26 Ekim 2019

Yahudiler, Hristiyanlar. . .

“Siyasi mücadele” olarak kabul ettiğimiz etkinlik de siyaseti aşan bir mücadeleye dönüşüyor

Konya’daki afiş memlekette en yaygın tartışılan konulardan biri haline geldi. “Niye böyle oldu?” diye şaşacak bir şey değil. Böyle olması ülkenin gündemine son derece uygun. Bugünkü iktidarın temel politikalarının ürünü, o afişin bize söylediği. Şimdiye kadar verilmiş mesajları hepsinden açık ve kuvvetli bir biçimde söylüyor. “Açık ve kuvvetli” ama “yeni” değil. Ya da Tayyip Erdoğan kadar yeni.

Bugünlerde benim de zihnimi dolduran, bir süredir ara sıra yazıya döktüğüm bir konu. Kısa bir girizgah yapayım.

Dünya dinlerinin hepsinin kendilerinden olmayana karşı söylemlerinde iki karşıt uç görünür: Dostane bir anlayış olduğu gibi düşmanca ve dışlayıcı bir bakışa da rastlanır. Öyle ya da böyle olması sözün söylendiği zaman geçerli ya da egemen olan koşullara bağlıdır. Ayrıca, dinin temel öğretisi olarak kabul edilen metinlerde söylenenle dini benimsemiş olanların somut davranışları da birbiriyle çelişebilir, çok zaman çelişir. “İçinizde günah işlememiş olan ilk taşı atsın” diyen İsa’nın dini adına insanları yakmak üzere “Engizisyon” kurulduğunu biliyoruz. İslamiyet de bunların dışında değil tabii. İslamiyet’in Müslüman olmayanlara karşı ya da onlar hakkında söyledikleri veya pratik alanında uyguladıkları da böyle çelişkiler içerir.

Gandi bir Hindu idi. Hinduizm’i nasıl anladığını biliyoruz. Modi de Hindu. Onun ne anladığını da izlemekteyiz.

İslamiyet’te, başka dinlerde pek görmediğimiz bir şekilde, dinin temeli olan Kuran-ı Kerim’in doğrudan doğruya “Allah’ın Kelamı” olduğu inancı var. Dolayısıyla bu afişi sağa sola asanlar ya da onların bu yaptığını onaylayanlar, “Ne var bunda? Allah’ın Kelamı’nı tekrarlamak suç mu?” diyorlar. Bu inancı benimsemeyenler de var elbette; ama benimseyenler açısından “argüman” inandırıcı görünüyor. “Görünüyor” diyorum, çünkü sonuçta Kuran-ı Kerim’de de o ayetle çelişen başka sözler de var ve bunları bilenler de o sözleri alıntılayıp bu düşmanlığı yerleştirmek isteyenlerin dayanaklarını çürütmeye çalışıyorlar. Süregiden tartışmada bunlar esaslı bir yer tutuyor tutmasına, ama bu işin bir sonu yok. Çünkü o söz de kitapta yer alıyor, öteki söz de.

Yahudiler ve Hristiyanlar bizim düşmanımızdır diyenler hep olacak; zaten hep vardı. Ama şu konjonktürde böyle bir ayetin seçilerek sokaklara asılmasında AKP’nin, daha doğrusu Reis’inin önemli bir payı var. “Reis” derken, Erdoğan’ın böyle bir afiş yapılması için talimat verdiğini sanmıyorum, düşünmüyorum. Ama o afişin içeriği Erdoğan’ın genel siyasi tavrının ürettiği ortama uygun. Yetkili konumda olanlar belki “political correctness” gereği afişin ortalığa çıkmasından hoşnut olmayabilirler. Olmayabilirler de, içerik kendi halis düşüncelerine aykırı düştüğü için değil, o düşünceleri vakitsiz bir şekilde açık ettiği için kızacaklardır. “Şimdi bunun sırası mıydı?” diyeceklerdir belki. Ama o içeriği yürekten benimsemişlerdir.

Tayyip Erdoğan art arda kazandığı seçimlerle ipleri eline aldıkça dilini, üslubunu sertleştirdi. Bu sürecin bir aşamasında Babuşçu ağzından nihai hedefini açıkladı da. Şimdiki “yerli ve milli” edebiyatı büyük ölçüde bu siyasetin ürünü. Abdülhamid büyük kahraman olarak çıkıyor karşımıza ve böyle olmasının nedenleri arasında Britanya Sefirini tokatlaması gibi durumlar söz konusu. Erdoğan’ın ve yanında yer alan koronun “Batı” karşısında aldığı düşmanca tavır gene aynı zihniyetin ve siyasetin özsel denebilir parçalarından. Kürt siyasetinde bu “şiddet ve celal” şaşırtıcı boyutlarda. Yargının hukuksuzluğu yasalaştıran tutumundan muhalefete gösterilen öfkeye, hayatın her köşe bucağında bu sertlik ve düşmanlık ve savaşkanlık havası egemen. Bu hava egemen olunca, doğal olarak, “Onlar da düşman, bunlar da düşman” diyenlere gün doğuyor. Demekten öte, böyle davranmaya başlayanlar gün geçtikçe çoğalıyor. İktidarın bu tür eylemleri yerine getirenlere karşı aldığı koruyucu ve kollayıcı tutum da “vigilante” girişimleri besliyor.

Bu aşamaya gelince “siyasi mücadele” olarak kabul ettiğimiz etkinlik de siyaseti aşan bir mücadeleye dönüşüyor. Siyaset, toplumun kendisine seçtiği hedefler ve bu hedeflere nasıl varılacağı konusunda önerilen yöntemler üzerinden yürüyen bir etkinliktir. Ama biz şimdi ahlakı, hayat tarzını ve yaşamamıza yön verecek değerleri de kapsayan bir mücadele içindeyiz.

Tayyip Erdoğan aldığı bütün pozisyonlarda İslam’dan esinlenerek davrandığını kabul ettirmek istiyor, o izlenimi vermeye çalışıyor. Bunun böyle olmadığını söylemek de zor. Ancak, İslam’dan böyle ve yalnız böyle esinlenmenin zorunlu olmadığını söylemek mümkün. Erdoğan bu “İslami çizgiyi” seçmişse, bunda Erdoğan’ın kişiliğinin, geçmişinin de önemli bir payı olmalı. Afiş hikâyesinde o değerlendirme de, bu değerlendirme de, kendilerine Kuran-ı Kerim’de mehaz buldukları gibi İslamcı siyaseti bir “huşunet” programı olmaktan çıkarmak da mümkün. Son analizde gelip Tayyip Erdoğan kişiliğinde cisimleşen “değerler”, onun kadar inançlı birçok Müslüman’a aykırı gelecektir, geldiği görülüyor da. Toplumu her gün iki uçtan (üç değil, iki uç) birinin safında yer almaya ve oranın militanı olmaya iten bu gergin ortamdan kurtulacaksak, bunda, Erdoğan üslubuyla “İslamcı siyaset” yapmayı kabul etmeyen Müslümanlar’ın belirleyici rolü olacaktır.

“Tek adam yönetimi”ne karşı çoğulculuk ve sivil katılım. Bu siyasi bir mücadele ve verilmesi zorunlu. Ama falancanın ülkesine bayrak dikelim söylemlerine geldiğimizde, “idam isteriz” avazlarıyla karşılaştığımızda, buna benzer alanlar ve durumlarda gene “siyaset” içinde bulunmakla birlikte, olayların ahlaki boyutları daha da belirgin bir biçimde öne çıkıyor.

Şu sıralar dünyada fazla benzeri olmayan bir ortam ve bir mücadele biçimi.  

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı