17 Mart 2020

Bill Gates konuşması

Bütün bunların bir fizibilite kazanması, çeşitli etkenlerin yanı sıra, kendini yeniden inşa etmiş bir "sosyalizm"in ayağa kalkmasını da gerektiriyor. Bu yönü gösteren "işaret levhaları" habire çoğalıyor. Ama levha gelip kafamıza vurmuyor, bizim levhanın farkına varmamız gerek

Bill Gates’in 2015’te muhtemel bir salgın hakkında konuşmuş olduğundan hiç haberim yoktu. İçimizin dışımızın "koronavirüs" olduğu bugünlerde bir arkadaş mail üzerinden gönderince haberim oldu. Şaşırdım tabii. Adamın cins bir dahi olduğu zaten belli de, buraya da yetişeceği aklıma gelmemişti.

TED adlı kuruluşu da bunun dolayısıyla öğrenmiş oldum. Bu harfler "Technology, Entertainment, Design" kavramlarını temsil ediyormuş; 1984’te kurulan bir kuruluş. Amacı ve faaliyeti hayatın her alanında uzman kişilere ve düşünürlere zihin açıcı ve biraz da "gelecekçilik" içeren konuşmalar yaptırması. Gates’in konuşması bu bağlamda yapılmış. Yakın gelecekte başımıza gelebilecek felaketin çok kişinin sandığı gibi bir savaş değil de bir salgın olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyerek başlıyor. Ancak bu ihtimalin dünyanın gündemini hazırlayanların gözünde bir önceliği olmadığını da belirtiyor.

"Fütüroloji", yani gelecek üstüne tahminler, Nostradamus hakkında kitap okuduğum çocukluğumdan beri, ilgimi uzun boylu çekmeyen bir konudur. Hayatın ve tarihin bizlerden çok daha kurnaz olduğuna, dolayısıyla "kehanet"lerimizin çabuk ıskartaya çıkmış buluşlar gibi elimizde kaldığına inanırım. Ama Bill Gates’in 2015’te söylediklerini 2020’de dinleyince, öyle sallanmış bir "sansasyonel tahmin" değil, "tahakkuk etmiş" bir tespitle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. 

Hatırlayabildiğimiz insanlık tarihinde dillere destan "Kara Ölüm" var. Avrupa nüfusunu üçte bir oranında azaltan veba salgını. Bundan önce de, sonra da, salgınlar saymakla bitmezdi ama bunun kadar yaygın ve ölümcül olanı yoktu -1918’deki İspanyol Nezlesi’ne kadar. Burada zayiatın boyutları hakkında sayı da verebiliyoruz: Otuz milyon kişi. O sıralarda sona eren savaşta ölenlerden daha fazla!

Yakın zamanlarda da bu boyutlara yaklaşmamakla birlikte başka salgın yoklamaları da oldu. Bunlar Bill Gates’in kehanetini büsbütün açıklanamaz bir kehanet olmaktan çıkarabilecek olaylar. "Bak, işaretler varmış" dedirtmeye yarar. Ama gene Bill Gates’in söylediği gibi, "işaret", "alamet" v.b., sonuçta şu olmakta olan şeyi bekleyen kimse yoktu. Dolayısıyla bu TED konuşmasını ciddiye alıp tedbir alan da olmadı. 

Gates’in söyledikleri uyarıcı ama "karamsar" değil. Bu bana önemli göründü. "Tehlike var. Kendinizi toplayın" diyor; ama "Yandık! Mahvolduk!" demiyor. Tersine, teknolojik ve çeşitli düzeylerde, böyle bir tehlikeyle mücadele etmek için çok daha iyi donanımlı olduğumuzu söylüyor. 

"Donanımlı"yız da, donanımımızla ne yapıyoruz? Gates buraya da geliyor ve asıl burada aksadığımızı söylüyor. Teknoloji var, bilim var, bilgi var v.b. Ama bütün bunları saracak bir örgütlenme yok.

Sınırlarını kapatan kapatana. Bu tabii bir "ulus-devlet" refleksi. Kötü şeyler her zaman "dışarıdan" gelir ya. Bunu özellikle bir "düşman" gözeterek yapanlar da var. Tahmin edebileceğimiz siyaset adamları bu "tedbir"lerini böyle hedef göstererek aldılar. Trump önce, "Yok bir şey" deyip bunun da liberal-demokrasi yalanı olduğunu ima ettikten sonra bütün Avrupa’yı "zan altında" bırakacak bir "boykot" kararı verdi. Koronavirüs Türkiye’deki Avrupa düşmanlarının eline de epey bir cephane vermiş gibi görünüyor.

Benim görüşüm doğal olarak bunun karşıtı -yani, salgına karşı çarenin "izolasyon" olduğu anlayışının karşıtı. Hastalığın çabuk bulaşması gibi etkenler insan dolaşımının azalmasını gerekli kılıyor. Çünkü hastalığın "ilacı" henüz bilinmiyor. Şu durumda, "olunca ne yapacağız?" sorusunun yeterli bir cevabı olmayınca, "olmasını nasıl önleriz?" sorusunu öne çıkarıyor. Bu bakımdan uluslararası hareketliliği kısıtlıyoruz ama her ülkenin kendi içindeki dolaşım da radikal bir biçimde kısıtlanmış durumda.

Burası tamam, ama "mücadele" söz konusu olduğunda uluslararası koordinasyon şart! Gates, alınacak tedbirler arasında NATO gibi bir örgütlenmenin sağlayabileceği yararlardan da söz edebiliyor ve haklı. Dünya çapında gözlem yapabilecek, salgının hareketlerini izleyebilecek araçlara sahibiz. Son derece hızlı haberleşme yeteneğimizle inisiyatifi kendi elimize alma imkanlarımız var. Daha da yığınla kozumuzu hastalığa karşı avantaja dönüştürebiliriz. Ama bunları başı sonu belli bir strateji ya da program haline getirecek bir örgütlenmemiz yok. Olmamasının başlıca nedeni de hayatın hâlâ büyük ölçüde "ulus-devletler" çağının kurumlarından vazgeçmememiz; yani o kurumların sayesinde "iktidar" olanların bundan vazgeçmemesi.

Bu salgın nedeniyle Avrupa’da yapılan bazı konuşmalarda "federatif bir yapı" gibi terimler insanın kulağına çalınıyor. Bu, yalnız salgın hastalık olunca kendini gösteren bir ihtiyaç değil. Avrupa’nın birçok sorunu öyle bir örgütlenmeden durmadan sakınmasının sonucu. Gene "ulus-devletler" çağının alışkanlıkları.

Ve tabii yalnız Avrupa’nın ihtiyacından söz etmiyoruz. Dünya bir bütün.

Yerellik önemli: yerel inisiyatif, yerel demokrasi, yerel özerklik v.b. Ama bunların iyi çalışması bazı işlerin de dünyanın bir bütün olduğu bilinciyle hareket eden bir "merkez"in varlığını gerektiriyor. En önemli sorun, bu tür sorunlarda hep öncelikle kendini gösteren "uzmanlar yönetimi" (Platon’un "Filozof Krallar" teorisinden beri gündemde) eğilimini demokratik denetim altına alacak bir denge kurulması.

Avrupa Birliği şu ana kadar bunu başarabilmiş değil. Başaramaması, böyle bir sistemin yetersizliği ya da imkansızlığı değil, alıştıkları dünya düzenini sürdürerek kendi konumlarını garanti altına almak isteyenlerin direnci ve dünya birliğinden yana olanların dünyaya erişmekte, ideallerini açıklamaktaki beceriksizlikleri diyebilirim. Şimdiye kadar birkaç kere yazdığım gibi bütün bunların bir fizibilite kazanması, çeşitli etkenlerin yanı sıra, kendini yeniden inşa etmiş bir "sosyalizm"in ayağa kalkmasını da gerektiriyor.

Bu yönü gösteren "işaret levhaları" habire çoğalıyor. Ama levha gelip kafamıza vurmuyor, bizim levhanın farkına varmamız gerek.

Darbımesel, "Bir musibet bin nasihatten evladır" diyor. "Ana fikir"e itirazım yok, ama galiba musibet sayısının artması gerekiyor.  

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı