin oyunu” açıklamasını satın alarak çözüyor. Bu hikâyenin “içerideki komplocular” ve “bürokrasinin engellemesi” gibi başka versiyonları da var. İktidara bağlı veya bağımlı medya bu hikayeleri sistemli bir şekilde yayıyor. Yarım saat kanal karıştıran herkes bunu açıkça görebilir.

Bir diğer kesimse bu çelişkiyi ve yarattığı rahatsızlığı siyasetten umudunu kaybederek ve “insanlarımız irrasyonel” açıklamasıyla çözüyor.

“Ne olursa olsun kazanırlar kanaati” kırılırsa—ki kırılabilir—MetroPoll’ün bulduğu rakamlar hızla değişecektir. Çünkü bahsettiğim çelişki (bilişsel uyumsuzluk) ortadan kalkar. Aksi taktirde bu rakamlar daha da yerleşebilir.

“İnsanlarımız akılcı değil buna inanıyorlar” kötümserliği veya kolaycılığı, “ne olurlarsa olsun bir yolunu bulup yeniden seçilirler” kanaatini pekiştiriyor. Muhalefeti yılgınlığa sevk ediyor.

Demokratik muhalefetler nasıl kazanıyor?

Dünyada demokratik muhalefetin adaletsiz şartlara rağmen kazanarak bu durumu değiştirebildiği örnekler de çok. Bu ülkeler bu şekilde gerçek demokrasiye geri dönme şansını yakalıyor. Demokrasi isteyenler için en önemlisi işte bunun adaletsiz şartlara rağmen nasıl olabildiğini doğru analiz edebilmek.

İktidar ekonomik krizle değişir beklentisi yanıltıcı. Araştırmalara göre “seçimsel otoriter” rejimler ekonomi iyiyken de kötüyken de seçim kaybedebiliyor. ***

Demokratik muhalefetin başarabilmesine giden yolun en kritik basamağı “ne olurlarsa olsun bir yolunu bulup yeniden seçilirler” kanaatini ve yılgınlığını aşmak, kazanacağına inanmak ve inandırmak oluyor. Başarının ön şartı bu.

Dünyadaki örneklere göre bu iki temel hamleyle mümkün oluyor. Birincisi muhalefetin birleşmesi. Yani ortak ilkeler temelinde bir demokratik ittifak kurması.

İkincisiyse yeni kampanya stratejileri ve söylemleri geliştirmesi.

Her ikisinin de muhalefetin kazanamaz olduğu algısını aşmaya yönelik olması gerekiyor. Örneğin muhalefet için seçim ittifakı yapmak ve sayısal anlamda kazanma umudu uyandırmak çok önemli ama yeterli değil. Çünkü “iktidar ne yapıp eder kazanır algısının” bir türevi de “iktidar kaybetse de muhalefet yönetemez, iktidar bir şekilde geri gelir” iddiası ya da rasyonelleştirmesi.

Dolayısıyla muhalefetin kazanınca ortak bir hükümet kurarak yönetebileceğini göstermesi mühim. Bunun için elbette en mühimi somut ve iyi tasarlanmış, gerçekçi ve yapıcı bir programla ve politika vaatleriyle gelecek için umut vermek.

Ama “önce biz” diyebileceğini, yönetecek kadrolara sahip olduğunu göstermesi de elzem. Örneğin muhalefet partisi liderlerinin kamuoyuna ortak ilkeler açıklaması, sürekli bir diyalog içinde olduğunu göstermesi faydalı olacaktır. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasından ders alındığını ve bu sefer neyi farklı yapacaklarını açıklamaları yararlı olabilir. Seçim mitinglerinde bir kadroyla ve farklı alanlarda (ekonomi, savunma, eğitim, dış politika vb.) saygın bir ekiple görünür olmaları da çok önemli.

En az bunlar kadar önemlisi tabanda beraberlikler kurulması. Örneğin sandık güvenliği için örgütlerin ortak çalışması ve güven oluşturması. Gençlik ve kadın örgütlerinin temas etmesi, ortak çalışmalar yapması.

Tüm bunlar seçim sürecindeki adaletsizliği avantaja dönüştürmek için de gerekli. Muhalefetin ortak sloganlar ve semboller geliştirerek, medyanın ve devletin eşitsizliğini kendine güvenen ve yapıcı bir üslupla hicvetmesi gerekiyor.

Paraya değil emeğe dayalı mizah ve hiciv yöntemleriyle üç hedefe ulaşmak mümkün. Bir yandan, iktidarın gücüne meydan okumuş, tabanda biz güçlüyüz mesajını vermiş olur. İkincisi, iktidarın elinden “anti-demokratik yöntemler kullanmak zorundayız çünkü radikal bir muhalefetle karşı karşıyayız” silahını alır. Üçüncüsü, kendinden emin ve yapıcı bir üslup kullanarak, yönetebileceği mesajını verir.

Çünkü agresif olmak zayıflık göstergesidir. Güçlü olanlar gülebilen ve güldürebilenlerdir.

Seçimler eşitsiz şartlarda yapıldığı için muhalefetin sosyal medyayı ve dijital platformları kullanması, özellikle kentli, eğitimli ve genç kesimlere ulaşmak için çok önemli. Bu alanda muhalefet avantajlı çünkü başarı maddi güce daha az bağımlı. Ama dijital aktivizm tabandaki klasik siyaset biçimlerinin önüne geçerse olumsuz etkisi olur.

Zira muhalefetin barışçı yollardan sokakta ve günlük hayatta görünür olması şart. Tabanda güven oluşturmak, ne olursa olsun kazanırlar algısını kırmak ve “çoğunluğun hissiyatını biz temsil ediyoruz” algısını yerleştirmek ancak böyle mümkün olabilir. Yani sivil topluma ve parti örgütlerine çok iş düşüyor. Eşitsiz bir ortamda halka ulaşmak ve dokunmak son tahlilde bir “yaratıcılık” işi. Maddi güç kolaylaştırabilir ama ikame edemez.

İktidarın avantajı maddi gücü, “profesyonelliği” ve deneyimi. Muhalefetin avantajı ise “amatörlüğü,” haklılığı ve “gariban görülmesi.” Bakalım kim daha yaratıcı olacak ve halk ne karar verecek? Umarım medyadan yargıya ve güvenlik güçlerine kadar herkes görevini yasalar ve demokrasi geleneği doğrultusunda icra etmeye çalışacak.

19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla bağlayan Millî Mücadele’yle mazlum Anadolu halkı milli egemenlik hakkına kavuştu. Hakları kazanmak çok zor, kaybetmek ise çok daha kolaydır. Önümüzdeki seçimlerde ne olursa olsun demokrasinin kazanmasını, bir asır önce kazanılan milli egemenlik hakkının herkesi eşit bir şekilde kapsadığı, katıksız hukuk devleti ve sosyal adaletle taçlandığı bir yol açılmasını diliyorum. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı herkes için kutlu olsun!


Cognitive dissonance.

** Parayı devletler basarlar ve değerleri o devletlerin ekonomik geleceğine ve yönetimine duyulan güveni yansıtır. TL’nin dünya ortalamalarının üzerinde değer kaybetmesi ekonomi yönetimine olan güvenin azaldığını gösteriyor.

*** Bunce, V. J., & Wolchik, S. L. (2010). Defeating dictators: Electoral change and stability in competitive authoritarian regimes. World Politics, 62(1), 43–86.

 

Yazarın Diğer Yazıları

31 Mart: 2017’nin rövanşı ve 2030’ların kuluçkası

2017’de tüm anti demokratik dezenformasyon koşullarına rağmen halkımızın yüzde 49’a yakını ‘Hayır’ diyebilmişti. İstanbulluların ise yüzde 51.35’i ‘Hayır’ demişti. 31 Mart’ta bu oranın azalmak şöyle dursun, artması gerekir

Fikir, cesaret ve gerçek muhalefet

Gerçek muhalefet askeri ve teknik konularda akılcı ve teknokrat eleştirilerden ibaret kalamaz. Başarılı olmak için mutlaka siyasi bir duruşa ihtiyaç duyar

Kürt Sorunu'nu konuşamamak ve gerçek muhalefet boşluğu

HDP, şimdi DEM Partisi, CHP dışındaki diğer partiler gibi "önce parti sonra demokrasi" demek eğiliminde gözüküyor. Zor bir karar. İstanbullu veya Ankaralı Kürtler muhalefete, yani Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a oy vererek önümüzdeki dört sene en azından yerelde nefes almayı ve demokratik bir alternatif yönetime sahip olmayı, bunun ülke çapında demokratikleşme için bir temel olmasını umabilir. Ama Diyarbakır'dakiler yereldeki iradelerinin kayyım atamasıyla gasp edilmemesini nasıl umabilir? Önümüzdeki dört sene boyunca çözüm için bir şeyler yapılmasını nasıl umabilir?