22 Ekim 2019

Suriye’de kazanan ve kaybeden

Bu “sahada da, masada da kazandık” atmosferinin kalıcı olacağını da düşünmüyorum

Uzun süreden beri iktidarın söyleyegeldiği müdahale yapıldı ve Silahlı Kuvvetler Suriye’ye girdi. Girmesinden çok az süre sonra da “ateşkes” ilan edildi (bu, örneğin Çavuşoğlu’nun bir “ateşkes” olarak görmediği bir ateş kesmeydi). Şimdi burada söz konusu olan 120 saatlik sürenin bitmesini bekliyoruz. Çoğu geçti de. Bunun sona ermesinden sonra ne olacağı, çeşitli etkenler arasında, Erdoğan’ın Putin’le görüşmesinden de etkilenecektir herhalde.

Benim göz atabildiğim Amerikan gazeteleri şu ana kadar kimin kazançta, kimin kayıpta olduğunu araştırdıkları yazılarda Amerika’yı “kesin kaybeden” konumuna yerleştiriyorlar. Askerini buradan çekmekle bölgede ağırlığını hissettiren bir güç olmaktan çıktığını söylüyorlar (benim gördüğüm gazeteler tahmin edileceği gibi Trump’a muhalif olan gazeteler). Böylece, Orta Doğu gibi önemini reddedemeyeceğiniz bir bölgede sözü geçen “süper güç” olarak Rusya’yı yalnız bırakmış oluyor. Yakın zamana kadar burada tutunacağı fazla bir yer olmayan Rusya’yı… Ama kazanan yalnız Rusya değil. Rusya gibi Suriye’ye omuz veren İran da kazananlar arasında. Bunu da ilginç buluyorlar çünkü Trump bir yandan İran’la mücadeleden söz etmeyi bırakmıyor. Suriye’nin Beşir’i elbette ciddi kazançlı. “Gitti, gidiyor” derken bakıyoruz ki olduğu yerde duruyor, oturuyor.

Amerikan gazetelerine göre kazananların başında Türkiye geliyor. Tayyip Erdoğan istediği her şeyi elde etmiş durumda.

Kaybedenlerin başında belki Amerika’dan da önce Kürtler geliyor. Amerikan gazeteleri anlaşılır biçimde olaylara öncelikle Amerika’ya etkileri açısından baktıkları ve aynı zamanda Trump’a muhalefet ettikleri için, Kürtler’den çok Amerika’ya yer verdikleri söylenebilir; ancak bunu yaparken Amerika’nın Kürtler’i terk etmesinin üstünde özellikle duruyorlar. Bu davranışın Amerika’yı dünyaya “güvenilmez” bir ülke olarak göstereceği tahmininde bulunuyorlar. Aslında Amerika’nın Kürtler’le ilişkisinde ilk kez olmuyor böyle bir şey. İlk kez olmuyor da, belki şimdiye kadar görülmüş “en büyük” kazık olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, yarattığı edebiyat bakımından en zengin olanı. Çünkü Trump “Orası bizim sınırımız değil” demekle kalmadı; Kürtler’in 1945’te Normandiya’ya gelmeyerek onları yalnız bıraktığını da belirtti. Tartışma devam ederse Bunker Hill’de veya Saratoga’da herhangi bir Kürt birliğinin görülmediğini de ekleyebilir.

Trump bunu yapmadan önce Amerika ne kadar “güvenilir” bir müttefikti? Tartışılır herhalde.

Ancak Amerika’ya nereye kadar güvenilir, nereden sonra fazla güvenmemekte yarar vardır, bunun sanırım akli ölçüleri vardır ya da vardı. “Trump” deyince iş karışıyor. Bir “ölçüsü” var mı, bilmiyorum, ama varsa da herhalde “akli” değil. Şu son süreç içinde sonuç olarak bakıldığında Trump’ın takındığı tavırlar Türkiye’nin aleyhinde olmadı. Ama “don’t be a fool” edebiyatıyla Türkiye’yi ya da Tayyip Erdoğan’ı sevindirmiş de olacağını sanmıyorum.

“Eşsiz bilgeliği” konusunda söylediklerinin etkisinden hâlâ sıyrılabilmiş değilim. Aynı “popülist önderler” kabilesinden gelen çeşitli şahsiyetlerde buna yaklaşan “narsistik ego”lara sıkça rastlandığını biliyoruz ama bu gene de özel bir ilgi hak eden bir deklarasyondu. Ben, doğrusu, Trump’ın kendisinden çok Amerika’nın siyasi kadrolarına şaştım. Çok mu alıştılar adama? “Trump’tır, yapar” mı diyorlar? “Impeachment” falan değil, dikkatli bir psikanalitik muayene gerekiyor gibi geldi bana.

Gelelim bu olayda Türkiye’nin ne kazandığı konusuna. Hareketi destekleyen yoktu: Arap Birliği dahil. Bu “kamuoyu tavrı”nın değişeceği kanısında değilim. Uzak durma, kınama v.b. pozisyon almakta çeşitli ülkelerin arasında derece farkları olacaktır. Ama bir ikisinden fazlasının “Bu doğrudur, iyidir” diyeceğini sanmıyorum. Zaten bir hayli hissedilir olan “izolasyon” havasını katmerleyecektir.

Ancak, bu “sahada da, masada da kazandık” atmosferinin kalıcı olacağını da düşünmüyorum. Şu anda herhangi bir tahminde bulunmak imkânsız gibi bir şey çünkü bu olayın perde arkası sanırım ki çok sır saklıyor. Aktör çok, motivasyon çok ve hiçbir şey statik değil. Cevabı belirsiz bir dolu soru, birinin gelip kutunun kapağını açmasını bekliyor. “Sonuç” denebilecek sonuçlar alınmasına da daha uzun zaman var. Değişken ve akışkan bir zemin üzerindeyiz.

Evet, şimdilik 120 saatin sonunu beklemekteyiz. Çok beklemeyeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız