02 Ağustos 2022

Abdülhamid ve İslamcılık

Abdülhamid muhtemelen Tayyip Erdoğan'ın "ideal Müslüman" kavramından anladığı tipolojiye uyan biri değildi. Operasını dinler, en seçmesinden konyağını içer, Sherlock Holmes hikâyesini okuturdu. Batı tarzı eğitim veren yığınla okul açmış, subaylığın "meritokratik" olması için uğraşmıştı. Yani "Kızıl Sultan/Ulu Hakan kalıpları içinde doğru düzgün bir Abdülhamid resmi oluşturmak kolay değildir

Siyasi konularımızı tartışır, tartışırız. Yıllar geçer, biz tartışmaya devam ederiz. Yıllar geçer, bu tartışmaların içeriğinde kayda değer bir gelişme olmaz. Herkesin dediği dediktir. Böyle olunca kimse kimseyi "ikna" edemez; zaten kim bilir kaç kere tekrarladığı beyanını bir kez daha beyan etmiş olur. Türkiye'yi, Türkiye'nin nedenini, nasılını aynı şekilde tartışırız. İster istemez, daha "Türkiye" adının kullanılmadığı zamanlardan, yani Osmanlı'nın son demlerinden başlayarak. Böyle olunca, bu dönemin en ilginç kişiliklerinden biri olan padişah Abdülhamid'den söz etmemek mümkün değildir.

Abdülhamid Cumhuriyet'in resmi tarihinde "makbul" bir kişilik değildi. Ülkeyi "istibdad" rejimi içinde yönetmiş, hiçbir yeniliğe meydan vermemişti. "Gerici" idi.

Bu bakış tarzı uzun süre herhangi bir itiraza uğramadan böylece sürdürüldü, okullarda böyle anlatıldı -Necip Fazıl'ın müdahalesine kadar. Necip Fazıl müdahale edince somut durum değişmedi, ama önceleri tek bir sesin çıktığı bir konuda, ikinci bir ses de çıkar oldu. Yani "resmi ideoloji" bu ikinci sesi kabul filan etmedi ve duyulması için hiçbir şey yapmadı -tam tersine. Ama sesin kendisi duyulmasa da, böyle bir ses olduğu duyuldu.

Böylece klasik konuşlanma yeniden üretildi: Yani, bilinen imge ters çevrildi; o ne diyorsa tersi geçerli oldu. Söz gelişi, "Abdülhamid kötüydü, çünkü Batılılaşmacı değildi/Abdülhamid iyiydi, çünkü Batılılaşmacı değildi." İki karşıt değer; tartışma sürdükçe, iki "pozisyon" değişime uğramıyor, yeni bir perspektif açılmıyor, sadece basılan zeminde istihkam güçleniyor, kökleşiyor: "Kızıl Sultan/Ulu Hakan"!

Yakınlarda bu katı mı katı yaklaşımda bir yumuşama olduğu gözlemleniyor. İlkin, "Kızıl Sultan" demesi beklenen safta "O kadar da değil yahu! Olumlu tarafları da vardır" diyen birkaç kişi çıktı. Ama bunlar işi "Ulu Hakan"a getirecek kişiler de değildi. Bu arada ne oldu? Onlar değil ama öteden beri "Ulu Hakan" diyenler nihayet iktidara geldi. Dolayısıyla, bu kesimin sözü "yeni resmi ideoloji" olmak üzere yola çıkınca, bu yeni bakış da kendini serbestçe dile getireceği birçok kanal bulmuş oldu.

Yakınlarda Zülfü Livaneli'nin sesi işitildi bu "sorunsalın" içinde. Henüz okuyamadım ama izlediğim mesafeden onun da sağduyu çerçevesi içinde bir değerlendirme yapmaya çalıştığı izlenimini ediniyorum. Son olarak "Oksijen"in bu sayısında konu hakkında çeşitli değerlendirmeler ve Zülfü'nün kitabından uzunca bir bölüm yayımlandı. Bunlar, daha serinkanlı ve dolayısıyla sağduyulu bir Abdülhamid değerlendirmesinin mümkün olduğunu gösteren olumlu işaretler.

O yazılarda pek değinilmediğini gördüğüm bir konu üstüne birkaç şey söyleme ihtiyacı duydum. Şu anda iktidar, yani Tayyip Erdoğan, Abdülhamid'i "baştacı" yapmaya çalışıyor çünkü Abdülhamid bizim "Halife"miz; çünkü kendisi İslamcı.

Bu tam olarak böyle mi? Abdülhamid'in bayağı alafranga bir adam olduğunu söyleyenler yanılıyor mu?

Ben Abdülhamid'in İslamcılığında "reel-politik" denecek bir çekirdek olduğunu düşünenlerdenim.

Batılılaşma, ciddi bir anlamda, II. Mahmud ile, 1820'lerde başladı. O zamanın ideolojisi, Batı'dan alınmış adıyla, "Pan-Otomanizm" idi. Yolu açtı, birçok şeyi değiştirdi. Tarihte en zor, en yavaş değişen şeylerden biri ideolojidir, düşüncedir, insanların alıştığı düşünce kalıplarıdır. Bireylerin düşünsel dünyalarını değiştirmeleri çok çabuk olabilir, ama topluluklar aynı çabukluğu gösteremez. Sayılar büyüdükçe iş daha da zorlaşır. Osmanlı'nın giriştiği işin de çabuk tarafından başarılması mümkün değildi. "Mülti-etnik" toplumda cemaatler kendi devletlerini kurup öyle yaşama özlemi duyuyorlardı. Müslümanlar ise herkesin (yani "gavurlar"ın da) eşit sayılmasından gocunmuştu. Mahmud'un başlattığı süreç, 150 yıl sonra, kabaca hâlâ buralardaydı. Abdülhamid padişah olduğunda koşullar böyle belirlenmişti. Bütün Balkan halkları kendi ulusal devletlerini kurmak peşindeydi. Abdülhamid padişah olur olmaz Ayastefanos'la yüzleşmek durumunda kaldı.

"Neyin padişahısın sen, ey Abdülhamid?" Adı "Osmanlı İmparatorluğu" ama nasıl bir imparatorluk bu? Nasıl işliyor? Neye gücü yetiyor?

Post-Necip Fazıl efsanelerden biri bize Abdülhamid'in "toprak kaybetmediğini" anlatır. Gerçekte en fazla kaybedenlerden biridir (ama bundan Sultan Hamid'in sorumlu olduğu da söylenemez. Ne yapabilirdi ki?). Bir durum muhasebesi yapar ve bu devletin devamı (idamesi) için en fazla güvenebileceği şeyin "din" olduğuna karar verir. "Halife" unvanı bir sadakat duygusu uyandırabilir -belki! Boşnaklar var, en Kuzeyde. Arnavutlar Ortodoks ya da Katolik olarak Hıristiyan ama en kalabalık kesim Müslüman. Makedonya'da Türkler'den başka gene Müslüman olan Torbeşler, Bulgaristan'da bunun gibi Pomaklar var. Müslüman Türkler Balkanlar'da her yere yayılmış. Kafkas topraklarında da kalan Müslüman çok.

Abdülhamid'in hangi unsura önem verdiğini anlamak için Muhafız Alayları'na bakmak iyi bir yöntemdir. Burada en kalabalık "etni" Arnavutlar'dan oluşur. Onları Araplar izler. En küçük birliklerden biri Söğüt çevresinden derlenmiş Türkler'dir. Onların bir yere gideceği yoktur, onun için sayıları az olabilir.

Bu saydıklarım "imparatorluk" içindeki oluşumlarla ilgili. Ama bir de "dış dünya" var. Abdülhamid padişah olarak, "Halife" olarak hüküm sürecek. Nerede? Kimlerin arasında? Düvel-i Muazzama arasında. Bunların üçü Britanya, Fransa ve Rusya. Üçünün de uçsuz bucaksız topraklarında milyonlarla Müslüman yaşıyor. Bu da bir "siyasi koz" haline getirilemez mi? Müslümanlar'ın Halifesi "Ayaklanın" dediğinde bunu ciddiye alan çıkmaz mı?

Sonra denendi ("dünya savaşı" çıktığında) ve etkisi olmayacağı görüldü; ama Abdülhamid akıllı adamdı; bunu bir koz olarak görünür bir yerde hep bulundurmuş ama sahiden kullanmaya hiç kalkışmamıştı.

Evet, Abdülhamid muhtemelen Tayyip Erdoğan'ın "ideal Müslüman" kavramından anladığı tipolojiye uyan biri değildi. Operasını dinler, en seçmesinden konyağını içer, Sherlock Holmes hikâyesini okuturdu. Batı tarzı eğitim veren yığınla okul açmış (İmam-Hatip değil), subaylığın "meritokratik" olması için uğraşmıştı (hani, "liyakat" deniyor ya).

Yani "Kızıl Sultan/Ulu Hakan kalıpları içinde doğru düzgün bir Abdülhamid resmi oluşturmak kolay değildir, adamı anlamanın en iyi yolu da değildir. Ama sizi ilgilendiren adamın kim olduğunu anlamak değil de bir övgü ya da yergi yaratmaksa, bu sizin bileceğiniz bir iş.

Onun yerinde başkası ne olurdu diye bir soru atayım konuyu kapatırken: Örneğin, V. Murad devam edebilseydi? Çok bir şey değişeceğini sanmıyorum. "Tarihi determinizm" diye bir şey varsa, Osmanlı'nın "Osmanlı" olarak kaderi çizilmişti; bunu değiştirmek bireylerin elinde değildi ve olmaması da bu determinizmin bir parçasıydı.

Murat Belge kimdir?

Prof. Dr. Murat Belge, 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi.

12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1981'de doçentken istifa etti.

Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı.

1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu. 1997'de profesör olan Murat Belge, başkanlığını da üstlendiği Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde devam ettiği akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Türkiye'nin en üretken yazarları arasında ön sıralarda yer alan Murat Belge, çok sayıda kitapta yer alan makalelerinin yanı sıra 23 kitap yazdı; William Faulkner, James Joyce ve John Berger'den eserler de dâhil olmak üzere 15 çeviri kitabı yayımladı.

1957 seçimlerinde Demokrat Parti Muğla Milletvekili olarak parlamentoya giren gazeteci-yazar Burhan Asaf Belge'nin oğlu olan Murat Belge, aktris Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetıe

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek