24 Mart 2020

Koronavirüs

Şu sıralarda bütün yetersizliklerine rağmen dünyanın gidişini etkileyen ya da hatta belirleyen popülist demagoglara karşı, bugüne kadar olandan daha inandırıcı bir çoğulculuğa ve enternasyonalizme ihtiyacımız var

Salgın, "fütüroloji"yi teşvik ediyor. Tüm dünyaya kendinden söz ettirmeyi başaran böyle bir olay, hayatımızda kalıcı bir iz bırakacak mı, geri dönülmez bir değişime yol açacak mı? Çevremizde birçok kişinin kafasını kurcalayan sorular bunlar. Genellikle, öyle olacağını düşünenler çoğunlukta gibi.

Ben pek bu kanıda değilim. "Neden değilim?" diye düşündüğümde, şöyle şeyler geliyor aklıma: "Değişim" dendiğinde sanırım "iyiye doğru" değişim anlıyorum. Böyle bir şey olacağından da emin değilim. Dünyanın genel gidişi olumlu beklentileri zafiyete uğratıyor. Bu çapta bir olay elbet birtakım değişimlere yol açacak ya da açılmasına yardımcı olacaktır. Ama bunlar beklenenin tersine, olumsuz değişimler olabilir. Bunu söylerken, bana "olumlu" görünen şeyin birilerine "olumsuz" görüneceğini (ve tabii tersini) unutmamak gerek.

Örneğin geçen gün T24 Harari’nin bir yazısını yayımladı. Harari ilginç düşünceleri olan, ciddiye alınması gereken biri. Bu yazıda böyle bir felaketin uluslararası dayanışmanın önemini ve gereğini anlamamıza yardımcı olacağını tahmin ettiğini yazıyor. Evet, ben de aynı fikirdeyim. Ama böyle düşünen yığınla insan olduğunu biliyoruz. Yığınla insanın böyle düşünüyor olması uluslararası dayanışmayı güçlendirmeye yetmiyor, çünkü böyle düşünmeyen insan yığını daha büyük. Harari’nin kendisinin de olayla birlikte gözlemlediği gibi salgın bilinci öncelikle "ulusal" tepkiyi tetikledi. İlkin herkes içine kapandı. Demek refleks bu. Refleksin böyle olması bunun doğal ya da doğru olduğunu göstermiyor; "tarihi" koşullanma böyle olduğu için önce ortaya çıkan tepki biçimi bu. Ama bu "tarihi koşullanmalar" öyle kolay kolay değişmez. Hele bunlardan yararlanmak üzere kurt gibi atılacak Trump’ların koca koca ülkeleri yönettiği bir dünyada. Birinin "olumlu"su öbürünün "olumsuz"u derken bunu anlatmaya çalışıyorum.

Salgını ve sonuçlarını tartışmaya başlayınca, çok geçmeden, "devlet" konusuna geliyoruz.

Çetrefil bir konu bu. 

Şöyle diyeyim: "Devlet" kavramından hoşlanmayan, devleti birçok kötülüğün kaynağı olarak görmekte birleşen, başkaca her konuda da ayrışan iki düşünce çizgisi aklıma geliyor: Anarşizm ve Amerikan tipi Cumhuriyetçilik. Aslında devleti geriletmekte, küçültmekte Cumhuriyetçilik anarşizmden çok daha başarılı çıktı. Bunun sonucunda Amerika’da virüs ve toplum karşı karşıya kaldı. Devletin böyle durumlarda bu ikisinin arasında var etmesi beklenen kurumlar yok gibi bir şey. "Paran kadar tedavi" anlayışı. Her durumda sakıncalı olan bu anlayış böyle bir olağandışı durumda tam bir felaket oluyor.

Benim "devlet" konusuna teorik bakışım Ernesto Laclau’dan etkilenmiştir. Devleti bir "özne" olarak görmem. Özne değil nesnedir: toplumsal mücadelenin biçimlendirdiği bir nesne. Bu mücadele onun "sosyal devlet" yönünde evrilmesine de yol açabilir, faşist yönde gelişmesine de. Birincinin insanlık için daha uzun zaman bir ihtiyaç olarak kalacağı kanısındayım. Ama bu, devletle aramdaki "dostluk" ilişkisinin bayağı "soğuk", zorunluktan ileri gelen bir ilişki olması durumunu değiştirmiyor.

Benim "kabul edilebilir" bulduğum bu devlet "Anglo-Sakson muhafazâkarlar"ın en çok nefret ettikleri devlet. Yukarıda, uluslararası dayanışma için söylediğim gibi, salgın içimizden birilerine, "İşte bakın, devletin ne zaman, niçin gerekli olduğunu gösterdi" dedirtebilir.

Ama bu, öbür türlü düşünen (ve dünyanın gidişine egemen olan) kesimi ikna edecek midir? Jacksonian Amerikan "muhafazakar-liberaller", "Haydi, iyi işleyen bir sağlık sistemi kuralım" diyecekler mi, Britanya sağı Thatcher’ın yıktıklarını yeniden inşa etmenin gerektiğini anlayacaklar mı? Asıl kilit soru: Dünyanın daha adil, daha eşitlikçi olması için gerekli "vergileri" vermenin yararına inanmaya başlayacaklar mı?

Belirli bir durum, bir toplumsal konjonktür, A ülkesinde sosyalizme, B ülkesinde faşizme kapı aralayabilir. Bu, "durum"un kendi özelliklerine göre değil, o varsayımsal toplumda o zamana kadar yaşanmış mücadelenin sonuçlarına göre biçimlenecektir. Bunun gibi, salgının da her yerde aynı anda aynı tepkileri ve sonuçları üretmesini bekleyemeyiz. 

Bekleyemesek de, olayın ve harekete geçirdiği mekanizmaların bencillik içgüdüsünü törpüleyecek, buna karşı dayanışma ahlakını besleyecek bir potansiyel taşıdığını görüyoruz. Ancak bunu bir yandan çevre sorunlarıyla bağlantılandıran bir geniş bakışla birleştirmemiz gerekiyor. Bir yandan da, dünyanın vardığı teknolojik gelişme aşamasını doğrudan demokrasi yönünde etkinleştirecek bir siyasi düşüncenin içini doldurmalıyız. Şu sıralarda bütün yetersizliklerine rağmen dünyanın gidişini etkileyen ya da hatta belirleyen popülist demagoglara karşı, bugüne kadar olandan daha inandırıcı bir çoğulculuğa ve enternasyonalizme ihtiyacımız var.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı