16 Eylül 2019

“İdam” zevki

Sayısız yetkiyle donattığımız “devlet” kurumuna bu dokunulmazlığı ihlal etme ayrıcalığını—bu bir ayrıcalık sayılabilirse—veremeyiz

Geçen gün Tayyip Erdoğan’ın nükleer silah sahibi olmak istediğini yazmıştım. Bu tabii benim keşfim değil; istediğini kendisi söyledi, gazetelere de geçti. Nükleer isteği görece yeni dile getirilmiş bir istekti. Yeni sayılmayacak, sık sık ortaya sunduğu bir başka isteği de “idam”. Bunu geçen de, işlenen kadın cinayetleri furyasında öbürlerinden daha fazla dikkat çeken bir cinayet sonrasında bir kere daha söyledi. Meclisten geçerse (geçtiğinde) kendisinin hemen imzalayacağını belirtiyor. Bu kadar sık tekrarladığına göre, sorun yalnız önüne gelen kağıdı imzalamaktan ibaret değil herhalde. Kağıdın bir an önce önüne gelmesini istiyor olmalı.

Erdoğan’ın istediği ve elde ettiği anayasal değişikliklerden sonra düzenin nasıl işlediği belli: Reis emrediyor, Meclis yapıyor.

Peki neden “idam” istiyor böyle? Çeşitli nedenleri olsa gerek. Birincisi, İslamiyet idama karşı değil; Kuran’da yeri var. Kuran’da “İlle olacak” diye bir şey okuduğumu hatırlamıyorum ama yeri olduğu kesin. 12 Eylül yıllarında gene bir “Siyasi idam olmasın” kampanyası hazırlığında Hasan Aksay’dan imza istemiştim. “Bir Müslüman olarak böyle talebimin olması doğru değil” demişti; ama eklemişti, “Ancak ‘siyasi nedenle’ diye tasrih edince bir sakınca yok. Erdoğan buna da katılır mı, bilmem. Belki de öncelikle siyasi idamı gerekli görüyordur.

Günümüzde dünyada idam “cezası”nın gerekliliğini savunanlar yanılmıyorsam azınlıkta. Amerika bile yavaş yavaş çark ediyor. Savunanların başlıca argümanı bunun “caydırıcı” bir ceza olduğu inancı. Psikoloji ya da hukuk gibi çok farklı disiplinlerden gelerek bu konuyu

İnceleyenler bunun doğru bir tespit olmadığını söylüyorlar. Olmadığının başlıca ispatı da bence Amerikan pratiği. Belirli devletlerde, bilindiği gibi, idam yürürlükte. Başta Texas geliyor. Ee, madem bu cezanın başlıca işlevi “caydırıcı” olması, demek ki başta Texas, bunu uygulayan devletlerde idamlık suçlar işlenmemesi gerekiyor. Öyle mi? Değil. İdam var, idamlık suç işleyen de var. Bu suçlarda istatistiksel olarak anlamlı bir düşme görülmüyor.

Türkiye’de oldukça yakın bir zamana kadar idam uygulandı. Ecevit hükümeti sırasında (diye kalmış aklımda) Avrupa Birliği ile mevzuatımızı yaklaştırmak gerekçesiyle kaldırıldı. O zamandan beri idamlık suç işleyenlerin oranı yükseldi mi? Bunların istatistiğini tutmamıza imkân yok. Bilecek biri varsa Adalet Bakanlığı biliyor olmalı. Ama oradan gelen bir açıklama duymadım. Tayyip Erdoğan gibi bir Cumhurbaşkanı Adalet Bakanlığı’ndan böyle bir bilgiyi talep ederdi diye düşünüyorum.

Görece yakın zamanlarda idam cezasını ilga eden birçok ilke var. Bunların herhangi birinde de suçların arttığını duymadık. “Eyvah, işler çığırından çıktı! İdamı geri getirelim” diyen olmadı—Margaret Thatcher’dan başka. O da bu talebini istatistiksel bir temele oturtmuyordu. Bir İngiliz muhafazakârı olarak idamsız bir ülkede yaşamaktan huzursuzluk duyuyordu herhalde. Geri getirme çabasını kendi partisi durdurdu ve önledi. Onlar da muhafazakârdı ama demek ki alımlama organları çalışıyordu.

İdam cezası “caydırıcı” değildir. Tersine, dolaylı biçimde “teşvik edici” olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü idam devletin adam öldürmesi demektir. Burada önemli olan “öldürmek”, yani “can almak”. İnsan canı kutsal, dokunulmaz olmalı. Böyle olunca da, sayısız yetkiyle donattığımız “devlet” kurumuna bu dokunulmazlığı ihlal etme ayrıcalığını—bu bir ayrıcalık sayılabilirse—veremeyiz. Devlete adam öldürme yetkisini tanıyorsak, belirli durumlarda insan öldürmenin meşru olabileceğini kabullenmiş oluyoruz. Peki, bunlar hangi durumlar? Örneğin, suçlanan kişi adam öldürmüş. Bu nedenle biz de onu öldürüyoruz. Hamurabi çağında insanlar böyle bir şeyin üstünde durmuyorlardı herhalde. Bunu “adalet” gibi görüyor da olabilirlerdi. Ama bu çağda bu düşünen insanın tuhafına gider ve “Biz ne yapıyoruz böyle?” diye düşünmesine yol açar sanıyorum.

Tayyip Erdoğan’ın idam olayını geri getirme tutkusunun daha pragmatik bir gerekçesi Avrupa Birliği ile ilgili olabilir.

Avrupa Birliği’nin idam uygulayan bir ülkeyi üyeliğe kabul etmeyeceği kesin bilgi. Şu saatten sonra Tayyip Erdoğan’ın da bir “Avrupa Birliği üyesi” olmak istemeyeceği bence aynı kesinlikte bir bilgi. Ancak Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyenlerin ve isteyeceklerin sayısı

Hiç de göründüğü kadar az olmamalı. Şu dönemde Türkiye’nin siyasi ve ideolojik koşulları AB taraftarlığını özendirir gibi değil. Ama sanırım siyasetin içinde olanlar AB üyeliğini engelleme rolünün popülarite artırıcı bir rol olmadığının farkındalar. Tayyip Erdoğan’ın da bir süreden beri Avrupa’ya karşı takındığı tavır bizim onları değil onların bizi ittiği izlenimi yaratmaya yönelik.

Fırsat buldu mu Erdoğan topladığı kalabalıklara “idam isteriz!” diye bağırtıyor. Bununla, herhalde, bunun dipten gelen bir “halk” isteği olduğunu göstermek istiyor (Böyle bir talep haykıran bir “halk”ın ne kadar antipatik bir görüntü yarattığını hiç düşünmeden). Böylece, halkın taleplerine duyarlı Meclis idamı geri getiren yasayı çıkaracak, daha da duyarlı olan Cumhurbaşkanı hemen imzayı basacak... Avrupa “Sizi almıyoruz” diyecek. Cumhurbaşkanı da “İşte görüyorsunuz, bunlar böyle! O halde biz de sizi istemiyoruz” diyecek ve bu can sıkıcı işten kurtulacağız.

Böyle de olabilir. 

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?