31 Temmuz 2019

Başörtülü kızlara yasak koyan da, söz söyleyeni hedef alan da aynı kafa

İnanca saygının, özgür düşüncenin kutsandığı akademinin inşa edilemediği bir Türkiye’nin hep geriye gideceğini görmek için alim olmaya gerek yok

16 Temmuz 1995 gününü hiç unutmadım. O gün Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde hemşirelik bölümünü bitiren gençlerin mezuniyet töreni vardı. Törende başörtülü oldukları için üç kızı ‘bir öğretim üyesi’ hedef göstererek ‘yemin ettirilmeyecek’ bunlara diyordu. Ne acı ki kızların başından hemşirelik kepini almak için müdahale eden bir ‘arkadaşları’ idi. İnancından dolayı okuma hakkı elinden alınan ve baskıya uğrayan binlerce genç kadının acı hikâyesiyle dolu bu ülke…

Aradan neredeyse çeyrek asır geçti. Tarih 10 Ocak 2016’yı gösterdiğinde Türkiye bir süredir "çözüm sürecinin buzdolabına kalktığı", Doğu’da sokağa çıkma yasaklarının yaygınlaştığı, ölüm haberlerinin arttığı, hendek çatışmalarının yoğunlaştığı zor bir süreçten geçiyordu. İşte o günlerde 1128 akademisyen “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla barış çağrısı yapan bir bildiri yayınladı. Ve o günden bugüne 646 akademisyen mahkemeye çıktı. Davası sonuçlanan 204 akademisyenin tamamı 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında hapse mahkûm oldu. 29 kişinin hapis cezası 2 yılın üstünde olduğu için ve 7 kişi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğinden, 36 akademisyenin mahkûmiyet kararı ertelenmedi. Prof. Dr. Füsun Üstel 2.5 ay, Tuna Altınel 81 gün hapiste kaldı. (Kaynak: Bianet) Akademisyenlerden dokuzu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştu. Mahkeme yargılanan, ceza alan, işlerinden çıkarılan, pasaportları ellerinde alınan tüm imzacı akademisyenler için emsal olacak bir karar aldı. İktidara yakın medyanın tepkisini çeken kararda hak ihlali deniyordu. Karar Mahkeme’yi tam ortadan ikiye böldü. İhlal diyenler ile değil diyenler ikiye bölünmüş (8-8 bitmiş) Başkan’ın oyu eşit durumda belirleyici olduğundan ‘ihlal kararı’ alınmıştı.

Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Anayasası’nın 153’üncü maddesine göre bağlayıcı… O madde şöyle diyor:

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.

Ama bir grup üniversite-öğretim üyesi-görevlisi, bırakın akademisyen meslektaşlarının ‘barış’ çağrısını fikir-söz söyleme hürriyeti olarak değerlendirmeyi, Anayasa Mahkemesi kararını da hiçe sayarak hedef gösterdi bildiri yayınladı. Malazgirt’e atıfta bulunarak 1071 akademisyenin imzaladığı bildiride; “Anayasa Mahkemesi Terörü Meşrulaştıramaz” denilerek “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği savunuldu. (İmzacı sayısı ‘habersiz adım koyulmuş’ diyenlerin ortaya çıkmasıyla 1066’ya düştü. Zorlarlarsa bu sayıdan da bir ‘tarihi gün’ yakalarlar. Detaylı haber T24 Gonca Tokyol)…Yani halen yargılanmakta olan arkadaşlarını devlete-mahkemelere, çalıştıkları kurumlara ve hatta ‘kanlarında banyo yapmak isteyenlere’ gammazlamaktan geri durmadılar. Bu ‘akademik utanç’ bir hayat onlarla gezer durur.

Bu arada Türkiye’nin en eski ve köklü üniversitelerinden İstanbul Üniversitesi de rektörlük sayfasından imzacıları hedefe koyan bir yazıyı yayınladı. Rektörlük sayfası olduğu için üniversitedeki sayıları 3 bin 337 olan öğretim elemanlarını da ‘kapsayan’ onlar adına da olduğunu düşündüren bir havası var.

Barış imzacısı akademisyenlerin çatışma sürecinden devleti sorumlu tuttuklarını iddia eden açıklamada, “Devletimizin kararlı duruşu ve yapmış olduğu operasyonlar sonrasında iyice zayıflayan terör örgütünü meşrulaştırmak ve devleti suçlu duruma düşürmek için kaleme alınmış bu sözde bildiri, ileri demokrasilerin temel taşlarından olan düşünce özgürlüğü ile bağdaştırılamayacağı gibi maşeri vicdanı yaralamaktan öteye gidememektedir” ifadeleri yer aldı.

Kimilerini izlediğim akademisyen davalarının iddianamelerinden kopup gelmiş satırlar. Terör örgütünü meşrulaştırmak ve…

 

İstanbul Üniversitesi’nin web sayfasına bakarken Rektör Mahmut Ak’ın sitede yer alan atanma haberindeki fotoğrafa da baktım. Hemen arkasında Mustafa Kemal Atatürk’ün ve onun biraz altında partili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları. Erdoğan ya da başkası. Türkiye’nin partili cumhurbaşkanının fotoğrafını odana asarsan…Web sitende yer verirsen…Nasıl ki yargıcın önünde düğme iliği yoksa bir akademisyenin yolunda da ülkenin belli bir kesimini temsil eden (partili kimliği sebebiyle) bir siyasi partinin liderinin fotoğrafı olamaz. Olursa da ‘iktidar’ diliyle konuşmaya-bildiriler yayınlamaya başlar. O üniversiteden bilgi değil siyasi bildiri çıkar.

28 Şubat darbesinin taşlarının döşendiği yıllarda başörtülülere yapılan zulüm, hedef gösterme neyse barış çağrısı yapanlara yapılan zulüm hedef gösterme aynıdır. İnanca saygının, özgür düşüncenin, birlikte yaşama kültürünün kutsandığı akademi ve yaşamın inşa edilemediği bir Türkiye’nin ileriye değil hep geriye gideceğini görmek için alim olmaya gerek yok.

NOT: Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla ilgili açıklama yapmak zorunda kalması da düşündürücü. Açıklamada, “Anayasa Mahkemesi’nin hiçbir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir. Bir ifade ya da açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilirken söz konusu ifadelerin doğru ya da rahatsız edici olup olmadıkları belirleyici olmaz” ifadeleri kullanıldı.

Yazarın Diğer Yazıları

Kurtlar sofrasında bir ‘Özel CHP’si; Bahçeli’nin mesajı kime, yol ayrımı mı var?

Şu an karşılıklı satranç hamlelerini izliyoruz. Siyasette adeta bir ‘kurtlar sofrası’ kurulmuş

Yerli, milli, helal Rolex’li, ticarete gelince İsrail’e ‘eyvallah’lı iktidar

Her fırsatta ‘yerli ve milli’ olmayı öne çıkartıp, Gazze’de İsrail’in ortaya koyduğu zulmü ‘sözle’ kınayanların, gerçek hayatta kişisel lükslerinden ve ‘ticaretten’ vazgeçmediklerini görüyoruz

Özgür Özel, Erdoğan ile buluşmasında konuşulanları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşmalı

Muhalefet toplumu kutuplaştırmadan demokrasi içinde kendi sözünü söylese, iddiasını ortaya koysa… Belki memlekete daha iyi gelir