28 Temmuz 2019

Paramparça aşklar ve 'trans'ferler

Endüstriyel futbolda herkese çabucak "başarı" gerekiyor ve bunun en kestirme (!) yolu transferden geçiyor. Ya da biz öyle sanıyoruz!..

Bizim gibi erkek egemen toplumlarda iki şeyin değiştirilmesi hiç hoş karşılanmaz. Bunlardan ilki cinsiyettir ki trans bireylere uygulanan şiddet, vahşet boyutunu bile aşar. İkincisi ise takım değiştirmektir. Elbette bir kadın, evlendiği adamın takımını tutmaya başlayabilir. Ne de olsa "beyi daha iyi bilmekte"dir. Amma!.. Yetişkin bir erkek bireyin takımını değiştirmesi düşünülemez ve teklif dahi edilemez! Tuğçe Kazaz örneğinde de birkaç kez gördüğümüz üzere, din değiştirmeyi bile hoş görebilir toplumumuz. Fakat maazallah, erkeklik kodlarımızdaki "transformasyon"lar fena halde hicap, hiddet ve şiddet vesilesidir. Oysa "Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var" misali; kulübümüze duyduğumuz aşk ağır bastığında bir başka "transformist" aksiyonu, yani "takım değiştirme"nin en duygulardan uzak, en somut, en parasal halini baş tacı ediveririz! Yani "transfer"i...

Öp armayı, kap parayı!..

Endüstriyel futbolun doymak bilmeyen canavarıdır, transfer makinesi... Yöneticisi, menajeri ve elbette taraftarıyla, ne kadar versek, hep daha fazlasını ister. Neticede hedef başarı ise formanın içinde kimin olduğu pek önemli değildir. Çünkü sezon sonunda alınacak kupa, erkeklik kodumuzun gururla sokakta gezebilmesi için son derece gereklidir.

Bunun için Ryan Babel gelir, bir anda Galatasaraylılar'ın "sevgilisi" olur. Hele bir de forma numarasını Beşiktaş'ın 8-0'lık Liverpool mağlubiyetine atfen 80 olarak seçerse bu, eski takımına atılacak en güzel goldür! Garry Rodrigues örneğin, Galatasaray'dan aldığı maaşın neredeyse dört katına Fenerbahçe'ye gider. Bu duygusal davranışı sayesinde sarı lacivertlilerin yeni kahramanı olur.  Arma öpülür, geçmiş unutulur. Transfer, "Asla seni bırakmayacağım!" diyenlerin ilk giden olduğu bir aşk yolculuğudur.

Bir 'aşk' biter, diğeri gelir...

Hep yenilik isteyen bir vitrin, durursa düşecek bir bisiklet gibidir endüstriyel futbol. Gıcır gıcır kalabilmesi için yeni simalar ve elbette bol sıfırlı çekler talep eder. Reklam üzerine reklam açılan, iki satırlık "haber"i 14 sayfa "foto galeri" eşliğinde sunan spor siteleri de bu sisteme dahildir. Geçen yıl Süper Lig'de gol kralı olan Diagne, birden "kötü kişi"ye dönüşüverir basında. Ve Instagram'da kendi taraftarının "Defol git!" mesajlarına maruz kalabilir. E giderken bir zahmet de 15 milyon avro bonservis bedeli getirmelidir! Ki Falcao alınabilsin!.. Kampanya başlatır taraftarlar sosyal medyada... Falcao gelirse forma satışının patlatmak üzerine "adak" adarlar. Ahmet gider, Mehmet gelir... Transfer dediğin, uçağı indiğinde arşıâlâya çıkarılanların gidişte illallah diye ülkesine yollandığı havalimanı terminalleridir.

Vedat'ın bir takım yetersizliklerinin keşfi...

 Ve tabii endüstriyel futbol başarı ister, ille de başarı!.. Ama heyhat, yaz kampında Galatasaray Augsburg'a 4-1, Fenerbahçe Hertha Berlin'e 2-1 yenilir! Çare?.. Elbette yeni transferlerdir!.. Daha bir ay önce "Galatasaray'ın elinden kapılan" ve "Türkiye'nin en büyük ailesine hoş geldin!" diye karşılanan Vedat Muriqi, birkaç gol kaçırdığı hazırlık maçında "bitiriciliği yetersiz" ilan edilir. Fenerbahçe'ye son vuruşu daha etkili bir santrfor gerekmektedir. Aynı maçta takımının tek golünü atan İranlı Allahyar Sayyadmanesh ise hem gencecik yaşı ve çok Doğulu tınlayan adı, hem de düşük bonservis bedeliyle transfer makinesini tatmin etmemektedir.  Transfer dediğin, elbette biraz fiyakalı olmayı gerektirir. Öyle ya, Eljif Elmas'ın sırf Kuzey Makedonya pasaportu bile 16 milyon avro etmektedir. 

Nihai hedef "türün devamı" mı?

Arthur Schopenhauer'in "Aşkın Metafiziği" kitabı birçok yönden tartışılabilir. Aşkı sırf üreme içgüdüsünü çekilir hale getiren bir yanılsama, doğanın insana kurduğu bir tuzak olarak görmesi örneğin; fazla biyolojik indirgemecilik olarak okunabilir. Ama Alman filozofun satırları, bize aynı zamanda endüstriyel futbolun şifrelerini sunuyor.

Günümüzde endüstriyel futbol, nihai amacın kupa (para!) olduğunu unutturmak için oldukça yavan bir pastayı "aşk" sosuna bulayarak servis ediyor. Afiyetle yiyoruz biz de!.. Böylece futbolun geleceği garanti altına alınıyor, "türün (yani oyunun) devamı" sağlanıyor. Hiçbir başarısı olmadığı halde stadı hep dolan kasaba takımları, bu tabloda ancak nostaljik renkler olarak barınabiliyor. Ve "Futbolu spor olsun diye yapmıyorum" sözüyle ünlü Emre Belözoğlu, 38 yaşında takıma "ağabeylik" yapması için Fenerbahçe'ye transfer ediliyor; ilk icraatı da maç sonunda rakip futbolcuyu tünele kovalamak oluyor!

Hayat da aşk kadar tuhaf işte... Uçaklar kalktı, uçaklar indi derken akıp gidiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Alkollüydüm, şeytana uydum, Rabbim affetsin!

Bizler millet ve devlet olarak fevkalade kusursuzuz ama çeşit çeşit dış güç bizi kandırıyor, mütemadiyen yoldan çıkarmaya çalışıyor

İlk taşı en dürüst olanımız atsın!

'Karşı cenah'tan birini ahlaki açıdan 'tutarsız' diye linç etmek kolay ama ya biz 'öteki'ler ne kadar samimi, ne kadar güveniliriz?

Kereviz salatası ve dehşetin elastik sınırları!

Türkiye'de gece yatağa "Artık hiçbir şeye şaşırmam!" diye girip ertesi sabah daha da garip olaylara uyanıyoruz