25 Ocak 2020

Galataport’u beklerken…

Doğuş Grubu ile Bilgili Holding’in "işleteceği" bölge güvenlikten geçilerek girilen, Dubaivarî steril ve "mutena" bir lüks vahası mı olacak, yoksa kentin sakinlerinin dünya insanlarıyla yan yana, omuz omuza yürüyecekleri, renkli mekânlarda kahvelerini içecekleri, sokak müzisyenlerini dinleyecekleri doğal bir cazibe merkezine mi dönüşecek?

Vızır vızır çalışan beton mikserlerinin arasından, hafriyat kamyonlarının saçtığı tozlarla çamurlanan sokaklardan geçerek varılan inşaatın bitmiş bölümüne girince, kendinizi bir vahada gibi hissetmemeniz mümkün değildi. Loş ışıklarla aydınlanan geniş salonun lüksü, tozlu dışarısıyla tam bir tezat halindeydi.

Önce şampanyalar yudumlanarak dev bir maketin önünde brifing alındı, sonra da uzun vazolardaki zarif zambaklarla süslü upuzun masadaki yemeğe geçildi. Ağır ateşte demlene demlene pişmiş keşkek üzerinde sunulan kuzu karski, doğrusu lokum gibiydi. Yanındaki sınırlı üretim yerli Cabernet de bu yumuşacık sırt etine eşlik ediyor, damaktaki birliktelik harika bir uyum yaratıyordu. 30’a yakın sanat ve gastronomi yazarı yüzleri mum ışıklarının huzmeleriyle aydınlanan mimarları dinliyor, bulunduğumuz mekânın birkaç ay sonra nasıl olacağını zihnimizde canlandırmaya çalışıyorduk. Son yılların tartışılan projelerinden Galataport’un tanıtım yemeğindeydik.

Galataport'un 2020 baharında tamamlanmasıyla Karaköy sahili de halka açılacak

90’larda yurtdışından gelen hediye paketlerimi aldığım tarihî paket postanesi, Galataport’un tanıtım ofisine ev sahipliği yapıyordu ve 2020 baharında bölgenin kavuşacağı manzarayı mimarları Tanju Özelgin ile Arif Özden’den dinliyorduk. Mimarlar, "Sorumluluğumuzun farkında olduğumuzdan üç yıldır doğru dürüst uyumadan çalıştık. Eskidikçe kentin dokusuna daha iyi uyum sağlayacak, sanki yıllardır buradaymışlar duygusu uyandıracak binalar planladık" diyorlardı. Maketten görülen cam ve çelik kadar ahşap ve tuğlanın da kullanılacağı binalar ne aşırı modern, ne de geleneksel bir tarzdaydı, hatta "nötr" oldukları bile söylenebilirdi. Genel Müdür Erdem Tavas da bölgeyi halktan koparmayacaklarını söylüyordu. Bir sanat danışmanının "Ben buralarda içip nara atmayı severim. Naramı yine atabilecek miyim?" sorusuna, gülümseyerek "Tabii atabileceksiniz" cevabını veriyordu.

64 tane restoran, kafe ve büfe açılacak

Galataport ekibi, "Bittiğinde aynı anda 3 geminin birden yanaşabileceği ve 10 bin yolcunun kaos yaratmadan, yer altına alınarak gümrük işlemlerinin yapılacağı rıhtımlara ilk cruise gemisi Nisan-Mayıs gibi gelecek" diyordu. Gemilerden çıkanların bir kısmı araçlarla Kapalıçarşı ya da Boğaz gibi bölgelere dağılsa da, bir kısmı da oralarda gezinip kenti yaya olarak keşfedecekti. Bölgeye yılda 25 milyon ziyaretçi bekleniyor, bunun 7 milyonunun da 1.5 milyonu kruvaziyer gemileriyle gelen yolcular olacağı öngörülüyordu. Bu turist potansiyeline geniş bir alanda gezinecek İstanbullular da eklenince, bölgenin bir gastronomi merkezi olması kaçınılmazdı. Peki buradaki yeme-içme işletmeleri neler olacaktı? Bunu sorduğum projenin büyük ortağı Doğuş Grubu’nun yeme-içme şirketi d.ream’in başındaki Umut Özkanca, "64 tane yeme-içme ünitesi olacak. Bunların sadece 10 tanesine biz talibiz, diğerlerine başka işletmeler girebilecek. Nitekim dünyanın gözde restoranları da şimdiden burada yer bakıyorlar" diyordu.

Galataport'a yanaşan cruise gemilerinin yolcuları, kente yeraltından girecek

Projenin genel müdür yardımcısı İrem Yücel Kaymak da, "Bölgede inşa ettiğimiz kiralama imkânı olan 200 civarı üniteden dörtte biri ile mutabakat yapıldı. Şubat sonu mekân teslimlerine başlıyoruz, Mayıs sonu da açılıyoruz" diye ekliyordu.

"Lüks vahası" mı olacak, modern bir mahalle mi?

Eski İstanbul’un finans ve ticaret merkezlerinden Karaköy, bu fonksiyonların başka bölgelere kaydığı 1980’lere kadar kentin en zengin bölgelerindendi. Galataport için yıkılıp yeniden inşa edilen yolcu salonunun üzerindeki muhteşem manzaralı Liman Lokantası, İstanbul’un uzun yıllar en lüks lokantasıydı. İstanbullu levanten Silvio Fontana’nın metrdotelliğini üstlendiği restoranda 50’li, 60’lı yıllarda Toulouse usulü ördek güvecinden Milano usulü osso buco’ya dünya yemekleri yapılır, gramı 30 liradan siyah havyar servis edilir, dileyene trüflü sufle bile hazırlanırdı. Baylan Pastanesi’nin İstanbul’un tek espresso makinesine sahip limana yakın şubesinde ayaküstü kapuçino içildiği, banka yöneticilerinin evlerine pasta alma kuyruğuna girdiği günlere ben bile yetiştim.

Eski Karaköy yolcu salonu ve üzerindeki Liman Lokantası, Peninsula otel olacak. Galataport için yıkılan Liman Lokantası, 1950'lerden 89'lere kadar İstanbul'un en şık lokantasıydı...

Karaköy Rıhtımı’ndan Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü’ne kadarki 1200 metrelik sahil şeridinin lokomotif işletmesi, Asya’nın ünlü otel zincirlerinden Peninsula olacak. Hong Kong merkezli bu süperlüks otel, eski Denizyolları müdürlüğü ile yolcu salonunun bulunduğu binalarda hizmet verecek.

Peninsula’cılar İstanbul’un dokusuna, kültürüne nüfuz edip Liman Lokantası’nı moda deyimle "ihya edecekler" mi, yoksa modaya uyup popüler bir suşi restoranı açmakla mı yetinecekler? Doğuş Grubu ile Bilgili Holding’in "işleteceği" bölge güvenlikten geçilerek girilen, Dubaivarî steril ve "mutena" bir lüks vahası mı olacak, yoksa kentin sakinlerinin dünya insanlarıyla yan yana, omuz omuza yürüyecekleri, renkli mekânlarda kahvelerini içecekleri, sokak müzisyenlerini dinleyecekleri doğal bir cazibe merkezine mi dönüşecek?

Yaşayacak, göreceğiz…


T24’ün notu: Bu yazı Elazığ’daki depremden önce yazıldı. Can kayıpları için başsağlığı ve sabır, yaralılara şifa diliyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Fındıkağacı malikânesi

İskoçya'nın bir numaralı malt viski üreticisinin miras bıraktığı paha biçilmez fıçılar şişelendi, Türkiye'ye kadar geldi…

İçki dünyasından bir Levent Kömür geçti

İçki dünyamızın en büyük şirketi Mey Diageo’yu 7 yıl boyunca yöneten, görevini soranlara “Yeni Rakı’nın genel müdürüyüm” diyen sıradışı bir insanın serüveni…

“Ramazan'ın gülü” giderek soluyor…

Güllaçlarda gül tadının “eser miktarlara” indiği, gül reçelinin hepten unutulduğu, gül likörünün anılarda kaldığı günlerde, sitemli bir Ramazan yazısı…