21 Temmuz 2019

Merak etmeyin, zaten yaşlanıyoruz...

Akıp giden zaman tüketmiyor ömrümüzü; kent hayatı, teknoloji ve "FaceApp" gibi uygulamalarla bizzat biz cömertçe harcıyoruz onu

Nadiren kullandığım Instagram'ı bu hafta açtığımda çok tanıdık bir yüze rastladım. Saçları beyazlamış, cildi kırışmış bu yüzün yakın bir komşuma ait olduğunu anlamam uzun sürmedi. Zira sureti "yaşlansa" da o haylaz gülümseme aynıydı! "Belli ki yeni bir filtre uygulamış" dedim ve pek de üzerinde durmadan geçtim.

Kısa süre sonra tüm sosyal medya mecralarında çıkmaya başlayacaktı benzeri fotoğraflar. İnsanlar mütemadiyen "yaşlı" hallerini yayınlıyor; kimi gelecekte de "karizmatik" görüneceğine seviniyor, kendini pek beğenmeyenlerse "eyvah, eyvah!" diye paniğe kapılıyordu. Derken futbolcuların, pop starların yaşlı hallerini görmeye başlıyorduk ekranda. "FaceApp" uygulaması sayesinde mümkün oluyordu tüm bunlar. Aynı zamanda saç modelimizi, göz rengimizi de yapay zekâ marifetiyle değiştirebiliyordu FaceApp. Hatta "Karşı cinsten olsan nasıl görünürdün?" sorusuna bile cevap veriyordu! Ama insanlar onun en çok "yaşlandırma" özelliğini sevmişti nedense...

Bir yandan zamanın hızla "uçup gitmesinden" şikâyet ederken, diğer yandan "sonbahar"ımızı görmek için sabırsızlanıyorduk.

Her şey "daha hızlı" bir hayat için!..

Diyalektik açısından son derece tutarlıydı aslında bu durum. Biz değil miydik, daha hızlı olsun diye binlerce lirayı akıllı telefonlara, tabletlere yatıran? Bize "zaman kazandırsın" diye satın aldığımız bu aygıtlarla akrabalarımızın nerede kahve içtiğini, lise arkadaşlarımızın nerede tatil yaptığını anbean takip ediyor, telefon ekranında saatlerimizi cömertçe harcıyorduk artık. Sırf "anlık iletişim" daha iyi diye, tek bir SMS'le çözülebilecek bir konuyu dakikalarca WhatsApp'ta emojiler eşliğinde konuşuyorduk. Çok değerliydi vaktimiz! O kadar değerliydi ki trafiğe en yoğun saatte kahramanca çıkıyor, daha az tıkalı yolu bulsun diye "navigasyon" kullanıyorduk. Böylece evimize 5-6 dakika daha önce varıyorduk! Artık yayın süresi dört saati (!) bulan, başı sonu belli yerli dizilerimizi izleyebilirdik gönül rahatlığıyla...

Tüm bu rutinin dışına çıktığımızda, kendimizi yenilememiz gerekiyordu. Bir haftalık izne kavuşmak için senede yaklaşık 300 gün çalışıyor, bayram tatili dokuz güne çıksın diye dua ediyorduk! Deniz kenarında çekmeyi başardığımız her "selfie"de bir yıl daha yaşlanıyorduk FaceApp'siz de...

O kadar acelemiz var ki sürekli hayalleri erteliyoruz  

Günümüz teknolojisi tüm dünyada böyle çelişkiler üretiyor üretmesine... Ama insanı hızlıca "yaşlandırma" konusunda ülkemiz çok daha ideal bir coğrafya neticede! 90'larda yanı başımızdaki Körfez Savaşı'nı TV'den canlı canlı takip ediyorduk. Büyüdük, bu kez Suriye'nin ücra kasabalarını ve oraların stratejik önemini ezberler olduk! Patriot mu almalı ordumuz, yoksa S-400 mü?.. Steyşın aracımıza yerleştirdiğimiz su borularıyla tüm dünyaya cevabımızı haykırıyorduk! Oy kullanmak dışındaki siyasi eylemlerle aramız yoktu gerçi... Ama kendi halinde bir insanı hiç ilgilendirmemesi gereken askeri detayları saatlerce tartışabiliyorduk.

Ortalama bir Avrupa Birliği vatandaşı, hafta sonu gideceği pikniği, katılacağı sanat etkinliğini planlarken biz; gündelik aile sohbetlerinde doların orta vadeli seyrini konuşuyor, mutfak alışverişimizi ve fatura ödemelerimizi bile Merkez Bankası'nın faiz kararına göre düzenliyorduk. O kadar değerliydi ki zaman, hayallerimizi sürekli erteliyorduk.

Bir de zamanını çaldıklarımız vardı tabii ama onlar, Şeyma Subaşı'nın kitabı ya da Jean Michaël Seri'nin transferi kadar bile gündem olamıyorlardı. Selahattin Demirtaş'tan Cumhuriyet yazar ve çizerlerine birçok insanı siyasi nedenlerle hapiste tutuyorduk.

Ve Osman Kavala, bugün tutukluluğunda 628. günü geride bırakıyordu.

Yaşlanırken, aynı zamanda yaşlandırıyorduk!..

Bu, elimizdeki son 21 Temmuz 2019

Görünen o ki "zaman" kavramına böylesine değer verilen 21. yüzyıl, aynı zamanda en müsrifçe harcadığımız dönem; yılları, ayları ve dakikaları... Ve aynı şekilde bir "fetiş" haline getirdiğimiz "hız tutkusu" bize pek çok kez zaman kazandırmıyor; bilakis ömrümüzü hızla tüketmemizi sağlıyor. İnternet hayatımıza girdiğinden beri günlük hayatımızın geçirdiği değişime bakıldığında, bu hafta bizi hayli meşgul eden FaceApp son derece masum kalıyor.

Hayal bu ya, Harold Ramis'in 1993 yapımı filmi "Groundhog Day"deki gibi, her sabah aynı güne uyanıp hiç yaşlanmayabilirdik belki... Ama hep aynı senaryoyu yaşamaktan da sıkılırdık kuşkusuz. Bu durumda zamanın ilerlemesine ayak uydurmak ve onun içini iyi doldurmak bize düşüyor. Değerli hocamız Güneç Kıyak'ın "zamanın göreliliği" üzerine etkileyici yazısında dediği gibi, zaman hakkındaki en kesin bilgi eninde sonunda yaşlanıp öleceğimiz ise... Bugünün 21 Temmuz 2019 Pazar olduğunu hatırlamakla başlayabiliriz işe.

Çünkü elimizde başka bir 21 Temmuz 2019 daha yok.

S400 linki:

Güneç Hoca'nın "zaman" yazısı: 

Yazarın Diğer Yazıları

Alkollüydüm, şeytana uydum, Rabbim affetsin!

Bizler millet ve devlet olarak fevkalade kusursuzuz ama çeşit çeşit dış güç bizi kandırıyor, mütemadiyen yoldan çıkarmaya çalışıyor

İlk taşı en dürüst olanımız atsın!

'Karşı cenah'tan birini ahlaki açıdan 'tutarsız' diye linç etmek kolay ama ya biz 'öteki'ler ne kadar samimi, ne kadar güveniliriz?

Kereviz salatası ve dehşetin elastik sınırları!

Türkiye'de gece yatağa "Artık hiçbir şeye şaşırmam!" diye girip ertesi sabah daha da garip olaylara uyanıyoruz