29 Ocak 2021

Mustafa Suphi ve pusların dağılması

Bu iki kitap 20 yıl önce ya yazılmazdı ya basılmazdı. Bu kadar da ilgi uyandırmaz, tartışmaları teşvik etmezdi. Muhtemelen bir suskunlukla unutulur giderdi

Kırk yıl evvel dünyada iktidarın fethi ile sultasını kuran neo-liberalizmin vazettiği piyasa ve doğal bileşeni, hatta onsuz olunamazı diye söylemine yerleştirdiği demokrasi lafzının, iyice eprimek gibi bir sona geldiği apaçık ortada. Artık yüksek perdeden tarihin sonu ilanı yapılamıyor, telaffuz dahi edilemiyor, muhafazakâr totaliteryanizme can simidi gibi sarılınıyor.

Türkiye'de ANAP ile başlayan ve en galiz ifadesini Turgut Özal'ın söylem ve pratiğinde kendini gösteren bu anlayış - ideoloji her zaman entelektüel düşmanı, kültür ve sanata karşı boş işler, anlamsız meşguliyetler olarak baktı. Klasik Marksist terminolojinin en ortodoks yaklaşımıyla alt yapının (ekonominin), üst yapıyı (kültür, sanat, ideoloji vs.) belirleyeceği ön görüsü ile ekonomiye odaklandı, neoliberallerimiz. Ama bir şeyi çok uzun zaman sonra fark etti bu ideolojinin savunucuları. İktidarda olmalarına rağmen, hegemonyalarını kuramadıklarını gördüler. Bireyin tüketerek mutlu olacağına dair sofuca inanç ve indirgemeci a priori (önsel) norm, hayatta karşılık bulamadı ve çöküş sürecine girdi. 

Tabii bu uzun on yıllar içerisinde asli hegomonik güç / ideoloji, mevzi kaybetti, durağanlaştı hatta zaman zaman derin moral bozukluğu ve hayal kırıklıkları ile pesimist bir nihilizmin pençesini teninde hissedip, üretici yaratıcı faaliyetin anlamını sorgulamaya başladı. Vazgeçenler, duranlar, ne yapsak bir şey değişmiyor, değmiyor… gibi kendi varoluşuna aykırı bir eylemsizlik, heyecan ve inanç kaybı yaşandı. Her şeye rağmen Phoenixe tecelli etmeli gibi ütopik gibi görünen ve eleştirilen, üstelik marjinal ve radikal bulunan eylemli varoluş praxisi durmadı. Kafileler halinde Altın Post'u aramaya çıkan Simurg (Altın postun peşine düşen kırk kuş demek) çok azalsa da yolculuğuna devam etti. İnatla, sabırla, bir ipek böceği gibi üreterek rizomu tesis etti. Son yıllarda tahkim edilmiş, alevli çemberlerden geçilmiş, yüksek çitler aşılmış ve yepyeni bir bilenmişlikle yenilenmiş, yılların deneyimleriyle zenginleştirilmiş, içselleştirilen bir enerjiyle hegomonik rizomun çiçekler açtığını görmek, bu kırk yılı yaşamış, tahmin bile edilemeyecek tanıklıklar yaşamış insanlar için binyaylaya ulaşmanın neşesi ve sevincini veriyor.

Bu panoramayı betimlerken entelektüel üstünlük ve kültürel hegemonyanın korunmasına paha biçilmez katkı yapan yayın evlerine müteşekkir olduğumuzun altını çizmem gerek. O puslu gri havanın dağılmasında tarihsel bir işlev ve misyonu, piyasanın görünmez elini bükerek yerine getirdiler. İletişim, Ayrıntı, Metis, Sel, Can, Evrensel ve daha başka yayınevleri, varlıklarını devam ettirecek imkan ve koşulların bunaltıcı derecede aleyhte kuşatımını, takdire şayan direniş etiğini, fedakârlıkla, çalışkanlıkla ve sebatla teçhiz ederek, yerle yeksan ettiler. Hiç hesapta olmayan pandeminin sektörün nefesini kesici etkilerine rağmen devam etme iradesini gösteriyorlar. Yanı sıra, belki tirajlar eski görkeminden çok uzak olsa da, yazı başında belirttiğim anti-entelektüalizmin tahribatı, yol açtığı ilgisizlik, meraksızlık eşiği geçiliyor. Henüz çok göz kamaştırıcı boyutlarda değil biliyoruz ama sabır gerekiyor.

Basılı ve elektronik medyada kitap ekleri, sanat-kültür sayfaları eski ölgün ve sığlığından sıyrıldı yeni bir dirimsellik kazandı. Birikim, Ayrıntı Dergi, K24, Notos Dergi, Gazete Duvar Kitap, Cumhuriyet Kitap, Artı Gerçek, Yeni Yaşam… gibi mecralarda kitap eleştirileri, yazarlarla söyleşiler, inceleme - araştırma - çeviri yazıları, kırıcı olmayan polemikler çok tenha ve ıssız geçen 30 yılın durağanlığına son veren bir canlanma hâlinde. Bu gelişme kendi başına sevindirici ama daha mutluluk verici yanı, canlanmanın ivmesinin artması, kalıcılık emarelerinin günbegün güçlenmesi.

Bu girizgah için hemen bir paylaşımı burada ben de katkı vererek çoğaltacağım. İletişim Yayınları, Ahmet Kardam tarafından yazılan Karanlıktan Aydınlığa - Mustafa Suphi, kitabını yayımladı. Ahmet Kardam bu değerli entelektüel-politik biyografi çalışmasında şu soruların yanıtlarını veriyor:

"Mustafa Suphi'nin 1915 öncesindeki 'milliyetçiliğinin' ve 'Türkçülüğünün' nasıl bir içeriği vardı? Sovyet Rusyası'nda, 1918 1920 arasındaki üç yıllık mücadelesi sırasında sadece 'propagandif nitelikte' yazılar mı yazmıştı, sadece bir 'hareket adamı' mıydı, yoksa geliştirdiği kendine özgü görüşleri var mıydı? Bolşevik Partisi yönetiminden hangi konularda farklı görüşler savunuyordu? Komünist Enternasyonal onun örgütlediği TKP'nin kuruluş kongresini neden geçersiz saydı? Ankara hükümetine ve Mustafa Kemal'e bakışı nasıldı? Türkiye'de sosyalist devrimi nasıl tasavvur ediyordu? Somut olarak neler yapmış, nasıl eylemişti?"

Kitap çıktığından bu yana farklı mecralarda değerlendirildi, hakkında görüşler yazıldı, eleştiriler yapıldı.

Mustafa Suphi'yi, bildik TKP dışında ayrı bir değerle anan iki isimden söz etmek gerekir. 1968-72 döneminin iki farklı geleneğini temsil eden iki isimden duydu genç kuşaklar. İlki, 1970'lerin başında İbrahim Kaypakkaya, diğeri, eski Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü. Her iki devrimci Mustafa Suphi'nin Marksist geleneğinin izinde giden insanlar olduklarını ifade etmişler ve köklerinin orası olduğunu vurgulamışlardır.

Doğan Özgüden, 28-01-2021 tarihli Artı Gerçek gazetesindeki köşesinde şunları yazdı: 

"15'lerin katlini akademik ortamda ilk kez dile getiren SBF öğretim üyesi Doçent Mete Tunçay olmuştu. Onun Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925) adı altında yayınlanan kitabından yararlanarak bu cinayeti 12 Aralık 1967 tarihli Ant dergisinde 'Yakın Tarihin En Korkunç Cinayeti' başlığıyla iki sayfa üzerinden yayınlamıştık.

12 Mart darbesinden sonraki sürgün dönemimizde, Brüksel'de İnfo-Türk'ü kurar kurmaz ilk yayınlarımızdan birini mutlaka Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli üzerine yapmaya karar verdik. O sırada Moskova'da bulunan şair dostumuz Ataol Behramoğlu Lenin Kütüphanesi'nde bulunan eski Türkçe yazılı 28 Kanunusani 1921 adlı kitabın fotokopilerini bize ulaştırdı. Bu konuda daha önce Türkiye'de Ant dergisinde yayınlamış olduğumuz Sultan Galiyev'in ve B. Ömerov ile R. Şakirbekov'un Mustafa Suphi üzerine yazılarını ekleyerek Mustafa Suphi ve Yoldaşları'nı iki cilt halinde yayınladık."

Yani bu iki cilt kitap yaklaşık elli yıl evvel çıkmış. Mustafa Suphi 28-29 Ocak 1921 tarihinde on dört arkadaşıyla birlikte öldürülüp ölü bedenleri denize atılarak yok edildiler. Nazım Hikmet'in Kalbim, 28 Kanunisani, Onbeşlerin Kitabesi, Onbeşler İçin, şiirleriyle dizelere dökülmüş ustalıkla.

Yıllardır 15'ler olayı diye anılan bu korkunç vaka hakkında, Mustafa Suphi olayının hala gün ışığına çıkmayı bekleyen puslu ve örtülü durumu nedeniyle pek bilgi sahibi olunamıyordu. Kardam'ın bu kitabı önemli bir adım oldu pusların dağılmasını sağlamaya yönelik.

Kitap Mustafa Suphi'yi çok değişik boyutlarıyla tartışmaya vesile oldu. Birikim dergisi.com sitesinde Tanıl Bora ve Cemalettin Canlı makaleleriyle tartışmaya katkıda bulundular. Ayrıca Birikim dergisinin 377 sayısında Kerem ÜnüvarTanıl Bora - Ahmet Kardam ile TKP deneyimi üzerine, bir söyleşi yaptılar.

Agos Gazetesi Ahmet Kardam ile Mustafa Suphi ve Ermeniler ve Ermeni Sorunu konulu bir söyleşi yayımladı.

Soner Sert'in, yazar ile gazete Duvar'da bir söyleşisi yayımlandı. Başka makalelerde çıktı, internetten hepsine ulaşılabiliyor.

Mustafa Suphi olayında bir başka insanın içini burkan hadise var. Suphi'nin eşi de 16 kişinin bulunduğu teknenin içerisinde olan ve kocasıyla birlikte hareket eden Maria adlı bir kadın. 15 kişi öldürülürken Maria sağ vaziyette alınıyor. Sonrası insanlık dışı muamelelerle bilinmeyen bir ortadan kaldırma ile Maria'nın öyküsü de sona eriyor. T24'te Aysel Sağır, Bianet'te Hüseyin Şengül, Oda TV'de ve başka mecralarda detayıyla ama bilindiği kadarıyla anlatılıyor. Yürek paralayıcı hazin bir vaka. Mutlaka okunması, bilinmesi gerekiyor.

Mustafa Suphi katliamının elebaşı Yahya Kahya, kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Ölümünü gündeme getiren Trabzon mebusu Ali Şükrü de kısa bir zaman sonra (iddiaya göre) Topal Osman tarafından öldürüldü. Topal Osman da, işlediği iddia edilen cinayet yüzünden İsmail Hakkı tarafından öldürüldü. Böylece, cinayetin icracılarının başı Yahya Kahya, bir zincirin başlangıç halkası oldu. Belli ki Mustafa Suphi daha çok konuşulacak. Ölümünün 100. yıldönümünde ona yakıştı bu canlı tartışmalar, anmalar, saygıyla yâd etmeler; pus dağılıyor artık, diyebiliriz.

Mustafa Suphi olayı, Kardam'ın kitabından kısa bir süre önce yine İletişim Yayınları tarafından yayımlanan, Emel Akal'ın yazdığı Müslüman Komünistler adlı, neredeyse hiç el atılmamış ama çok önemli bir dönemi irdelediği kitabıyla hem asıl konusunun hem de Suphi'nin tartışılmasına yola açtı. Tıpkı, Kardam'ın kitabında olduğu gibi yazarla söyleşiler yapıldı, makaleler eleştiriler, değerlendirmeler, aynı mecralarda günlerce sürdü. Bu kitap da Kardam'ın ki gibi yoğun bir ilgiyle karşılandı.

Akal,1917 -1918 döneminde Müslüman komünistlerin Bolşevik devrimiyle münasebetleri, tavırları, yaşanan olayları, süreçleri etraflıca ele alıyor.

Bu vesile ile Mustafa Suphi için yeni bilgiler tarihe kazandırılıyor.

Bu iki kitap 20 yıl önce ya yazılmazdı ya basılmazdı. Bu kadar da ilgi uyandırmaz, tartışmaları teşvik etmezdi. Muhtemelen bir suskunlukla unutulur giderdi.

Girizgahtaki tespitlerim için bu gelişmeler birer yüreklendirici kanıttır aynı zamanda. Bir kanıt da protest müzikten geldi hem de Karadeniz'den.

Şimdi Mustafa Suphi olayında, muhtemelen çok az insanın haberdar olduğu bir başka boyuta değineceğim. Karadeniz'de boğulup karanlık sulara atılan bedenler için Karadeniz bir mezardır aynı zamanda. Bu hazin olay Apolas Lermi tarafından olayın cereyan edişinin hüznünü verebilen çok başarılı bir şarkıyla anlatıldı. İsmi Kazım Koyuncu kadar bilinmese de en az onun kadar yetenekli, üretken ve duyarlı genç bir müzisyendir, Apolas. Sosyalist solun Koyuncu'ya hak ettiği değer ve saygıyı gösterirken Apolas Lermi'yi fark edememesi olacak iş değildir. Bir Fransız atasözü "Kıyaslama kanıtlama değildir"' der. Bu sözü de dikkate alarak şu kıyaslamayı yapmam kaçınılmaz oldu. Bob Dylan'ı bilip Leonard Cohen'i gör(e)memektir, canımı acıtan. Neden mi? Aşağıdaki sözlere bakın ve videoyu dinleyin hak vereceksiniz.

Karadeniz

Gemilerun feneri, yanayi da söneyi
Ayun şavki denize, yakamuzi sereyi
Birden vurdi karayel, tutulduk furtunaya
Dalgalar kurşun oldi, can verduk bu sevdaya

Hey gidi Karadeniz, dağlarunda sis duman
Kurşuna tutuldi aşk, güneşe suvandi kar
Denizden haber geldi, gel çikalum dağlara
İsyan olsun sevdamuz, dağlari sara sara

Gemiler kara kara, gireyiler ambara
Karadeniz üstünde, direnduk dalgalara
Birden vurdi karayel, tutulduk furtunaya
Dalgalar kurşun oldi, can verduk bu sevdaya

Hey gidi Karadeniz, dağlarunda sis duman
Kurşuna tutuldi aşk, güneşe suvandi kar
Denizden haber geldi, gel çikalum dağlara
İsyan olsun sevdamuz, dağlari sara sara

Hey gidi Karadeniz, dağlarunda sis duman
Kurşuna tutuldi aşk, güneşe suvandi kar
Denizden haber geldi, gel çikalum dağlara
İsyan olsun sevdamuz, dağlari sara sara

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...